Hasan Hüseyin Arslan Şiirleri - Şair Has ...

Hasan Hüseyin Arslan

Uzandım uykum tutmadı, tedirgindi her zaman ki gibi yüreğim. Hafta sonu temizliğinin ardından yorulmuştum, üstüne üstlük bir de ağır bir kitaptan (Ethnolojik Dönüşüm) bir kaç etraflı ve derinlenmesine incelenmiş kültürel makaleler okumuş ve günü kapatmak istemiştim. Kafamdaki düşüncelerim, Alman birinci veya ikinci kanalından bir güzel filim seyrederek koltukta pinekleme arzusuydu. Bir filime de baktım, çok gerilimli baş rolleri oynayan iki erkek oyuncu da kurşunlara hedef olarak filim sona ermişti. Filimde mutlu bir son yoktu, kadın arakladığı altıyüzbin €uroyu kanının son damlasına kadar savunarak yurtdışına kapağı atmayı başardı başarmasına, ama sevgilisi de mezarı boyladı maalesef. Filim bitince bu gerilimle pencereyi açtım biraz temiz hava soluyarak elimi uzattığımda havanın nemli ve termometrenin dokuz dereceyi gösterdiğine tanıklık ettim.
Canım dışarıya, kendimi sokağa atma hissiyle beni dürtülerken birden kendimi dışarıda buldum. Yağmur çiseliyor, gece ilerliyor. Sadece kalın giyinmişim ve kapşonlu sımsıcacık bir anorak var üzerimde.. Uzun yıllar önce yine böyle bir günde Hollanda da yaptığımız yürüyüş aklıma geldi ve yine kendimi bu gerilimli filimden sonra hüzünün içinde buldum. Caddeler yağmura rağmen gündüz gibiydi. Laterneler binbir çeşit ışık huzumeleriyle sokakları aydınlatıyor du. Yaklaşan Noel atmosferinin vermiş olduğu sevinçle, bazı balkonlara da Noel ışıklandırma süslemeleri dansediyordu. Yağmur çiseliyordu, huzur veren bir acı eşliğinde ve ben kendimi bir plüvofil gibi değil, resmen bir plüvofil olarak görüyordum. Birden bu hissin neden bu kadar çalkantılı bir akşamda beni sarmalladığını da anlayacak kadar kafa yorma gücüm yoktu. İçimden kendi kendime ve yoldan gelip gidenlere „işte bendeniz Hasan Hüseyin Arslan, bir plüvofil olarak karşınızdayım“ diyordum. Duyan ve aldıran yoktu, tramvaydan inen son yolcular hızla çiseleyen bu tatsız havayı bir an önce sıcak evlerine ulaşarak dağıtmak istercesine hızlı adımlarla uzaklaşıyorlardı … Bense bu havadan resmen hoşlanıyordum, ellerim sıcak cebimde, plüvofilli düşüncelerin resmi geçidini kafamda yaşayarak karamsar ve melankolik atmosferi dağıtmaya uğraşıyordum. Bu terime boşuna bu misyon yüklenmemişti. Huzur buluyordum ve en azından ağladığımı kimse hissedecek kadar da beni tanımazdı bu durumda! Güneşli havaları sevdiğiğim kadar gri bulutların yer yer de sıyahlaşan bir gökyüzüyle savaşması beni şu anda ki ruhumla dinlendiriyordu. Son üç yıla yakın bir süredir huzur bulmayan bir ruh haline bir Eda Karaytuğ: Tükendi Nakd-i Ömrüm ile sadece destek olabiyliyordu. Ama bu akşam daha başka bir akşamdı. Bu havada hiç hissedemediğim mutluluğa yakın hisler devreye girerek beni alıp kestaneli yoldan uzaklara sevk ediyordu. Yağmurla beraber ortaya çıkan toprak kokusunun ve damlacıkların yanaklarıma, tenime ve ruhuma vuruşu bayıltırcasına bir tat veriyordu. Gece ilerliyordu. Yağmur suyunun tadı içilecek en temiz su olduğunu bildiğim için çekinmeden dudaklarıma dokunan damlaları yudumluyordum. Ellerimi hüzünle havaya kaldırarak yanıbaşımda ki eksikliğin hisleriyle avunuyordum. Köpekle gezen hiç tanımadığım birisi „iyi akşamlar“ sesiyle beni bir maral gibi uyandırdı daldığım hayallerden. Ben, yine bulutlarla başbaşa kalarak beni sevindirdikleri için bu gri bulutlara, nemli havaya, çiseleyerek yağan yağmura binlerce defa teşekkür ederek yoluma devam ediyordum. Bu gün, bir plüvofil olmanın keyifini çıkarmaya çalışıyordum. Bulutlarla sohbet ederek yoluma devam ederken; „bu zor günlerin geçeceğine ve belki de yeniden güzel günlerin baharla beraber bana uğrayacağı“ umuduyla devamlı yürüyordum. Elbette her krizin, her zorluğun, her düşüşün bana yeni fırsatlar vererek önümü açacağına da inanıyorum.
Genel olarak insanların büyük bir bölümü kapalı ve yağmurlu havaları sevmezler, ama bir plüvofil olarak bu benim için istisnai bir durumdur. Birisi önüme çıksa ve „kardeşim sen manyakmısın, gecenin bu saatinde, bu nemli, insanı uyuz eden bu havada ne işin var dışarıda git evine otur sıcak kaloriferine sırtını dayayarak“ dese bile bu söylme benim için bir şey ifade etmez ve edemez. Çünkü, şu an da ben, benim anımı yaşıyorum, griliği seviyorum, bu damlalar bana insanlardan daha çok güven vererek mutlu olmama vesile oluyorlar, bunu anlamak için alim olmaya da gerek yoktur kanımca diyere bir izlekten yönümü ormana veriyorum gecenin huzurlu karanlığı içinde. Gokyüzü tüm griliğiyle geceye hükmederken bende ona hükmederek huzurun içinde adımlıyorum. Sonra neden en sevdiğim havanın yağmurlu ve kapalı havalar olduğunu son bir yılda değişen kişilik hislerimle ve kendimi yeniden tanımaya başladığımda keşfettiğim için bunun benim için özel bir durum arzetmediğini kanısına da varmış oluyorum böylelikle …

