Vaktiyle bir zindan fedaisi, iki metre boyunda, pala bıyıklı, ihtişamlı, korkusuz bir fedai yaşarmış kuytu köşelerde. Nice azılı katiller, yol kesici, haydutlar ağırlamış bu zindanda. Gelenler, gidenler, ölenler, bir tek o müdavim yaşamış soğuk duvarlara. Senelerce üstün bir çaba ile korumuş yuvasını. Karanlık ama yaşadığı yer itibari ile yuvası kabul etmiş. Öyle savunmuş bulundurulduğu yeri. Hakka hakkı verilmeli elbet yuvası saymış karanlığı. Hakka hak verilmeliymiş.
Gün gelmiş çıkıyorsun demişler zindan fedaisine. Bundan sonra yeni yerin padişah kızının yanı. Sağ kolusun, serdengeçtisin bu vakit. Baş eğmiş fedai, zindanın kartalı. Boy, ihtişam kapıdan çıkıncaya, sonrası bir garip kul elbet, O da bir garip devlet görevlisi, boyun eğmiş bu atanmışlığa. Bu vakte kadar ser almaya odaklı bu insan nasıl olurda geçermiş serden. Ama susmuş, çıkmış yuvasından.
Sarayda tertemiz güneş gören bir oda vermişler bu adama. Temiz çarşaflar yastık yatak. Bundan sonraki görevi padişahın kızını korumakmış ya, ülke de çalkantıda, tüm yiğitler gurbette savaşta. Halk isyanın eşiğinde, korkak ıslak kediler gibi orada burada, her sokağında bir iç kargaşanın kokusu varmış.
Bir yakamozda gördüm suretini.
Alabildiğine siyahlıktı gözümün önünde,
Bulutluydu hava,
Ağlıyordu.
Karanlık ve gözyaşı o kadar yakışıyordu ki birbirine.
Doyumsuz gecelerin iki tanığı, saatler sürdü raksları.
Karanfilin öyküsünü bilen var mı aranızda?
Karanfil vaktiyle Güney Asya ülkelerinde yetişen bir bitkiymiş, milyon çeşit bitkiden bir tanesi. Coğrafi keşifler sırasında farkına varılmış ilk.
Geminin kaptanı erzak ve su depolamak için bir adaya yanaşmış. Bu ada daha önce hiçbir insan ayağının değmediği, bakirliğini koruyan sadece hayvan ve bitkilere ait bir adaymış. Devasal ağaçlar, kimliksiz hayvanlar ve onca bitki ile dolu bir ada. Karanfil de o adada yaşamını sürdüren kendi halinde bir bitkiymiş, insan elinin kirletmediği bir bitki.
Meraklıymış içi içine sığmayan kıpır kıpır bir bitki
Hüznün makamı cennet olsun.
Sevgi kutsasın onu.
Balçıkla sıvadığım ömrümün güneşi soldu.
Ölümün en ücralarında,
Bir morg da,
Yalnızlığı bile hissetmez artık.
İlk nefesle başladı herşey...
Neyzenin ensturmanıyla son buluşması kadardı hüzün...
Maviydi sesi..
Kaşımın altına kocaman bir yara
gelinceye kadar güzeldi gözlerim
Yara gitti yarası kaldı...
Canımı sıkan bu duruma müdehale edememem,
Yada ne bileyim böyle olmaman...
Yani öyle bir durum olmalıki;
Öyle olmalı ki,
Burası farklı bir zaman olmalı.
Zaman olmamalı,
Hüznüm,
Yaşamın arka bahçesinde
Kör bir çocuğun gözüne takılıp hissedilmeyi özlüyor.
Azrail ile işbirliğinde,
Ölümün arkasında,
Korkak,
Uykusuzlar uyuyakalmışken yorgunlukların saltanatında düşler vezirlik yapardı göz kapaklarına.
Doğmamış bebeğin kulakta bıraktığı sedanın sarhoşluğuyla fırladım yatağımdan.
Ayağım bardağa takıldı,
Kalbim kırıldı,
Kan revan sular altında;
Hatır gönülün karışmayacağına karıştı doğmamış yaşadı.
Tespihi sallamayı bilmezdi ve de silah çekmeyi. Kavgalarını dillendirmezlerdi meyhane köşelerinde ve de sevdalarını…
Naralar atmadan sokak aralarında, kavga aradılar uğruna ölebilecek, sevda uğruna yaşanacak. Paranın geçmediği günlerde yaşadılar onlar, üç kuruşa satmadılar sevda ve kavgalarını…
Parayla satın alınamayacak sevdalara özlem duydular, paranın satın alamadığı sevdalara. En fiyakalı arabalarda hava basıp sokak aralarında namusa göz dikmek değildi hayat. Elalemin namusunu dillendirmek değildi kahve köşelerinde, karşı durdular tüm pisliklere…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!