Seni çok özledim yine
Ama artık tükettim kelimelerimi
Seni anlatacak herkesi
Duygularımın yoğun kıvranışı duruldu
Sana dair söyleyeceklerimin sonuna geldik
Uzun bir yoldu, yolcu yoruldu
Sensizliğin hanında dinlenmeye geldim şimdi
İçimde yaşattığım bir sızı, ansızın yakalayan bir kalp oltası
Potamda erittiğim tüm karmaşanın fokurdamasının usulca dinmesini dinledim günlerce
Kabullenemedim sana dair son parçaları da yitirdiğime gözyaşlarımın buhusunda,
Bu iksire kattım acımı, öfkemi, hüznümü, ıstırabımı,
İçimi bir nebze rahatlatabilmek için.
Bir bakış gözlerinin yeşilinden kattım, bir tutam ellerini, birkaç nefes dudaklarını,
Bileklerimi kökünden kestiğinde akan kanımı, gözlerindeki kuşkuyu, gidersin diye kaygımı, aşkımın ilk umut kıvılcımlarını, sana kendimi anlatma çabamı, sana vereceğim diye parlayan gözlerimle sardığım güveni, sana uzattığım milyon yardım elini, sensizlik buhranımı, sevgi şelalemi, sana yıkadığım çilekleri, sendeki olmadan eksik kalan cüzdanımdaki penalarımı, yaşamadığımız her şeyin hayalini, siyah kedimizin tüylerini, mesaj aralarından göz kırpan çekinceni, önerdiğin tüm filmleri, seni hatırlatıyor diye çöpe attığım her şeyi, ve atamadıklarımı bir potada erittim işte.
Altını içime attığın ateşle yaktım
Aylar boyu seni haykırdığım şarkılar eşliğinde kavurdum bizi
İçimdeki mezar taşının başına, kavuşma ihtimallerimizle sarmaş dolaş kıvrılan birkaç mezarlık papatyası yerleşti şimdi
Papatya çünkü papatya umuttur
Belki bir gün sevgilim, belki bir gün.
Ne olursa olsun, sevdim.
Onca anma töreninden kalan, birkaç papatya bir de mezar taşı şimdi.
Aklım onların da köşelerinden çekiştiriyor, diyor ki artık git.
Bana iki seçenek sunuyor apaçık:
Ya onu kov, ondan kalanları,
Ya da benliğinin bu köşesine ebediyen elveda.
Her zamanki gibi midemi tırmalayan bir doğruyu, parmaklarıyla gırtlağıma dalıp kusturan,
Suratımı bu kusmuk doğruya bulayan bir haklılıkla konuşuyor.
Bazen ondan nefret ediyorum, aşkım, bana seni kötülüyor?!
Gelirsin dimi yeterince beklesem, söz kalbimde senin olanlara dokunmayacağım
Yerinde çürüyen meyveler, kuruyan lavantalar, unutmabeniler, zambaklar,
Acıyan kahveler sana demlediğim, biriktiği köşede sonsuz bir uykuya unutulan hevesim.
Gelirsin dimi yeterince beklesem, seni gözlesem bastonla dolandığım evimde,
Masaya her gün bir tabak daha koysam, günleri sayarcasına,
Saçlarım tel tel ağarırken dahi senin türkünü söylesem mahalledeki gençlere,
O vardı, bir o vardı, çocuklar, yalnız o vardı.
Gelirsin dimi yeterince beklesem kuğuluda, kuğularla dert ortağı olsam,
Parkı kuğusuz bırakana kadar bu hapishaneden kaçırsam onları bir bir,
Beni bu parmaklıklardan kim azad edecek, kaburgalarımla kaynaşmış ki çoktan.
Ne sen ne de aklım, altın kafes ile kuş misali,
Öteceğim bu kafesten, sen cenazeme gelene kadar, umarım gelirsin.
Birini tanımıştım, kalbi o kadar büyüktü ki ortasına düşüverince korktum, uçsuz bucaksız ferah yaylalar, birkaç tatlı kulübe, yılkı atları, meyve tarlaları ve çiçek bahçeleri,
Bu kalbimin sana ayırdığım ülkesiydi hayatım,
Madalyonun öbür yüzünü görsen tüm varlığın boşanana kadar ağlardın,
Oynadığım her oyunda kaybettim ben, masaya özümden başkasını koyamayana kadar.
Kalkamadığım kumar masalarına gömüldüm ben,
Müslüman bir kaygıyla selâm okunduğunda seni sayıklıyordu belli belirsiz dudaklarım.
Tutmadın ellerimi.
Kayıt Tarihi : 10.10.2025 17:44:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!