Roket atarların gökyüzünü yarıp geçtiğini gördüler, pilot gövdenin arkasından bir yerden aldık-ları yarayla birlikte sıçradığını hissetti içgüdüsel olarak irtifakının beraberinde getireceği güven-liği tercih edip hemen yükselişe geçti, sisli dağlar altlarından kayıp giderken yeni bir roket tufanı arkalarında çizgiler bırakarak yanlarından geçti kokpitte uçaksavarları görüyorlardı, kaptan yar-dımcı pilota sen ne uğursuz bir adamsın dedi ne zaman seninle uçsak önümde kurşunlar beliri-yor.
“O da neydi?” diye sordu kaptan pilot.
“Bir Patriot mu, yoksa? kargomuz ne durumda nasıl korunuyor?” dedi yardımcı pilot Muham-med ona doğru uzandı garip bir yolcumuz var dedi demek istiyorum ki gerçekten garip her taraf-ta kurşunlar uçuyor ama o gözünü bir kez olsun kırpmadı.
Bir Nilüfer yaprağı üzerinde suda güneşlenen kurbağa gibi öylece oturuyor; boynundaki madal-yonu görmelisiniz en az bir kilo çekiyor olmalı adı ama bize saldıranlar Amerikalılar mı yoksa Amerikan destekli ayrılıkçılar mı?
Sana söylüyorum adamın düz ve küçük boynundan bir kiloluk altın sallanıyor
Üst düzey bir yönetici dedim ya!
Size sadece bu kadar mı söylendi?
Ben sadece teslimatçıyım bundan daha fazlasını bilmeme gerek yok.
245 m irtifaya sabitleyelim açık kokpit kapısından dışarıya bakınca teçhizat arasında uysal uysal oturan yolcuyu fark etti.
Kabinde onun yüzü vernikli bir ahşap masanın yüzeyi gibi parlıyordu.
Gözleri kapalıydı kalın dudakları da kısmen kapalıydı bir şeyler mırıldanıyordu.
Acaba oturduğu koltukta namaz mı kılıyor diye merak ettim.
Evet bu adam kesinlikle en ilginç kargolardan biriydi daha önce de garip yolcular taşımıştı.
Rus hava yollarında çalışmıştı ve o çalıştığı 5 yıl içinde alman kurt köpeklerini, generalleri, es-kort kızları taşımış onlara gitmeleri gereken yerlere götürmüştü; eğer cehennemin bilinmiş bir rotası olsaydı onları götüreceğimi büyük bir memnuniyetle söylerdim- tabii biletleri olduğu süre-ce- her şeyi, her zaman, her yere.
Uçaktaki özel konuk lider Beşer Esat’ın bakanıydı.
Kaptan pilot çöl üzerinden akan sise bakarak işte Fırat nehrinin üzerinden geçiyoruz dedi.
Toprak örtüsü çok kalın zorlanacağız.
Uzun zaman buğday sarısı alanlara baktı her şekilde olacak zaten dedi hızlı ve alçaktan ilerleme-liyiz bu çok kısa bir iniş olacak.
Fırat nehri ağaçların arasında bir iğne çiziği gibiydi, Türkiye sınırına oldukça yaklaşmışlardı ayrıca rapor edilmemiş bir pusu olasılığı da mevcuttu ama verilen emir kim olduğu bilinmeyen üst düzey yöneticinin orada sınırın dibinde teslim edilmesiydi geri dönülüp İade edilmesi yö-nünde hiçbir bilgi verilmemişti.
Eğer unutulursa yapılan tek yönlü bir seyahat gibi geldi; indikleri zaman Amerikalılar saldırabi-lirdi ve bu yöneticide rehin alınabilirdi ayrıca bu bölgede yine Amerikan destekli Kürt gerillalar vardı.
Omzunun üzerinden arkadaki pilota bir dakika içinde açılıyoruz diye seslendi
Yolculuğa hazırlanın!
Sayın bakan sandığın da kendisiyle birlikte geleceğini söylüyor; bana sandık hakkında bir şey söyleyen olmadı dedi Muhammed.
“Son dakikada yüklediler, tüm kontrollerden sonra; oldukça ağır bir sandık yardıma ihtiyacım olabilir”
Yolcu uysal bir tavırlarla kemerini çözdü, iç çekerek “Peki” dedi;” ama şunu unutma bana san-dık taşımak için para vermiyorlar”
“Ne için para alıyorsun Muhammed?” tembel tembel oturup sigarasının küllerini yere döküyor-du yardımcı pilot, birçok şey vardı dedi kaptan.
Onun yanından geçip kafasını eğerek kokpit kapısından çıktı.