Yağmuru sevmenin, güneşi sevmenin, denizi sevmenin ve Kuzey Okyanusu kıyısında Zandvoort’da dalgaların ta boğazına kadar gelerek seni sürüklemesi, hatta öldürmesi bile şu anda bana normal geliyor. Kendimi anlamkata güçlük çekmiyorum, belki sadece anlatmakta güçlük çekiyorum diyerek devam ediyorum yoluma. Yadırgamıyorum kendime, hayretlere de düşürmüyorum, sıradan ve normal bir yaratık olmanın dayanılmaz hafifliğine dayana dayana eski çalıştığım işyerini tabelasını yeniden okuyorum ve devam ediyorum yoluma! Ruhumda daralma yerine, enerjik bir hal var, bu hava, bu yağmur damlaları beni evime göndermek istemiyorlar. Her damla ayrı bir dil konuşuyor. Elementlerin her biri şu anda bu damlacıkların atomunda ve yörüngesinde ki yerlerini alarak proton olarak bana damlıyor sadece. Bu kadar proton izotoplarımda başıma tatlı bela olurken yağmur çiseliyor ve evler ışık kütleleriyle gülümsüyorlar yüzüme. Yeni yapılmış son derece modern bir binanın balkonun da iki kadın sigaralarını tüttürerek hararetli hararetli konuşuyorlar yeni yıl hediyeleri üzerine. Belliki onlarda Noel telaşı başlamış. Ah diyorum içimden, hep birilerini mutlu etmek için uğraşan biz insanlar, neden kendimizi de mutlu etmek için uğraşmıyoruz diye sitem ediyorum bir anlığına plüvofilliğimi unutarak. Ve birden silkeleniyorum, “gerginlik yapıp kendini lütfen strese sokma Hasan Hüseyin” diyerek uzaklaşıyorum kentin içini düşünerek. Yüreğim nehire kadar yürümek istiyor, butün içimde ki her türlü pisliği silkelemeye çalıştığım şu “kadim dost Main Nehiri”.

Devamını Oku
Hasan Hüseyin Arslan

Geceler, ilaçtır yaralarıma
Yaralarım konuşur hücre hücre onlarla …
Geceler, süslenir yıldızların gülleriyle
Mehtap sevdaya benzer gökyüzünde
Geceler, söyler bütün beklentilerimi
Sessizce konuşarak silkeler içimi

Devamını Oku
Hasan Hüseyin Arslan


Bir dağ başında, bir kayanın gölgesinde
Uzanmış seyrediyoruz beraber gökyüzünü
Başın dizlerimin üstünde
Ve başlıyoruz ümitle güne
Günaydınlar yeryüzü,

Devamını Oku
Hasan Hüseyin Arslan

İnsan insanı acıtıyor muşmeğer. Bazen bilmeden bazen de bilerek! Ya da giderek! Ortada hiç bir sebep yokken, oratdan kaybolarak, halkın deyimiyle „biraz zora geldimi sıvışarak“ ortadan yok olmak!

