Şiir Gurubu Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: İlyas Kaplan
Alan:   Grup:Şiir Gurubu
Tarih: 13.07.2025 20:47
Konu: leylim aman

leylim aman

mavi deyince beyazı geçiriyorduk içimizden
kar deyince erzurumu
biz, memleketini uzaktan sevenler
doğduğu yeri yalnızca türkülerde
büyüklerinin anılarında tanıyıp bilenler
aldığımız ilk nefesi özler gibi
özlüyorduk bir kara parçasını

terk-i diyar eylemişlerin
bizim niye köyümüz yok diyen çocuklarıydık
ben, sen, o, biz…
karşımıza çıkan nostaljik radyolarda
siyah beyaz filmlerde
eski model arabalarda
derin bir mazi gören
ve içten içe zamanın payımıza düşmeyeni
kıskanan
yetmeleriydik

üzüntü bazen insana devrik cümleler kurduruyor
veyahut devrik öyküler yazdırıyor
mutlak son
doğduğumuz andan beri
herkese aşikar olduğuna göre
belki de
yaşamanın öyküsü de devrikti

önemli olan yoldu
evet yol, yola çıkacaktım, çıktım da
gidecektik
yüksek ve karlı dağlara
gri bir şehre
kaymadan yürümeye çalışacağımız tarihi sokaklara
içini ısıtmayı öğrenenlerin üşümediği
çayların limonsuz gelmediği bir yere
masalımsı hikayelerini dinlediğimiz
dadaşlar diyarına

yola koyulduk bir akşam vakti
sisler içinde ilerlemeye alışkın olmayanlar için
uykusuz geçen gecenin ardından
gün doğumunun süslediği karlı zirveler göründü
geniş ve dümdüz ovalar önümüzde
kızıl ışıkların bulutları boyadığı
mavinin ara ara gülümseyerek göz kırptığı
içine düşmüştük bembeyaz bir kartpostalın
nefes alıp veren
bacası her daim tüten kente

indik araçtan
kemiklerimizi sıkıp titreterek kucakladı sabah ayazı bizi
kış gelmişti sahiden
bunu kollarımıza sarılınca hissettik
olsun, insan memleketinde
kara kışı bile sever diyecek kadar buralıydık
veya durumu romantikleştirecek kadar
yabancıydık

yüzlerce yıldır ayakta şehrin duvarları
kim bilir kaç insan girmiştir kapısından içeri
üç beş tane taştı aslında
fakat kaç muharebe atlatmış
kaç insanın hayatına dokunmuştu kim bilir
yine de ayaktaydı

kendi lisanında bir şeyler anlatıyor bize
sesimizi perdeliyor
duymamız gereken her şeyi
yürüyoruz
geziniyoruz.
yüzlerce çeşit arasından birkaç şey beğenip almak
hakkımızdı elbet

çıkıp gidecektik
nereye mi
tabii ki erzurumu çarşı pazar gezmeye
bir şey
evet bir şey
ayak seslerinin, tempolu gürültünün arasında
sakince zamanın akışını tersine çeviren bir şey duydum
memlekete ayak basınca dinlemeyi unuttuğum
o memleket türküsünü
o tınıyı
herkesin bildiği
herkesin duyduğu
herkesin sevdiği
benim biraz daha çok sevdiğim o ezgiyi

bir dükkandan geliyordu ses
gösterişsiz tabelası yüzünden
yanından öylece geçip gittiğimiz yere
kimin seslendirdiğini çıkaramadığım
sözleri beni kendine çağıran
o türkü yüzünden
geri döndük

cam kapı açıktı
içeri girdik
yaşlı bir amca
tezgahın arkasında
pürdikkat
elindeki tespih taşını yaralıyordu
ufacık noktalarla

fark etmedi bizi
bir tane bilekliği gözüme kestirip
nu ne kadar
diye sorduğumda kaldırdı kafasını
söyledi fiyatını
alayım… dediğimde yüzüme baktı
kırk yıllık dostunu görmüş gibi şaşkın
tebessüm dahi edemeyecek kadar bitkin
lakin insanın içine huzur veren bir hale büründü

gözlüklerinin ardında
dolan gözlerine toz kaçtı sandım
anlam veremedim titreyen ellerine
uzun zamandır kapısını açan
ilk müşteri olduğumu düşündüm
duygulandım bende
kızım aldığın bilekliği ver …
biz el emeklerimize hatıra niyetine iz bırakırız
seninkine yazmayı unutmuşum

gümüşe italik harflerle S ve H yazdı
adının ve soyadının baş harflerinden oluşan
bir paraftı galiba
gittim…
iki gün sonra da gittik şehirden
yaşlı amca,
tanıdığım onca güzel insan
memleketim
geride kaldı
damağımdaki harika tatlar
gördüğüm o özel yerler
bileğimdeki oltu taşı bileklik
benimle geldi
ve o meşhur türkü

hemen gittim ninemin yanına
ona aldıklarımı gösterdim farklı bir heyecanla
anlattım yaptıklarımı
mutlu oldu, öptü, sarıldı
gözleri doldu
özlem duyduğu toprağını koklar gibi kokladı saçlarımı
rahmetli dedemi andı
memleketinde geçen son kışından bahsetti
yani o en çetin kışından

dedim ya,
ninem öldü
adı hilaldi
tıpkı benimkiler gibi
yemyeşil gözleri vardı
bembeyaz elleri, sapsarı saçları vardı
bir sandık eşya kaldı ondan geriye
o sandığın dibinde bir tespih vardı
üzerine italik harflerle
S ve H işlenmiş
İçim burkuldu
gözlerim doldu

yetmiş sekiz yaşındaydı ninem
yetmiş sekiz ciltlik bir hikayesi vardı
açıp okuyabilsem keşke dediğim.
keşke satırı geldiğinde sorabilsem
taş işleyen o amcayı
keşke S ve H harfinin kaderlerini
bir kere birbirine bağlayan düğümün
neden çözüldüğünü
öğrenebilsem

neden çarşı pazarı pek sevmediğini
türkülerin gerçek hikayeleri olup olmadığını
bir ezgiye kaç mana sığacağını
bir insanın kaç öyküye bölünebileceğini
bana aceleyle bilet aldırıp
yollara düşüren yüreğimdeki hissin sebebini
ve bu hikayede
yerimin ne olduğunu sorabilsem keşke

nasibinde askıda kalmış keşkeler olan
gecenin üçünde soğuk otobüs camına yaslı
bu hikayenin
bilmem kaçıncı şahsı olduğumu
sorabilseydim keşke

leylim aman
sarı gelin…

redfer