“Şu Rus uçaklarının Allah belasını versin!” dedi ve ekledi:
“Kapıyı o kadar alçak yapıyorlar ki; yere kadar eğiliyoruz”
Ağzından çıkan son kelimeler, kulak zarlarını parçalayan patlamayla yarıda kesildi, patlama onun ya da ondan geriye kalan her neyse geriye kokpite uçmasına sebep oldu kontrol paneli kana bu-landı, kadran tamamen kırmızı sıvıyla kaplandı, aşağıya bir krizle indiklerini anlayabilmesi için üç metreye ihtiyacı da yoktu; zaten yardımcı pilottan arta kalanlara bakarak onun adına ağzından dökülen kelimeler rüzgarın uluyan kargaşası içinde neredeyse kaybolmuştu; birden titredi aynen havada kalmaya çalışan yaralı bir kuş gibiydi, kumandalarla boğuşurken hidroliklerin tamamen boşaldığını fark etti. Ulaşabileceği en iyi şey nehrin üstüne inmekti, nasıl yapacağını anlamak için arkaya baktı ve anafor gibi dönen bulutun arkasından yolcunun kanlara bulanmış halde ki sandıklara doğru savrulan bedenini gördü; aynı zamanda garip bir şekilde bulunmuş çeliklerin arasından parlayan güneş ışığını fark etti ve kargo kapısının bulunması gereken yerde kısa bir an için mavi gökyüzüne bulutlara baktı.
“Neler oluyordu?”
Orada patlama uçağın içinde mi gerçekleşmişti?
“Paraşütle atla!” diye haykırdı diğer yardımcı pilota; yalnız cevap alamadı onu dürttü yardımcı pilot kokpitten dışarı doğru tökezledi kırık sandık ve parçalanmış metal parçaları içine girdi.
Açık kargo kapısında rüzgârın çocukları bulutlar arasından haykırmaya başladı, bakışları kenet-lendi ve daha o saniye içinde anladılar; ikisi de anladı.
Bu birbirlerinin canlı görecekleri son andı.
“Ben de atlayacağım!” diye bağırdı kaptan pilot Muhammed.
“Hadi git!”
Yardımcı pilot birkaç adım geri attı; ardından kendini kargo kapısından aşağı fırlattı onun para-şütünün açılıp açılmadığını görmek için bakmadı Muhammed; endişelenmesi gereken başka şey-ler vardı uçağın motoru dökülüyordu dalışa geçmişti iniş takımı salıverme tertibatına uzandığın-da artık şansının kalmadığının farkındaydı; paraşütüyle uğraşmak için ne zamanı kalmıştı ne de irtifası uygundu; aslında paraşüt takmanın bir faydasının olacağına da inanmıyordu, bunu insa-nın sırtına kayışla bağlaması bir pilot olarak becerisine güvenmediğini itiraf etmesi gibi bir şeydi ve indiği anda ayrılıkçı Kürt teröristler onu öldürebilirdi.
Sakin bir şekilde iniş takımını tekrar bağladı ve komuta kollarını kavradı.
Parçalanmış kokpit camından nehir boyunca ağaçlarla kaplı zemini seyretti; gür yeşil ve duru mavilik, kusursuz derecede güzeldi; onu karşılamaya hazır şekilde uzanıp gidiyordu.
Nasılsa bu işin böyle sonuçlanacağını hissetmişti ve artık farkındaydı; rüzgar delik deşik olmuş zeminden ıslıklar çalıyordu; hızla yere yaklaşıyordu kaptan Muhammed; ileri kumanda kollarını sıkıca kavrıyordu, meslek hayatı boyunca nice badireler atlatmıştı ama bu kez kurtulamayacaktı, bu esnada aklına tek bir kavram geldi: “fanilik”
Hepimiz hangi mezhepten olursak olalım bu dünyada misafirdik.
Dinin farkını insanların aynı Allaha fakat farklı peygamberlere inanması gerçeğinin aniden far-kına varması onun için şaşırtıcıydı; kafasında parmak ısırtan bir düşünce vardı
“Öleceğim işte!”
“Ya karşımdaki tek yükseltiye çarpıp korulukta yangına sebep olup parçalanırken vicdan azabı çekeceğim ya da nehrin balçık dibinde diri diri gömüleceğim.”
Hissettiği şey kesinlikle korkuydu.
Kulede ise personel şaşkınlıktan dili tutulmuştu. Saat 10 sekizde rejim kuvvetlerine ait karargâh-ta uçağın ortadan kaybolduğu raporu geldi.
