Keşke hâlâ mektup yazmak yaygın olsaydı.
Bir parça kâğıt, biraz da insan kalırdı.
El yazısı, bir iz… tenin yankısı,
Daktilo soğuk — hiçbir harf dokunmaz içe.
Kâğıtta kalırdı parfümün,
Köşesinde bir soluk,
Biraz hüzün, biraz hatıra,
Ve kelimeler… sanki yaşardı o an.
Bir pencereye baktı uzun uzun,
Kalabalığı izledi, sonra fısıldadı:
“Yürüyen kıyafetler onlar…
İnsan değiller.
Âşık olurlar,
Yalan söylerler,
Ve ölürler bir gün.
Ama içleri hep boş.
Dünya soyunma odası şimdi.
Gerçek, çoktan çekip gitti.”
Sonra bir gün… bir şey ektin içime,
Bir umut muydu, yoksa bir yanılgı?
Senin el yazınla filizlendi içimde,
Ama şimdi yoksun.
Ve ben,
Kurumuş bir bahar taşıyorum gözlerimde.
Ben bilmiyordum,
Habersizdim… bağlandım.
Ama sen, sen biliyordun.
En başından.
Gidecektin.
Ve giderken,
Beni benden götürdün.
Hayran bırakarak,
Bir son hazırlayıp…
Oysa ben söyledim sana:
“Mutlu sonlar benim değil.”
Ama yine de,
Soktun beni
En karanlık sona.
Şimdi bir hikâyedeyim.
Karanlık.
Acı dolu.
Ve başrolde yalnızım.
Senin hiç yazmadığın bir finalde…
Yalnızca ben varım.
Kayıt Tarihi : 9.1.2025 17:07:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Şair, bir zamanlar kalabalık bir şehirde, yalnızlık içinde geçen günlerden biriyle başlar hikâyesine. İnsanların telaşlı adımları ve yüzlerinde kaybolmuş ifadeler arasında, pencerenin ardından bu kalabalığı izlerken, birden dünya ona yalnızca yürüyen kıyafetlerden ibaretmiş gibi görünür. İçinde gerçek bir “insan” taşıyanların azlığı onu derin bir hüzne sürükler. Bir gün hayatına biri girer; sessiz ama güçlü bir etki bırakır. O kişi, şairin ruhunda unutulmuş bir umudu yeşertir. Paylaşılan anlar, konuşmalar, bakışmalar şairin içine bir filiz eker. Ancak o kişi, daha filiz büyüyüp dal budak salmadan gider. Şair, gitmeden önce her şeyi biliyordu: hikâyenin başını, sonunu, hatta geriye kalan boşluğu… Ama yine de bu ayrılığın ortasına şairi bırakmayı seçti. Geriye sadece anılar ve yazılar kalır. Şair, hissettiği duygularla kalemi kâğıda dokundurur, ama her kelimede bir eksiklik hisseder. Klavyeye dönmek zorunda kalışı, onun için duygusuz bir kabullenme olur. Bir gün kendine “Bu hikâyeyi anlatmalıyım,” der. Çünkü hüzünlü bir sonun kahramanı olmak, bu acıyı taşımaktan daha hafif gelir. Bu şiir, o hikâyenin bir parçası; kaybedilen bir umudun, hissedilen yalnızlığın ve “insan” olmaya dair sorgulamaların bir yansımasıdır. Şair, kendi hikâyesini bitirirken, okuyucuya da bir pencere aralar: “Sizce kaç kıyafet gerçekten insan taşır içinde?”
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!