Sana gebe akşamların içinden
Karanlığın ben halini topluyorum
Beyaz bir lale düşüyor yanıbaşıma
Kan kızılı bir güle dokunuyor parmaklarım
Acıyorum...
Agora kılığında bahçelerden geçiyorum sessizce
Özlemlerim vardı eskiden...
Bir şehri özlerdim bazen
Bazen de bir semtin sokaklarını
Şimdi zemheri ayazları esiyor gönlümde
Ne özlemek kalmış içimde
Taraçalarında gezindim Babil’in asma bahçelerinin
Bir salkım üzümün kekremsi tadındaydı hayat
Adımlarım uzanırken Roma’ya
Gladyatörler karşıladı arena kapılarında
Yalın kılıç kesilmiş gözlerinde
Öylesine can yakıyor ki
Yüreğimin üşümüşlüğü
Kan kızılı bir alevin dumansız ateşinde
Bağrımın yanığı yayılıyordu cihana
Kor günlerin zor saatlerinde
Zenbereği bozulmuş bir saat gibi
Ey her gece uykularımı yoklayan ayrılık
Hani söz vermiştin, gelmeyecektin geri
Şimdi tut kanatlarından düşlerimin de
Koyalım zaman denen utanmazı bir heybeye
Saçalım itin önüne, ya da at sürüsüne
Hangisi yer seni, bilemem ama
Kaç kere söyledim
Olmayan ayarlarımla oynamayın diye
Korkunç bir gümbürtüyle devrildi
Kalbimin mizan direği
İçimdeki çocuktu altta kalan
Dağlarda esmiyorsa rüzgâr
Ceylanlar gezinmiyorsa yamaçlarında
Kuzular yok, çoban gitmişse habersiz
Anlaşılan
İklimsiz iklimlerle çarpışan
Son neferiz
Kasım hüznü çökmüş bakışlarımın göbeğine.
Avuçlarımda cam kesikleri, yüreğimde can kırıkları... Kanıyorum.
Aylar ne de çabuk geçmiş değil mi.
Zaman hayatımızda hükmedemediğimiz tek mefhum anlaşılan ve ne yaparsak yapalım asla durdurulamıyor.
Bugün gidişinin kaçıncı günü bilmiyorum.
Bir kadın görüyorum
Gözlerinin güvertesinde
Saçlarında bir yığın güneş
Dudaklarında ayrılığın buruk tadı
Kırağı düşmüş
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!