Haydar baba Şiiri - Ahmet Cemil Atay

Ahmet Cemil Atay
196

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Haydar baba

Haydar baba

O köşe başında o kirli tabureler
Üzerinde unutulmuş fikirler
Eski meyaneci mi-kumarhane efendisi mi
Bilinmezliği sessizliği
Sakalında kalmış kırıntılar
Nede efe duruşun var
Ellerin sigarayı tuttu mu
Kalın dudaklarında susarlar
Susuzluğunda bir akşam üstü
Esnaf-sanatkar-
Senin köşe başında buluşurlar
Bir baktın mı
Kaçışır kelimeler
En artist olanlar servise bakarlar
Küflü çaylar
Lokanta yemeklerinde
Süslü tatlılar
Bir kız geçti mi
Karanlığında gölge olur ocağın
Gölge olur varlığı haydar babanın
Uflar puflar
Dizisine dalar
Pazartesilerin
Küfreder arsız kadınların
Yalan hikayelerine
En çok İtalyan pasta tarifleridir
Gözlerinde o ev özlemini alevlendiren
O çocuksuz –kadınsız yılların
O koca ellerde
Tütün kıvamında ufalanışına
Neden.
O keyifsiz akşamlarda
O siyası naralarda
O nefret tomurcuklarında
Haydar babanın
Hep yaşamadığı
Babalığının izleri var.
Hey gidi koca haydar baba
Bir nefes iki dirhem kutun
Bir yastık bir örtü
Taburelerin koynunda geceler solumuşluğun
Bir terk-i diyardır
Bir zevktir kayboluşun
Gölgeli çay ocağı
Kırık dökük sıcaklığı
Eski çay ocağı değil orası
Bilirim
Haydar babasız çekilmez
Nerdesin bilinmez genç ihtiyar
Bilinmez yaşlanıp kaldın mı?
Göçen kervanların ardından
Yaşlı gözlerinle
Yalnızlığı bu sefer gerçekten
Tattın mı…

Ahmet Cemil Atay
Kayıt Tarihi : 27.5.2008 11:51:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


HAYDAR BABA Fatih- Edirnekapı- Köhne bir çay ocağı Sadece yürüyorum… O sessiz akşamların ardında, o köşe başında, o bir gün minibüs köşesinde gördüğüm kahve gözlü boyacı çocuğun gözlerini tekrar görmeyi beklediğim yerdeyim. Balıkçıya çıkan dar sokakta, ardımda yanıp sönen odamın en mahremine her gece göz kırpan boynu bükük gece lambası, yürüyorum. Arkasında gölgemin bıraktığım günün yorgunluğu, fabrika köşelerinde tozlanmış süet ayakkabılarım, ayağımın takıldığı siyah poşete aldırmıyorum, yarı yağmurlu akşamüzeri küçük su birikintilerine bata çıka ilerliyorum. Gözümün önüne sabah ezanında bir süvari birliği edasıyla Edirnekapı’dan kalkıp İstanbul’a dağılan arabalı-süpürgeli çöpçüler geliyor, nede sesliler. Geçen gece köşe başındaki meyhanede çıkan kavga sonrası caddede yuvarlanan tabureler ve zavallı çocuğun ağlamaklı sesi önümde, yürüyorum. Ardımda çirkin vesikalıklarımdan birini camına yerleştirmiş pis bıyıklı, estetikten yoksun o eski fotoğrafçı, sigarasını tüttürüyor oynak kadınların kıvrımlarında kaybolurken gözleri. Ucuz yemeklerin yapıldığı, bayat çayların elden ele dolaştığı yemek sonralarının ikinci sınıf lokantası, o da diğer köşede 24 saat ışıkları yanıyor. Yürüyorum pek de uğramadığım mahalle camisinin merdivenleri gözlerimin önünde yürüyorum, bir köpek sesi kovalıyor bir kirli kediyi, önümden geçiyor, yürüyorum kirli perdelerinin açık kapısından giren hafif rüzgarla savrulduğu köşe başındaki o karanlık dükkana, yürüyorum, gözlerim tüten çaydanlığın buharında. Giriyorum oturacağım taburenin koynuna. - açık bir çay baba… Ah yine olmadı, nerde kalmıştı ayaklarım, sağlı sollu ilgilenmediğim birkaç dükkan, dar kaldırımlar, eve aldığım ikinci el gece lambasının mimarı elektrikçide kapanmış yerinde o beyaz saçlı, gözleri bozuk, kulakları pek ağır işitir yaşlı terzi amca, her pantolon paçasında içime korku düşürür, yürüyorum elimde bir yarım cıgara. Susuyorum hiç uğramadığım diğer köşe başındaki ufak çay