Güneş Şafağa Çöküyordu 2

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Güneş Şafağa Çöküyordu 2

Kaybetme korkuları yaşamın içindeyken…
Kaybetme korkularını yaşamın içinde yıllarca süre gelen bir yaşamda var oldukça, fark ettim ki ben benden kayboluyormuşum, acıların içinde git geller ile uğraşırken. Artık şüphesiz bir düşünce oluşmuştu, farkında olmadan ben benden kayboluyormuşum.

Ne yazık ki sevgide, riya ile oynanan yaşamda, sonsuzluk hüsranı oluşurmuş.
Artık senin gitmen, kalmandan daha az bedensel sıkıntı verişindi fark ettiğim.
Paramparça olduğumuz zamanlarda var olduk biz. Sadece sevmeye dahil olalım dedik. Sen geçmişini pusla, ben geçmişle kendi kendime uğraşa girdim. Zaman eskidi kendimle baş etmek sevgi adına çaresizlikti, sevdim dediğimdi, yoklukta nefes alan, oysa bedenlerimiz çürüyordu kendi korumamıza dahil olabilmek için.
Ben sevmiştim, sense kendi çemberinde dönüp durdun. Yaşam bu sevgili parçalara ayrılmış duygulardı gün ışığında gözlerimi karartan.

Hangi köşe başındaydı çaresizliklere bulanmış beden uğraşlarım. Yaşamım,senli nefes almalarla, çaresizliklerle etken oldu düş kurmalara ve ben çoğu zaman kendi düşlerimi kararttım.

An gelir gülüşlerini beklerdim, an gelir sesini özlerdim, sonra, sonra beni sevdiğini söylemeni beklerdim. Huzursuz olup, bedensel sarsıntılarla korkardım, benden uzaklarda olacaksın diye, ardından ayrılıkların korkusu yapışırdı. Bedensel korkularla uzun yıllar geçerdi birbirimize sevdiğimizi söylerdik, an geldi, haykırdık ve anlar geldi gözyaşları ile sevgiye dahil sözler ederken birbirimizi en çok sevdiğimizi haykırdık.

Acılar ve acılanmalar, peş peşe sıralandı uykusuz geceler içinde, bedensel titremelerle ağlayışlara, özlemlere ve özlemlere alışmak kaldı yaşamımıza dahil olan.

Sen sevdiğim, en çok sevdiğim derdim sana, gülümsedin bana, yazları sever, kışlardan korkardık. Uzun olurdu kış geceleri, karanlıklar olurdu yaşamımda. Oysa sen karanlıklardan korkarken, puslu gecelerde yaşaman başladı.
Ve geceler, gün ardı düşlerle parçalarken bizi birbirimizden, yaşam soğuk oldu, yaşamak acılanmalarla doluştu ve ben seni hep severdim, daha çok sever oldum. İçimde karıncalanmalar, başımda uyuşmalarla devam eder yaşam ki sen yoktun. Seni sevmek önce huzur, sonraları ise özlem yarattı ve bu özlem umarım ömrüme uzayacak.

Seni sevmek kurumuş dal gölgesine sığınmaya dönüştü.
Yarın derdik yarın, oysa artık yarınlar yoktu ve kendi umudumuz kendimize şüphe oldu. Sen sevmeden uzak, bense sevme gölgesine sığınma amacımla yaşama dahil olduk.

Yoktun sen, uzakların nefesini almakla geçen zaman beni kendimle konuşur hâlde barındırdı.

Belki de bir yüzleşmeydi bu yaşamın beni buna mecbur edişi.
Oysa korkularım yalnızlaşma ve sessizliğe dahil oluştu şimdilerde ise korkularım yaşamın yalnızlığına dahil oldu sanıyorum.

Sevginin en yoğununun en derinlerde yaşar oluşunu öğretmiştin bana, oysa yaşam daha derinlerde oluşurmuş. Şimdilerde sabahlar pek de erken olmuyor artık…

Önceleri aynı şehrin güneşine sığınmış, aynı şehrin ay ışığında yollarda tükenmeden, yaşamda var olmuş iki insan.

Çoğu zaman geceleri güne yetiştirdiler veya çoğu gecenin sonunda ay ışığı ile birlikte güneşin doğuşundaki ilk kızıllıklarına merhaba dediler.

Aynı anda gecenin uzağındaki ışıklı renkleri düşlediler, çoğu zaman da gün ışığını, gecenin karanlığına saklayarak ertesi gün doğumu sessizliğine ulaştılar.

Birçok sevgi kelimesinin en sınırsızını söylediler birbirlerine “ben seni en çok sevdim” derken, diğeri ona sordu, "bana sevdiğini söyle, sınırsız olsun düşüncelerin, uzaklar olsun en büyük düşlerin ki bu sevdanın yakınlığı birbirlerinden kopuşmasın” derken, “yaşamın boşluğundan uzak kal beni hep en çok sev” diyerek sınırsız bir sevgi özlemini tarif ederdi.

