Bir ısırıkla devrildi gök kubbe,
Yasak meyve mi dediniz?
Oysa sadece güneş tadı vardı üzerinde,
Ve biraz da merak insan kadar masum.
Yılan mı kandırdı bizi?
Hayır, o sadece doğanın avukatıydı,
Savunmasız aklın içinde dönen bir soruydu:
"Gerçek neden uzakta durur da,
Her zaman elin eriştiği dalda asılı kalır?"
Biz cennet dedik, onlar mülkiyet anladı,
Biz özgürlük dedik, onlar kural yazdı.
Bir ağacın köküyle pazarlık olmaz ki!
Ama onlar toprağa söz geçirdiler,
Ve bizi göğe küstürdüler.
Ter damlattık toprağa,
Çünkü ter, artık bir işti,
Ve Havva'nın gözyaşları
Yalnızca nem değildi bir yerçekimi suçlamasıydı.
Ey Tanrı,
Sen ki kudretiyle evreni dokudun,
Neden ipliği Adem'in kaburgasından aldın?
Bir kemikten örülen kadın,
Neden bütün dünyanın suç ortağı?
Cennet dedikleri belki de sadece
Sürgünü haklı gösterecek bir dekor,
Ve biz...
Biz sadece seyirciydik,
Perde açıldığında zaten oyun başlamıştı.
Toprakla tanıştırıldık, ne garip bir vaftiz,
Çamurdan geldik derlerdi ya hani,
Biz çamura döndük.
Her sabah yeniden yoğrulmak için.
Göğe uzanamadık artık,
Zira gök, “izin verilmeyen alan” oldu.
Bulutlar bile dilekleri geri çevirdi,
Ve yıldızlar…
Artık sadece navigasyon aleti!
Adem sabanla barıştı,
Tırnakları dua değil, nasır tutmaya başladı.
Havva, her doğumda
Bir cümle eksildi dualardan
Ve her bebek, cennetin eksik bir tuğlası gibi indi yeryüzüne.
Bilgi miydi suçumuz?
Oysa sen de bilirdin Yaradan,
Cehalet uzun sürmez merakla yoğrulunca.
Bir bilgiye el uzatmakla,
Bir kıyamet başlatılmaz ya...
Yasak elmayı suçladılar,
Oysa meyveydi sadece, bir sebzeyi mi seçseydik?
Belki de suç;
Elmayı elma yapan zamandı,
Veya kabuğundaki parlayan “özgürlük” yazısı.
Yılanı astılar dilinden,
Ama kimse dinlemedi:
“O sadece rehberdi, harita bizdeydi,”
O yılan belki de sadece
Bizim iç sesimizdi,
Hala içimizde kıvrılan.
Ey Tanrı,
Sen ki sonsuz merhametle anılırsın,
Neden ceza ebedî?
İlk hataya ömür boyu sürgün mü düşer?
Yoksa biz, merhametin karşısında
Çok fazla “insan” mı kaldık?
Ve zaman,
Bize öğretti kendini;
Takvimler yaratıldı çünkü cennette saat yoktu,
Ama sürgünde her şey sayılır.
Her nefes bir borç,
Her gülüş bir isyan artık.
Cennetin sesi sustu kulağımızda,
Rüzgar hâlâ esiyor ama artık "kutsal" değil,
Biraz serin, biraz yorgun sadece.
Belki de kovulmadık biz,
Belki cennet kaçtı
İnsan yaklaşınca uzaklaşan bir sır gibi.
Havva artık susmayı öğrendi,
Çünkü her sözü tarihçilerin suç kaydına yazıldı.
Adem, her gece rüyasında
Elmayı değil, ağacı kesmeyi düşündü.
İntikam değil bu,
Sadece köksüzlükle başa çıkma çabası.
Çocuklarımız oldu çokça...
Kimi çoban, kimi katil...
Yani bizden doğan her şey,
Hem suçun hem kefaretin mirasçısı oldu.
Ve her doğan çocuk,
Cennet kapısından biraz daha uzak doğdu.
Ey ilkbahar,
Sen bile utanmıyor musun bu oyuna dahil olmaktan?
Her çiçek açışın,
Havva'nın gözlerinin doluşunu hatırlatıyor.
Ve her solan yaprak,
Adem’in suskunluğuna yazılmış bir ağıt gibi.
Ey Tanrım...
Bir gün affeder misin bizi,
Yoksa biz çoktan affedip seni mi unuttuk?
Ve şimdi biz
Tarih boyunca yürüyen terli gölgeleriz,
Cenneti ararken şehirler kurduk,
Ama hep bir bahçeyi özledik.
Suç bizde mi, senin beklentinde mi?
Kim bilebilir?
Belki de bu hikâye
Elma değil, aynaydı baştan beri.
Ve biz...
Sadece bakmaya cesaret ettik.
Kayıt Tarihi : 16.5.2025 13:34:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!