ocağına. Kirli maslarıyla, kirli sakalıyla haydar baba, garipler, şehirde kaybolmuş esrarengizlerin uğrak yeri, yabancı değilim demli çayına, yürüyorum kollarını açmasa da o garip tebessümü parlıyor yüzünü kaplamış sakallarının ardında. Bekliyor hikayesinin onu bulmasını, çay ocağı, önünde haydar baba. Yürüyorum pek de uğramadığım mahalle camisinin merdivenleri gözlerimin önünde yürüyorum, bir köpek sesi kovalıyor bir kirli kediyi, önümden geçiyor, yürüyorum kilsi perdelerinin açık kapısından giren hafif rüzgarla savrulduğu köşe başındaki o karanlık dükkana, yürüyorum, gözlerim tüten çaydanlığın buharında. Giriyorum oturacağım taburenin koynuna. - bir orta kahve baba… Galiba bu dükkanda ben hiç kahve içmedim, içeni de görmedim, yine mi olmadı yani? O zaman baştan alalım. - Şöyle demli bir çay baba… Çay dimdik bir vücudun kocaman elleri arasında küçücük kalmış yarı temiz bir bardakta gelir hep, yine öyle geldi, kimler var kimler yok. Hiç tanımadığım yüzler, köşede eski bir yarım hat altında azınlık partilerden birinin ince reklamını taşıyan eski bir takvim, siyahlı beyazlı sakalları göksüne uzanır halde, koca burunlu, koca ağızlı, tabiri caizse koca kafalı biri haydar baba. Koca ellerde ona it hani bana çay getiren eller. Düşünüyorum esrarengiz olan acaba elinde çekirdek paketi, sakalının üzerine tükürdüğü artıklarıyla bir pembe dizinin peşine düşmüş haydar baba mı yoksa, bu köşe başına sıkışmış 4 masa bir iki katı kadar taburesi ile bu sessiz ocak başımı? Yoksa yolunu kaybetmiş ben miyim. Ne dersin haydar baba diyorum gülümsüyor, laf atıyor dizide kocasını aldatan kadına, o sırada ezan okunuyor, tövbe tövbe diyor, her şeyi bırakıyor geride, namaza koşuyor, ne garip adam değil mi? Paçaları ayakkabılarını açıkta bırakacak şekilde yukarı katlanmış yada o şekilde kesilmiş durumda, yaşlılığın verdiği bir kamburdan çok hayatın yüklediği bir kamburu andırırı biçimde hafif eğik yürüyor. Kafasında sürekli bir şeyler var muhtemelen o gür sakalların üstünde kel bir kafa duruyordur ama onu da henüz gören yok, abdest alırken arkadaşları görürmüş sadece, gerçi herkes de bakamazmış korkudan tersler diye, o da yürüyor o diğer köşe başındaki o mahalle camisinde kendine ayrılan yere.her namaz vakti aynı sahne olur bu küçük dükkanda, herkes de rolünü bilir, ona gör oynar, kızdırmaya gelmez haydar babayı. Kalkın der bir Cuma vakti sela okunduktan bir vakit sonra beklemeden ezanın yankılanışını fatih sokaklarında, yarım kalır çaylar, ayrılır sessizce bütün tabureler, toplanır masaların etrafına, bir iki yeni gazete gözükür kapalı çay ocağının camından, ocağın buharı camlara yapışır görülmez olur bazen hiçbir şey, hele de kapalıysa perdeler, kapalıdır çay ocağı Cuma vakti. Komünist de namaz kılar, kıvırcık saçlarıyla oynar dalga geçerken haydar baba, kendi çayını da doldurur komünist,haydar babanın çayını da, pek sever haydar baba onunla uğraşmayı, dalaşmayı kelimelerle. -Bir çay kap ordan! - sağ ol baba benim çayım var - kendine değil bana kap - ha! Oldu tamam baba. Bilgilidir, kadim bir duruşu vardır, boylu poslu, soylu ama huysuzdur bu ihtiyar, kumarhanesi varmış eskiden evliymiş çocukları varmış, kumarhaneyi kapatmış, baba döndü derler, sonra muhtemelen terk etmiştir karısı parasızlıktan yada baba terk etmiştir değişen hayatında nereye koyacağını bilmediği karısını o eski huylarıyla, kimse ne sorar ne de haydar baba kimseye anlatır, bildiklerimiz kulaktan doğma, hepsi de neredeyse reisten. Reis balkanlardan bir hava