„Kayıplara karışmak, sırra kadem basmak, toz olmak“ gibi bir çok anonim sözler topluma yerleşerek insanların birbirlerine olan güvensizliklerini veya güvenilirlikklerini bu ve buna benzer birçok sözcükle dile getirmişlerdir.

Tabi ki, John Locke’nin de söylediği gibi; bize içinde yaşadığımız toplum aracılığıyla „duyusal girdiler“ etki ederek beynimizde ki boşlukları bu toplumsal etkilenmelerle doldurarak ve sonra da sorgulamadan üzerimize alarak yaşam biçimi ediniriz ve bundan da toplumsal bireyler, kendi üzerine aldıkları yanlışları doğru kabul ederek „gelişigüzel“ yaşarlar/ yaşarız. İleriki gelişim yıllarından bu yanlışlardan, toplumun bize zorla kabul ettirdiği; normlar, örfler, adetler, alışkanlıklar, gelenekler, görenekler, … yaşam biçimi olur maalesef. Bu yukarıdaki toplumsal baskı araçlarından kurtulmak ise artık psikolojik krizlerin, toplumsal sorunların, sınıf savaşlarının bir çelişkisi olarak orataya çıkar ve dayatmalarla kendini var etme savaşı verir.

Devamını Oku
Hasan Hüseyin Arslan

Mazi de kaldı şimdi
O sevinçli ve neşeli günler;
Günler ki,
acıdan içimizi inim inim inletirler
Günler bazen güzeldirler,
Bazen de cehenneme benzerler

Devamını Oku
Hasan Hüseyin Arslan


Her şeyde bir hüzün var,
Dizeler hüzünden doğar!
Akşamlar hüzünle başlar
Ve gecelerde buram buram
Hüzün akar!

Devamını Oku
Hasan Hüseyin Arslan



Sevdim seni boydan boya,
Uzanıp gökyüzünü seyrettiğim
Bir söğüt ağacının gölgesi altında
Gözlerin adım attı bahara

Devamını Oku
Hasan Hüseyin Arslan

İsviçre’den Sant Gallen’e

İsviçre, 26 Kantondan oluşan, fedaratif bir devlet olduğu gibi, beş dilin konusulduğu, dört dilin ise resmi dil olarak kabul edildiği çok kültürlü bir dağ ülkesidir. Federal devletin resmi merkezi, yani başkenti Bern’dir. Denize kıyısı olmayan tamamen Alp ve Jura Dağları ve İsviçre Platosu arasında bölünen, derin vadi ve kanyonların, sarp dağların arasında parçalanan, 41.285 km²‘lik yüzölçümüne sahip olan bir ülkedir. Ülkede Alp Dağları kayalıklarla ormanlar arasında kalan ovalardan oluşsa da, Alp Dağları bu ülkenin ovalarından daha fazla bir yüzölçümünü işgal eden doğanın en zor koşullarına direnen bir ülke durumundadır. İsviçre demek, sadece dağlarıyla değil, kentleri, ırmakları, tünelleriyle de dünya da önemli bir konuma sahip olan kendine has bir çok özelliği, peyniriyle dünya da nüfusunun küçüklüğüne rağmen önemli bir ekonomiye sahip ülke özelliğiyle de ünlüdür.

Bu yüzden ülke nüfusunun büyük bölümü şehirlerde ve platolar çevresinde ki köylerde ve kasabalarda toplanmıştır, ve nüfusun %75’i buralarda yaşamaktadır. Dünya küresel kentlerinden Genevre ve Zürih de bu ülkededir. Avrupa Topluluğu‘na üye olmayan, ama Avrupa Topluluğu’yla çok uyumlu bir siyaset izleyerek kendini de izole etmekten korumaktadır. Silahlı tarafsızlık İsviçre’nin siyasal tarihinde önemli bir öneme sahiptir. Resmi olarak tarafsızdır ve 1815 yılından beri hiç bir savaşa doğrudan doğruya katılmamıştır ve çok geç bir şekilde Birleşmiş Milletlere 2002 yılında üye olmuştur. Bütün bu görünürde kendini gizleme siyaseti izlemesine rağmen çok sayıda uluslararsı barış girişimlerinde bulunan organizasyonlarada ev sahipliği yapmaktadır. Savaşların ise saklı taraftarıdır. Silah sanayisinde, askeri malzeme üretiminde, diktatörlerin paralarını sakladığı bankalara sahip olma özellikleriyle ve Yahudiler’in İkinci Dünya Savaşı sırasında talan edilen mallarını ve zenginliklerini, özellikle altınları hırsızlama konusunda şaibesiyle de ilgili karanlık taraflar hiç bir zaman aydınlatam eğilimi göstermemiş ve gelecekte de göstermeğe meyilli degildir İşviçre.