Bana sevgiyi anlatırken, buz beyazından kaç, yüksel tepelerden deniz seviyesine ulaşmak isteyen akar suyun denize kavuşma gibi isteği ile “beni sevme isteğini eşleştir” derken tarifinin hududunu anlamak veya düşleme imkânım yoktu.

Gülümserdim, sadece anlatmak istediğine bir misali kendi ile var ederken, dudaklarını yuvarlaştırırdı “çok” kelimesinin tarifini anlatırdı. Her benzetme sonunda ve “çok” kelimesinin uzunluğunu veya uzaklığını, erişilemez olduğunu “bilir misin” derdi cümle sonundaki anlatım benzerliğine.

Çok sevmek, çok düşlemek gibi bir zaman kavramı idi ve bu zaman kavramını genişletmemi isterdi. Ve derdim ki “güneşin doğuşu ile batışı arasındaki mesafeyi düşün işte sevme kelimesinin tükenmezliğiydi
seni sevmemin bütünlüğü.
Seni sevmem, rastgele zamanları tüketircesine uzayan bir yolculuktur” demem, onu gözyaşlarına
dolandırırdı.“seni sevmem güneş yolculunun tarifi ile açıklanır” derken haykırırcasına “zaman bizi birbirimize karartamaz” derdi.

Oysa zaman kendi içinde düşünceleri parçalardı. Ve ortaya çıkardığı engellerdi yaşamın bu kısmını zorlaştırıyordu.

Güneş şafağa çöküyor. Senle beraber karşılıyoruz, sen yüreğime gömülmüş, bakışlarınla aynı hizada gözlerimiz. Sızıyor güneş ışıkları gözbebeklerime. Düşler kuruyorum an an seninle yıllar süren ayrılığın sızısı artıyor, yüreğimin cidarlarında. "Şikâyetim yok senin yokluğuna," oysa diyorum hep yanımda benimle beraber o ve nefesini hissediyorum senin derken, dalıyor gözlerim şafağın karartısına, sen yoksun aslında ve ben kaderime bir oyuk daha açıyorum acıdan yana.

Kayıp zamanlar bunlar, yıllarla tarif edilen anlar ve sevgi çulsuz bir yoklukla nefes almalarınla senin ismini sayıklarken

Senden bir şeyler hissetmek, bir özlem kesiti daha yüklüyor yüreğime. Senin yokluğun belki de hüznün ağırlığı, oysa gözlerin hiç düşmüyor gözlerimden, delice hissediyorum yokluğunu, varlığımdan ve yaşamı yokluğuna alıştırıyorum nefesinin yokluğu ile.

Yine şafak zamanında başladı geceden sarkan özlem kıvranışlarım. Ne sen, ne ben, bu yalnızlığı hiç hazmedemedik, siyah bir kütle ulaştı hislerimizin önüne. Tüm düşünceleri saklayarak sadece sen görüntülerinin hayali göz diplerimde, seni sevmenin hüznünü yaşıyor hislerim, acıların önünde kıvrılırken.

Ama sen hoş kal yaşamında, ben hissederim.

Bu şehir senli halinle olan huzura hiç benzemiyor.
Alışmışım bir kere varlığınla güç almaya, gidişinden sonra çok soğuklaştı kaldırımlar.

Yüzler yabancı, içimi ısıtacak hiçbir ses yok, Karanlıklarsa, koyu bir sis örtüsünde, yalnızlığım ise boğucu bir sıkışıklarla yüzümde, korku belirtileri yaratıyor. İç huzurum ise donuklaşmış buz kalıpları soğukluk bütünlüğünde.

Bense kendine ürkek yalnızlık nefeslerinde, varlığın yok, kalem izlerin yok, geçmişin tüm unutuluşları sıra sıra bedenime yapışıyor, gariplik şarkıları dilimde, “Suavi” söylüyor, “hasret türküsü” başım darda donuklaşıyor düşüncelerim, Varlığın çıkmazda, kayboluş. Ve sen hâlâ uzaklardaki ses ve nefesinden dökülen kelimelerin izleri unutulmazlarımda.

Şimdi sabahın tan vakti, sen de yoksun, bir cümlene veya tek kelimene hasretin içimde, uzaklarda var oluşunu hissetmem bile gözlerimde garipsenecek yaşlar biriktiriyor.
Ses ver sesin yüreğime otursun ağırlığı, yaşamıma renk verecek, yokluğunu yaklaştıracak bana doğru ve ben biraz olsun gülümseyeceğim, “hasret türküsü’ ne” rağmen yaşamıma renk katacağım.

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 16.2.2020 23:20:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Bu şehir senli halinle olan huzura hiç benzemiyor. Alışmışım bir kere varlığınla güç almaya, gidişinden sonra çok soğuklaştı kaldırımlar. Yüzler yabancı, içimi ısıtacak hiçbir ses yok, Karanlıklarsa, koyu bir siz örtüsünde, yalnızlığım ise boğucu bir sıkışıklarla yüzümde, korku belirtileri yaratıyor. İç huzurum ise donuklaşmış buz kalıpları soğukluk bütünlüğünde.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mustafa Yılmaz 4