taşıyan IETT şoförüymüş meğer hala bilmem reisliğinin nerden geldiğini, tek bildiğim oğlu şamil haydar babanın en sevdiği varlık, sürekli bir elinde çift kaşarlı tostu diğer elinde çayı yahut soğuk gazozu etrafında döner haydar babanın, reis’den çok unun çocuğu gibi durur ocağın ortasında. Ama ondan daha çok severmiş haydar baba ölen şeyhini.. Haydar babayı değiştiren, daha çok duyduğumuz kelimelerle döndüren bir karate hocası eski bir tekke uleması- şu haliyle haydar babayı andıran, koca sarıklı yaşlı bir adam. Ölmüş. Bazen iç geçirir haydar baba, gençliğim olsa bütün zamanımı ilim irfanla geçiririm der durur, reis de güler bıyık altından, komünist ses çıkaramaz, ya gazete okur yada futboldan konu açılmasını bekler. Bizi sever haydar baba –yabancıları- öğrencilere ayrı bir tebessümü var- hukuk okumasını ister herkesin- adalettir onun için en önemli şey devletlerde- kadı gözüyle bakar bu gariplere. Ne gariptir bu adam, eğrilerle doğruları karıştırır hep. Oturur bazen bir masanın başına altında minnacık tabure, kaplar bedeni bir kenarını masanın elleri masanın üstünde, tütün kutusu, o gün bulduğu herhangi bir kağıt parçası, kalınca sigara sarar. Çekti mi, büzülür yüzü sakallarının ardında, duman bütün dükkanı kaplar, çekerken o kalın sigarayı diğer eliyle ikinciyi sigarayı sarmaya başlar. Peş peşe içmeye başlar ondan sonra, taki kutusuna tütünleri yeniden doldurup kalan kağıt parçasını üzerine katlayıp o eski rafa kaldırana kadar, bir iki de kitap vardır rafında, o eski kalın ciltli okunmayanlardan. Kimse istemez tütününden, kimseye de ikram etmez zaten, o küçük kutusunda tütünü ve o gün bulduğu kağıt parçaları vardır, acaba başka neyi vardır diye merak eder oturan köşesinde o garip ocağın. O kutu o eski püskü haliyle günlük tıraşını aksatmayan arada bir dükkana uğrayan o emekli albayında göz ucunda bir merak imgesi olarak kalmıştır. Beklide aklından kaç defa gece bir baskınla kutuyu ele geçirip bütün varlığını deşifre etme planları kurmuştur ki tabi yorgunluğu taburede uyuklamasına kadar varmadıkça, uyuklar taburede bazen yaslanıverir arkasına, haydar baba da bazen böyle uyuklaya verir geceleri pek uyumaz sanırım. Hep yorgunluğu vardır kararmış gözlerinin şişkin halinde. Ah tütününü sarıyordu değil mi haydar baba, ikincisini. Bir çay daha ister içerken o sıcak çayı. Kulağı konuşmalardadır, haydar baba yine kadınlara laf atar köşe başında kara çarşaflarıyla geçen ama bu küçük dükkanı gördüklerinde yüzünü dönen. - bütün esnafla haşır neşirdir bunlar ama babaları yaşında beni görünce çevirirler yüzlerini der. Kızgındır bu yaşlı adam bazen bir gölgenin ardından yahut bir gölgeden çıkan birkaç anlamsız kelimenin ardından, dudakları dışarı fırlarcasına konuşur konuşurken, burnu da konuşmalardadır sanki, derinlerden boğuk bir ses çıkar, çıkarken de bir tutam dumanda beraberinde gelir, tükürecekmiş sanırsınız bazen. Reisle konuştuklarında bir garip sessizleşir haydar baba, suskun bir çocuk gibi olur bazı anlarda bazen kadim bir yaşlı gibi, uzun sarar sigarasını düşünceli olduğu anlarda, ayak ayak üstüne atar, koca ayaklarının ucunda topuklarına bastığı garip ayakkabıları vardır her zaman, ayakkabıyı ayakkabı gibi giymez. Reis sıradan şeylerden bahseder çok önemli mevzuları anlatır gibi, ona buna küfreder, sonra haydar baba gibi tövbe eder, kucağına alır şamili, onun arkasına saklanır sanki, korkar gibi haydar babadan ama haydar baba da ses çıkarmaz ki reise,. Başkaları hiç konuşmaz bu ikisi konuştuğu