Bir yanım sen isen
-ki hala öyle sanırım-
o yanımı,
sevsem
isot yine
yersem
Gitmeye çeyrek kaldı. Hiçe karışıyorum..
“çıkıp git içimden acı, kaybol mısralarımdan. Boğuluyorum…”
Kederlerimi gözlerine terk ettim. Şimdi sadece yitik zamanlarımı arıyor, bulut
yüklü yalnızlıklarımda dövündüklerim için son kez ağlıyorum…
Nicedir parçalı bulutlu bir hayatın, siyah ve gri tonlardaki renklerini
ayrımsayarak doyasıya yaşamaya çalışıyordum hüznü ve yalnızlığı. Hüzün ve
Ağzında zehir zemberek bir tatla uyandı. Vakit gece yarısını çoktan geçmiş olmalıydı. Tüm iç organları matkapla delinircesine acı çekiyordu. Yatağında dönmeye çalıştı. Pek başarılı olamadı. Koluna takılı serum hortumunu çekiştirdi. Gözleri hafif bulanık görüyordu. Tüm vücudu sızıdan kaskatı kesilmişti. Buraya getiriliş nedenlerini baygın haldeyken bile unutmamıştı. İçinde tuhaf bir boşluk duygusu vardı. Peki ya iyi mi etmişti?
Dün geceye dair ayrıntılar ufak ufak bilincine üşüşüyorlardı. Kışa giriyorlardı. Hava ısısı yavaş yavaş düşmüştü. Sonbahar yapraklarını süpüren çöpçüler, daha eylemi bitiremeden sokağa taarruz eden yapraklara gizliden gizliye hiddetleniyorlar olmalıydılar. Karıncalar kaçamak gün ışığından son bir kez daha yararlanabilmek için talan edercesine kendilerini yiyecek bulabilecekleri olası alanlara bırakmışlardı belki de.
Küçük bir evi vardı. Bahçeli ve iki odalı, ancak tek kişinin yaşayabileceği, pek lüks olmayan ama yine de “buna da şükür” dedirtecek türünden bir yer evi. Birkaç sene önce ailesini kaybettikten sonra buraya gelmeye karar verdiğinde düşlediği aslında bundan daha iyisi de değildi. Kendine yetiyordu. Misafir ağırlayamıyordu pek. Ama zaten öyle çok sayılabilecek dostu olan, popularitesi yüksek biri de sayılmazdı. Minik bir kedisi vardı. Aslında bir kedi beslemek onun için en son şeydi, çünkü tüm çocukluğu kedilerden nefret ederek geçmişti. Bunun da nedenlerini biliyordu (kendi kendine gülümsedi, hep aynı numarayı yapardı kendisine; kendi kendine ucuz psikanalistçi oyunları oynar, kendine soru sorar ve tüm soruların cevaplarını bildiğine emin olurdu. Freud türevlerini artık okumuyordu. Onca okuduğu şey kendisine yetiyordu da artıyordu bile. Yıllarca önce okuduğu o garip kitaptan kalma bir deyimle “baca temizliği” yapmak konusunda üstüne yoktu. Yani zihnindekileri boşaltıyor, onlarla yüzleşiyor ve o anda kendisi için çıkmaz sandığı şeylerin nedenlerini ortaya çıkarınca sorun kendiliğinden çözümleniyordu. Peki ya öyleyse, burada oluşunun nedeni neydi?
Dostuma zindan
Aşkıma yüreğimin en izbe yeri düştü
şimdi
karanlıklardalar her ikisi
İkiside denizlere sevdalıydı
ateş izleri kaldı denizlerde...
Bu yüz güzellik bir yanılsamadan ibaret
bilmelisin
Ne bakışların gerçek
Nede parıltıları
bir arada olmamız kaçınalmazdı
belki de gerçek
Kelepir mutluluklar satılır dükkanlarda,
Üstüne uysun uymasın, ucuz diye aldığın,
Bir iki kullanıp sonra kenara attığın.
Sadece güz geldiğinden değil,
Sararmış yapraklar gibi insanların seli.
İkibin dördün ilk kar'ı yağıyor izmir'e
Ki ben böylesini
doksan ikide de görmüştüm
Ve ilk o zaman saçlarıma kar yağmıştı
Evimizin talan oluşunu
Uykudan yarı uyanabilmiş bir sabah
yıkılmış o küçük dünyanın ardından
hıçkıran konuşma
verilen yarım sözler
yarı dağınık saçlar
Yalnızlığın bir dili vardır. Paslı, buruk ve kekremsi, acı su tadındadır. İnsan tenhalaştıkça, karanlığın korkusunu duyar ta iliklerinde, sevdiklerinden koptukça, insan sesinden uzaklaştıkça bir katran denizine bulanır kalır ayakları. Kımıldayamaz olur, battallaşır kelimeler susmaktan. Bir kurt kemirir durmadan yüreğini ve belleğini, bir kurt ki, yok etmenin tadını sürgit uzatır gider. Yalnızlığın da bir dili vardır, insansızlaştıkça unutursunuz heceleri, harfleri, kelimeleri en acısı da hayatı unutursunuz.
Yaşadıklarınızı, anılarınızı, yaşayamadıklarınızı, “bir gün yaşayabilirim” olasılığıyla yüreğinizin bir köşesinde, “bir gün belki” diye belleğinizin en ışıklı yerinde diri tuttuğunuz umudunuzu da kurutur bu yalnızlık.
Yalnızlığın dili acımasızdır. Tenhadır. Bir yılan gibi sinsice sokulur yanınıza. Duvarlara bakarsınız, pencerelere, bazen gözlerinizi tavana dikersiniz görmez gözlerlerle. İşte tam orada insan olmanın ayrıcalığıdır; doğaya uzatırsınız ellerinizi. Yaralarınızı sarsın diye, avutsun diye sancıyan yüreğinizi bir mengene sıkarken. Gökyüzüne kaldırırsınız başınızı, mavi veya lacivert rengi hiç önemli değildir. Hiç önemli değildir gökyüzünde asılı duran güneş veya ay. Önemli olan doğanın esintisidir, bir damla su gibi süzülüp rahatlatan sizi. Kar veya yağmur hiç fark etmez, ama ille de gökyüzüne doğru süzülen bir kuş kanadı, ille de özgürlüğün simgesi o kanatlarda sonsuzluğa akıp giden bir kuş sürüsü. Doğa-umut-insan, galiba en çok bu üçlemde yaşam nirengi noktasıyla kucaklaşıyor.
Bir yanımı burada bu insanların
-yanına bıraktım-
Korktum,kendimi ele vermekten
Bir yanım çekip gitti
o karanlık ve ibret verici öykülere
Ama farkındayım her şeyin
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!