Suriye Hava Kuvvetleri harekât odasında Albay'ın merkezi savunma istihbaratından arkadaşları bu haberi şaşkınlıkla karşıladı; oldukça büyük bir dikkatle düşünülmüş Rus istihbaratı ile birlikte hareket edilmiş; plan en ince detaylarına kadar hesaplanmıştı ve Rusya çıkarları açısından bu son derece hayati harekât başarısızlıkla mı sonuçlanmıştı?
Albay hemen bir onay talep etti komuta merkezi detayları sağladı; farz edilen rotada yapılan araş-tırma karanlık basıncaya kadar yürütülmüştü.
Kazaya dair en ufak bir ipucu bulunamamıştı sınıra yakın bölgede uçaksavar ateşi raporlanmıştı ama ateş edenlerin kim olduğu belli değildi fakat o bölgede özgürlükçü Kürdistan hareketine ait teröristler vardı.
Uçuşu yapan uçağın düşürüldüğü tahmini mantıklıydı; masanın etrafında toplanan adamların suratlarına amansız bir ifade yerleşti.
Şimdi Rusya'ya ne hesap vereceklerini kara kara düşünmeye başladılar.
En parlak umutları düşmek zorunda bırakılan bir uçağın içinde biraz evvel yok olup gitmişti. Başkan Esad'a baktılar ve kararını vermesini beklediler.
“Gün ağarınca araştırmanıza geri dönün” dedi Esat. Rus albay dikkatli olmalıyız, ölenlerin ar-dından hayattaki insanları da ateşe atmak tehlikeli olacaktır dedi.
Enkaz yerinin belirlenmesini istiyorum dedi Esat, evrak çantasını sertçe kapattı görev arkadaşları ile hemfikir olduğunu belirtir şekilde kafasını salladı hiç kimse bu konu hakkında yorum yap-madı operasyon başarısızlıkla sonuçlanmıştı yapılacak başka şey yoktu tek yapmaları gereken kanıtı ortadan kaldırmaktı general terlemişti pamuklu iç çamaşırı ıslanmıştı.
Birden pantolonun kemerini gevşetmeye karar verdi, aslında bu sıcak her gün katlandıkları sıra-dan bir olaydı.
Her yerinden terleyecek türden bir adama benziyordu, yanağından kan damlayan bir yapısı vardı ve şeker hastasıydı.
Bu hastalık yüzünden kış ortasında bile terlediği anlar oluyordu burnu örümcek ağını andıran kırmızı damarlarla kaplıydı boynu o kadar kalındı ki gömlek yakası neredeyse patlatacak gibi duruyordu. Başkan Esad keskin ve az konuşan kuvvetli bir yaşlı asker diye düşündü, gözleri hariç; endişeli ve kaçamak bakıyor dedi içinden.
İnsanın içini ürperten soluk mavi gözleri vardı, ileriye bakıyordu uzaktaki yamaçlar akşam sıcak-lığında buharlaşıyor gibiydi.
“Gereksiz bir işe giriyorsunuz” dedi general.
“Olayın üzerinden 20 yıl geçti, babanızın öldüğüne ikna olmalısınız artık” dedi adam. Annem bunu hiçbir zaman kabullenmedi dedi Ayşe.
Muhammed, onun görmek istediği bir cesede ihtiyacı var dedi, iç çekti elbette kadınlar hep böy-ledir diye düşündü daima sorun çıkarırlar.
Bir iç savaş yaşadık Ayşe, ülkede o kadar çok dul kadın var ki; hepsi kocalarını unutmak zorun-da kaldı.
“O unutmadı” dedi Ayşe.
Konuşurken adamın gözlerine ve yüzüne odaklandı.
Gerçekten bayan, merakınızı tahmin etmeniz dışında bu ne işe yarayacak?
Bu sözler onu rahatsız etti, söylenenler amacını önemsiz gösteriyordu ve kendisini önemsiz his-settirecek bu sözlerden çok daha fazla güçlendi; birtakım şeyler daha vardı özellikle de şişkin yaşlı bir savaşçı olan komutanının unutkanlığını anlattı Ayşe.
Bu eleştirisi adamı etkilemişti; özellikle de son birkaç aydır karşılaştığı onca askeri madalyalarla dolu gömleklerin ardından hepsi de iyi niyetlerini iletmiş; durumunu anladıklarını ancak yardım-cı olamayacaklarını söylemiş, sorularını üstünkörü yanıtlayarak bu işten ayrılmışlardı ama engel-lenebilecek bir kadın değildi Ayşe.
Sorularına yanıt verilene ya da kıçına tekmeyi yiyene kadar sessizliklerini karşısında inadını sür-dürecekler, son zamanlarda görünüşe bakılırsa çok sayıda makam tarafından reddedilmişti. Bu kayıp karar komitesinin konusu dedi adam ve ekledi bu iş için uygun bir kanal bulmalısınız bana yardım edemeyeceklerini söylediler dedi Ayşe.