Devamını Oku
Hasan Hüseyin Arslan

Bu gün Facebook üzerinden değerli bir arkadaşımla güven üzerine sohbet ederek bu konu üzerinde farklı farklı düşünmüş olmamıza rağmen, ben, güvenme konusunda her zaman ki sadeliğimi koruyarak ve çocukca bir naiflikle herkese güvendiğimi ve de güveneceğimi bir kez daha hem kendime hem de bu arkadaşıma karşı teyit ettirerek güvenmenin insan yaşamının bir parçası olduğu kanaatimce dogrulamaya çalıştım. Benim tezim, güvenmenin de güvensizlik gibi insanın kendi iç dinamiklerinden ve tecrübelerinden kazandığı bilgi ve birikimi sonucu çevresine karşı duyarlı bir incelikle ve anlayışla var olma gerçeğinin kabullenişi olarak tanımlıyorum ben güveni.
İnsan güvenmelidir; çevresine, arkadaşlarına, komşularına, dostlarına, dost olmadıklarına, … Güvenmelidir çocuk saflığında, ince bir ruhla, ruhu bütünleyen nezaketle, güvenmeldir bütün medeniyetlerin medeniyeti adına. Çünkü güvensiz insanlar korkak ve şüpheci olurlar, sürekli kendilerini sterilize ederek izole bir yaşam sürmeyi denerler ve ruh sağlıkları sorunludur bu insanların.
Ben, herkese, sayfamda olup bu yazıyı okuyanlara, okumayanlara, beni kıranlara, bana küsenlere, darılanlara, güveniyorum incittiklerimede, incidiklerimede, güveniyorum caddice, içten, samimi bir iyi niyetle! Güveniyorum, dağın bulutlara güvendiği gibi! Herkese, ama herkese. Çünkü güvenmek cesaret ister, cesaretli bir yürek ve yanılmayı göze almak uğruna bir yaşam biçimini insanın kendi özüyle bütünleştirmesidir! Güvenmek etkili bir silahtır insanın kendine verdiği sözler adına. Aşağıdaki şiiri sayfa dostlarıma ve beni arkadaş bilen herkese samimi bir güvenle armağan ediyorum Pazar günü hürmetiyle!
Çünkü birisini yanıltanlar, aldatanlar, güvensizlik yaratanlar mutalaka, er veya geç kendi yanılgılarını kavrayarak gereçeğe ulaşacaklardır. En cahil insandan, en bilgili alime akadar bütün insanlar her işe güvenerek başlarlar. Güvensizlik bütün hayal kırıklıklarına rağmen sığınacağımız tek gerçek gönül kütüphanesidir ve o olacaktır her işe yön veren.
Ve güveniyorum sizlere sonsuz bir saygı ve sevgi adına! Nedensiz, sorgusuz, beklentisiz, beğenisiz bir iyi niyetle! Güveniyorum, beni kendi gibi bilenlere, bana kin bileyenlere, sevenlere, sevmeyenlere, sayanlara, nefret edenlere, dostca el uzatanlara, elleriyle dostluğumu kavrayanlara, gözleriyle kötü görmeyi unutanlara, önyargısız ve amansız bir iyi niyetle, güveniyorum, dostca, ama dostca! Dost kalın dost olun ve dostca sevin ve sayın. Yoksa sevilmezsiniz, sayılmazsınız ve güvenilmezsiniz!
Güvenirim ben,

Devamını Oku
Hasan Hüseyin Arslan

Alçakgönüllülük gurudan, kibirden ve egoistlikten çok daha üstündür.

Alçakgönüllülük ruhun içinde yaşadığımız sistemin pisliklerine, çirkeflerine, dayanılmaz dalaverelerine karşı onurlu bir duruşu sergileme sanatıdır. Kişiliği, insanın kendi içinde yarattığı devrimci mütevazilkle ödüllendirme ve dik durma kabilyetinin olgunluğuna erişme nezaketidir.

Alçakgönüllülük bir insanın yapabileceği tüm özverileri karşı taraftan bir çıkar ilişkisi beklemeden, yüreğiyle ve ruhuyla saygıyla sunmasıdır.

Devamını Oku