Bir kalbe geç düşenlerin, yandığı yerden yazdığı…
Bu, zamanın içime sızdığı o geç kalmış mektuptur sana.
Elim, gözlerimin önünden çekilmiş bir perde gibi titreyerek yazıyor bu kelimeleri.
Her hecesi, içimde saplanmış bir sızı,
Her cümlesi, geçmişin dilinden düşmüş bir ağıt…
Ben geç geldim sana,
Sen erken gitmişsin benden…
Yalnızlıkla yarılmış gecelerin ardından,
Sana dair ne varsa kaldıysa—
Bir ses, bir bakış, bir korku,
Hepsini içime gömdüm, mezarsız bir defin gibi.
Ve şimdi, gecikmişliğin bedeli yanaklarımda ıslak bir dua gibi:
“Allah’ım affet…”
Sen, yüksek dağların eteklerinde gizli bir sığınaktın.
Bense her sığınakta aşka yenilen göçebe…
Senin eteğin kaç yorgun sevdaya çatı oldu bilmem,
Ama ben bir tek senin gülüşüne başımı yasladım.
Gülme…
Çünkü her gülüşün, içimde bir karanlığı tetikliyor şimdi.
Korkuyorum…
Beni unuttuğun kadar unuttum kendimi.
Ve sen, bilmezsin:
En büyük felaketler sessiz başlar.
Sana yazmadığım şiirlerden,
Görmediğin düşlerden,
Gelmeyen mektuplardan mesulsün…
Bunu bile bile sevmiştim seni.
Bir narçiçeği açıyor ellerimde…
Rengi mi? Elbette kırmızı!
Ama aşk değil artık bu,
Bu, yanığın rengi…
Hayaline sarılıp ağladığım o doğmamış kızımızı
Aldıracağım içimden bir gün…
Sahi, biz isim bile koymuştuk ona...
Kader utanmalı, biz değil.
Eğer bu kadar derinlere gömmeseydin kalbini,
Ben hâlâ tenine değil, kalbine öpücük bırakmak isterdim.
Ama sen beni suskunluğunla aldattın.
Ve ben seni hâlâ affedemiyorum.
Geçmişe dönüp bir tek kelime edemiyorum:
Çünkü cevabım yok.
Ama senin var:
“Sevdi,” diyeceksin.
“Hem de çok sevdi…
Bu yüzden gittim.”
Ve şimdi,
Adını artık yoklama kâğıtlarına değil,
Mezar taşlarıma yazıyorum…
Senin adınla uyanan her sabah,
Artık benim için bir ölüm saati.
Ben hâlâ “burada” diyorum göğsümü yumruklayarak,
Ama sen, “yok” diye geçiyorsun listelerden.
Sobelenmiş bir aşkın ortasında,
Ben çıplak bir yalnızlıkla savaşıyorum.
Yalın, yıkık, sensiz…
Alnımda dolaşan karıncalar bile senin dokunuşun gibi ısırıyor artık.
Darağacı kuruldu beynimde—
Ve ben sallanıyorum geceleri;
Ne ipte ne özgür,
Ne hayatta ne ölü…
Sen bana karıştıkça, ben sana dönüştüm.
Öpüşlerimizde kayboldu kimliğimiz:
Sen “erkeğim” dedin,
Ben “kadınım” diye inledim…
Ama sonra…
Sen melek gibi kanatlandın,
Ben kendimi suçlu bulup bileklerime ceza kestim.
Bu aşkın hesabını kime sorayım?
Sana mı, bana mı, Allah’a mı?
Yoksa geç kalmanın kendisine mi?
Her neyse…
Bu gecikmişliğin adı artık bir dua değil.
Bir beddua da değil.
Sadece sessizlik.
Ve sen bir gün dönersen,
Kapıyı açmayacağım.
Çünkü bir kadın gittiğinde,
Gerçekten gitmiştir.
Ben de artık o kadınım.
Giden.
Geç kalanı affetmeyen.
Kayıt Tarihi : 6.6.2025 17:17:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!