İspanya’nın kadim belleğinden
bir ideal söküldü karanlığa;
adı Don Kişot’tu.
Paslanmış bir çağın dişlileri arasında,
şövalyelik artık
tozlu bir rüyanın kırık kınıydı.
Ama o,
unutulmuş bir erdemi
zırh niyetine kuşandı.
Rosinante’nin kemikli sırtında
gerçek cılızdı;
inanç, bir uçurum kadar ağır.
Yanında Sanço Panza vardı;
toprağın diliyle konuşan,
göğü teselli eden adam.
Akıl,
bir hayalin peşinde yürüdü
kendi gölgesini aşarak.
Dulcinea;
hiç var olmamış bir sevda değil,
insanın kendi onuruna
kestiği o ağır kefaletti.
Nallar rüzgârı kanattı yollarda;
zamanın nabzı
öğle güneşinde vurdu.
Güneş, kılıcında
bir umut gibi parlayıp
kendini yaktı.
Derken ufukta belirdi
değirmen kılığında bir kader.
Çağ, kendi canavarlarını
yel kanatlarla emziriyordu.
Dört nala sürdü atını;
kılıcını kınından değil,
hayallerinden çekti.
Saldırdı.
Gerçek ağırdır.
Çarklar döndü,
kemik sustu.
Zaman, onu
kendi inancının eşiğinden
acıyla savurdu.
Sanço koştu ardından;
akıl,
rüya ile çarpışan
o kanlı yazgıya
hiçbir zaman yetişemedi.
Yoruldular.
İndiler atlarından.
Dünya “boşuna” dedi.
Tarih,
kazananları yazmak için
bir süre sustu.
Ama insanlık,
yenilmeyi göze alanları
hiç unutmadı.
Mesut Yüksel
Kayıt Tarihi : 17.12.2025 18:42:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!