Gece Hanım Gündüz Bey

Mehmet Akif Ardıç
120

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Gece Hanım Gündüz Bey

Bir kış daha bitti Gece Hanım. Bir külkedisi masalının üzerinden sekiz mevsim geçti. Geriye elindeki hüzün sarısı altın bir ayakkabıyla karbondioksitli sokaklarda o ayakkabıların sahibini arayan bir prens degil, sadece sizden baska hiçbir yüreğe uymayacagını bildigim birkaç siir, bir de “gece”nin üçünde beyaz bir attan bozma bir arabaya atlayıp bir deniz kıyısında sessizce dalgaları izleyen bir çirkin prens kaldı.

Sizden geriye dudaklarıma donmuş bir nefes gibi yapışan ardışık geceler kaldı Gece Hanım, yüklemsiz ve devinimsiz saatler, yıkanmamış kupa bardaklar ve mevsimine göre elektrikli soba ya da bir vantilatörün yalnızlığımı bölen sesi.

Kırgın bir yürek nasıl atar bilir misiniz Gece Hanım, hani içlerindeki yaşama sevinci gün geçtikçe çekilen eskimiş paçavra bir pilin döndürmeye çalıştığı, ama çoğu zaman beceremediği yelkovanlı bir saat gibi. Siz de eski saatlerinizi sigara dolusu bir yalnızlığın en kireç tutmamış kösesine benim gibi asar mısınız Gece Hanım?

Her şiir, sahibini arar da Gece Hanım, sahibi de soldu mu çiçeklerim diye su vermez mi onlara? insanlar gibi ölürler, ümitler gibi ölürler, çiçekler gibi ölürler; ölürler imlası uzun zamandır düzeltilmemiş siirler de Gece Hanım. Varoş bir dudağa bir fısıltı gibi konmayı beklemiş her şiir, kelimeleri unutulunca bir karış toprağa gömülür. Hadi beni unuttunuz, can verdiğiniz kelimeleri de mi Gece Hanım?

Sahi siz hiç öldünüz mü Gece Hanım? Kaç kere öldünüz? Ya da kaç kere bir adamı bir daha bir daha öldürdünüz? Benim bu, sekizinci ölüşüm olacak… Her mevsimde, beni gündüzleri götürüp toprağa verdiler. Siz, geceydiniz, nerden görecektiniz! Ama siz, ruhuma Orhan Veli’den bir şiir okuyup göndermediniz Gece Hanım... Annem yalnızlık ve kardeşim hüzün, mezarımın başucunda sessizce ağladılar. Siz bir Adana, bir Samsun türküsü bile söylemediniz Gece Hanım…

Karanlıktı. Koyu bir karanlıktı kırgın bir yüreğin üstüne bulağan mürekkep. Ölümüne sevgililer, öldürüp öyle gittiler hep… Duymak mı lazım illa mühürlü dudaklardan sesli bir lisan… Konuşmadan da seni seviyorum, seni seviyorum diyemez mi bir insan… Sahi, siz kaç mezardan konusmasını, dile gelmesini beklediniz bir ölünün? Ne farkı vardı ki Gece Hanım, mezarda yatan bir ölüden can verişi eksik kalmış bir ölü gönlün…

Karanlıktı. Koyu bir karanlıktı zaman, geceleri perdeleri sıkıca çekilmis üç metre kare bir odada. Tutuşturdum donmamak için cam kırığı yüregimi yatağımın basucundaki sobada. Sahi, siz yine çok üşüdünüz mü Gece Hanım, yine üşeniyor musunuz biriken makbuzları yatırmaya? Patlayan bir ampulün yerine yenisini takıyor musunuz ya da? Sahi… Siz üşüdünüz mü Gece Hanım, sevdiğiniz insanın size sarılışını özlerken yatağınızda.

ilk cemre düstü. Ama odamın içi hala buz gibi. Odamı saran soğukluk, mevsimler değil Gece Hanım… Kalbime dolan ayazın sebebi, ince battaniyeler degil. ilkin dakikaları atmalı ateşe, önce saniyeleri degil Gece Hanım. Üşüyorsa gönlü bir insanın, önce eski defterleri, kırgınlıkları kapatmalı, pencereleri degil…