vakit, sadece kendini bilmezler bağrışır o kara kutudan. - Bende seni seviyorum Lauren Der yaşlı Brezilyalı çapkın. Çok mudur bilmiyorum haydar baba hakkında anlatılacaklar ama masal tadında bıraklımalıdır sanırım, bir tatlı son olmasa da bağlanmalıdır satır sonlarına doğru. Hem ne anlatıla bilinir ki küçük bir çay ocağı hakkında, bir yaşlı çaycı hakkında, oysa o ne kadar çok şey anlatırdı. -Çocuklar, Der başlardı konuşmaya, özleminde olduğu insanalrdan gördüklerinden bir harman yapardı, biz ne olsa dinlerdik zaten, severdik haydar babayı. Ama sadece akşam sonraları. . Bir gün elinde büyük bir kutuyla gördüm haydar babayı, sessizce dükkanın içinde yer arıyordu sanki, oradan alıp oraya koyuyordu, sıkkındı canı, keder taşıyordu sanki, insanların görmesini istemediği şeylerini doldurduğu bir kutu gibi, meğer nesi var nesi yok o kutudaymış, Merakımı giderememişti o eski küçük odadan haydar babayı çıkaran ev sahibi albay amcanın, bizim, diğerlerinin, ama artık evsizdi haydar baba. Bir başka yaşlıydı sanki bu günlerde, yüzündeki o tebessüm solmuştu, hastalıklı bir hali vardı, üzülür müydü haydar baba böyle bir şeye. Üzülürmüş. Gırtlağını patlatırcasına köşe başında mevsiminde balık diğer zamanlarda sebze meyve satan o kirli yüzlü kısa boylu tombulca pis bıyıklı adam hiç uğramazdı, o gün o da ordaydı, ona mı kızmıştı yoksa. Kimseye değil kendine kızıyordu galiba haydar baba. Kimsede bir şey soramazdı ya, sessizlik vardı bir zmandır kuçücück dükkanda, soğuktu zaten sinekler bile uğramazdı. Etrafta herkes pervane olmuştu, bir oda bir sıcak yuva bakılıyordu haydar babaya, zor beğenirmiş ama haydar baba reis öyle söylemişti, istemezmiş başkalarının istediğini, battaniyesi de vardı kutunun üstünde, pijamaları da zaten. bir sürü yer bulmuşlar, gururda yaparmış, istememiş. Dükkanda yatıp kalkmaya başlamış. Bir yıkım başlamıştı sanki o zamanlarda hissetmiştim, raydan çıkmıştı rayda olanlar. Rayında olanlar. Ama pijamalarını giymezdi dükkanda,, elbiseleriyle yatardı taburelerin üstünde üzerinde o ince battaniyesi, yalnızdı haydar baba benim gibi yalnız, anladım ki ben yalnız değildim aslında kutusuyla haydar babayı gördüğümde, o yalnızdı. Üzülürdük haydar babaya, o haline, sigarayı da az içer olmuştu, maçlardan önce ve sonra yorum yapmaz oldu sonra, futbolcuların isimlerini saymamaya başladı sonra, sonra siyasi tartışmalardan da uzaklaştı, dizilerin peşini bıraktı. En son bir pasta tarifi yapılırken bir ahbabıyla tarife dalmışken görmüştüm haydar babayı. Uzun zamandır televizyonda izlemiyordu aslında, o gün garip bir hüzün vede gölgeli bir tebessüm vardı yüzünde. İki yaşlı ve ben vardık.. Tarif sonrası, - şimdi bunu yiyemeyeceğiz ya bir yerimiz şişmesin ihtiyar - şişmez şişmez, hem bir işe yardığımı var. - Olur mu işiyoruz ya, hem onun varlığı yeter. Sonra göremedim haydar babayı, göremedik sakalını, dikilişini köşede dalışını o saçma sapan dizlere, nutuk atışını, gülüşlünü üzülüşünü, çay ocağını unuttuk, çay ocağıydı hayatta tutan haydar babayı, esrarengiz olan hangisiydi acaba hala bilmiyoruz, ikisi de yok şimdi. Kiralık dükkan yazmışlardı, sonra bir başka çay ocağı açıldı, çok sürmedi kapandı, içinde yeni tabureler var ama kaynamıyor ocağı, haydar baba yı başka bir çay ocağında görmüşler geçen, dolaşıyormuş, arıyormuş kaybettiği çay ocağını, tebessümü mü? O yokmuş artık, pek de konuşmuyormuş.. Şehre küsmüş. Susmuş. Muharrir-i fakir.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ahmet Cemil Atay