Sahi siz, parmaklarınızın izleriyle dolu aynalarda kendi yalnızlığınızı yüzlerinden öptünüz mü Gece Hanım? Siz, uyumadan önce hüzünlerinize iyi geceler dilediniz mi? Sahi, siz hiç kederlerinizi mahalle bakkalından kendiniz satın aldınız mı? Siz hiç karanfillerinizi bardağa ya da bir vazoya degil; yüreğinize koydunuz mu? Sevgilinizin adı diye “gece”leri çok sevdiğiniz oldu mu? Siz hiç rengi sevgilinizin gözlerini hatırlatıyor diye çay yerine şekersiz neskafe içtiniz, duvarları bastanbaşa kahverengiye boyadınız mı?

Özledim mi sizi? Hayır, hayır… Özlediğim için, gel demek için yazmıyorum bunları. Çünkü ben, hiç tahmin etmediginiz kadar öldüm. Ruhuma bir Fatiha yerine Sezai Karakoç’tan, Cahit Zarifoglu’ndan, Erdem Beyazıt’tan siirler üfledim. Belki biraz lor peynirinin tadını özledim. Belki sıcak, üstü susamlı ince yayla ekmeginin kokusunu. Belki biraz, yarısı tükenmiş bir sigaradan içime nikotin sarısı bir nefes içebilmeyi. Belki biraz çok sevdiğim 8 yaşındaki yeğenimi… Belki biraz şekersiz bir gazoz içmeyi. Belki biraz, 11 yaşımla mahallenin bir ucundan bir ucuna koşmayı. Belki biraz, unuttuğum tüm kelimeleri hatırlayıp yeni bir şiir yazmayı. Belki biraz bu yaz kestirdiğimiz yaşlı erik ağacını. Belki biraz iki şekerli bir çay içmeyi. Belki biraz… Eski resimlerinize bakmayı hani şu elinizi belinize doladığınız… Belki biraz size yine şakalar yapmayı –ki biliyorum çok çocukça- Belki biraz Ahmet Kural gibi öyle hoyrat size laf dokundurmayı…

Kabul ediyorum… Bir miktar özlemiş olabilirim. Ya da bütün baslangıç paragrafını reddedip sizi çok çok özlediğimi yazabilirim… Ama bu bir şey değiştirmez ki Gece Hanım, siz de bilirsiniz. Çok iyi bilirsiniz, dönseniz hiçbir seyin değişmeyecegini. Yine ağzımı açmayacağımı, mühürlü kelimelerimi.

Ah Gece Hanım, bana göre değil anlamak kadınları… Ya da anlamalarını ummak, suskun bir adamın neden konuşmadığını. Altı-üstü buyum işte. Fazla kırılgan, fazla savurgan, fazla aldırışsız, fazla yalnızlığına düşkün, ama en çok fazla yorgun. Ama biliyordun uçmayacaklarını ve uçmayı asla beceremeyeceklerini kanadı kırık incir kuşlarına kâgıttan kanat yapsan. Çünkü Gece Hanım, Mecnun, çöllere düşmüsse bir kere, atamaz o yabanlığını asla kamburundan. ister çöller denize dönüşsün, ister karşısına dikilsin Leyla, onun susması mecnunluğundan...

Ama siz, Güneş dolu gündüzler görün Gece Hanım, ama siz gümüş bir tepside gündüzler… Dikilmesin koyu bir yalnızlık gibi karsınıza: Eller ne der… Ama siz, hala liseli bir kız gibi örün saçlarınızı Gece Hanım, ama siz, dost tutmayın yalnızlıklarınızı… Bakışlarınızı uzak bir memleket bilsin, erişmesin dünyada ve ahrette gözlerinize keder….

Mehmet Akif Ardıç
Kayıt Tarihi : 4.8.2023 18:26:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmet Akif Ardıç