“Ben de edemem Bayan Ayşe” dedi adam.
“İkimiz de bunu yapabileceğini biliyoruz” dedi Ayşe.
Bir süre sessizlik oldu; buna neden inanıyorsun? diye sordu adam, öne doğru eğildi tartışmada avantaj elde etme niyetindeydi.
“Ben ödevimi yaptım, mektuplar yazdım; onlarca insanla konuştum şu son görevle uzaktan ya-kından alakası olan herkesle konuştum. Ne zaman Türkiye sınırından ve o uçaktan bahsetsem sürekli sizin isminiz önüme çıktı” dedi Ayşe.
Hafifçe gülümsedi kadın belki de adama şirin gözükmeye çalışıyordu.
“Bir asker olarak hatırlanmak ne kadar da güzel!” diye cevap verdi adam.
“Askeri ateşe olduğunuzu duydum; babamın son uçuş emrini verenin sizin makamınız olduğunu ve bu son görev emrini de bizzat sizin verdiğinizi biliyorum.”
“Bu dedikoduyu nereden duydunuz?”
“Yüksek makamlardaki bağlantılarımdan diyelim; babamın eski arkadaşlarından, onlar bana göre oldukça güvenilir kaynaklardır.”
Emekli asker başta karşılık vermedi; bir savaş planını inceler gibi kadını büyük bir dikkatle ince-ledi.
“Böyle bir emir vermiş olabilirim” diye kabullendi adam.
“Emin olmadığınızı hissediyorum, yani hatırlamadığınızı mı söylüyorsunuz?”
“Bunu sizinle tartışma özgürlüğüne sahip olmadığımı söylüyorum bu gizli bir bilgi.”
“O sınır hattında olanlar çok hassas bir konuyla ilgili; burada sizinle askeri sırları tartışmam, savaş biteli 10 yılı geçti” dedi adam.
Bu sert çıkış karşısında şaşırarak sessizleşti kadın.
Cüssesi göz önünde bulundurulduğunda bu çıkışlar şaşırtıcı bir hal almaktaydı toplamda 1 m 75 santim boyundaki adam yeri geldiğinde 1 m 80 santimlik herhangi bir asker kadar kavgacı olabi-liyordu ancak kavga etmekten korkmuyordu Ayşe. Onun göz ardı edilebilecek birisi olmadığını biliyordu; önemli olan köpeğin büyüklüğü değil köpeğin içindeki cesaretin büyüklüğü dedi için-den.
İç savaş tüm Suriye halkına tek bir şey öğretmişti, düşmanı hiçbir zaman küçümsemeyin tabii bu karşısındaki kişiyi de küçümsememeliydi; bakışlarını geniş omuzlu adamdan alamıyordu. Adam sonunda konuşmaya başladı:
” Uçuş 50-70, 3 kişilik mürettebatla kalktı; babanız, bir kargocu ve bir yardımcı pilot.
Uçuşun bir noktasında kuzey Irak bölgesinden geldiler, biz onların burada düşman ateşiyle dü-şürüldüklerini düşünüyoruz.
Sadece kargocu kurtulmayı başardı, hemen o dakika esir alındı; babanız ise bulunamadı.”
“Bu onun öldüğü anlamına gelmiyor; o hayatta kalmayı başardı onun yaşadığını hissediyorum” dedi kadın.
“Ben olsam onun durumunu hayatta kalmak şeklinde nitelendirmek istemezdim” dedi adam.
Birini atladınız dedi Ayşe, uçakta bir de yolcunun olduğunu duydum.
Evet bende unutmuşum.
O kimdi?
Üst düzey biriydi.
O, kişi Başkan Esad'a yakın bağlantıları olan biriydi.
İstihbaratla mı çalışıyordu?
Bu bilgi gizlidir dedi asker. Bakışlarını uzaklara yöneltti bu üst düzey kişi konusunun tamamen sınırlarının dışında olduğunu anlatan bir hareket yaptı. Uçak düştükten sonra diye devam etti araştırmaya giriştik ama yer ateşi felaket derecede yoğundu kazadan kurtulmuş biri olsa bile düşman eline düşeceği kesindi. O sırada bize yardım edebilecek rejimin askeri yoktu en yakın birlikler Türkiye’deydi; fakat Türkiye hangi tarafda olduğu belirli olmayan bir ülkeydi. Politik konumuna göre kimi zaman rejimin yanında kimi zaman Amerika'nın yanında oluyordu; hatta ayrılıkçı Kürtlerle bile görüştüğü oluyordu. Siz de onları orada o teröristlere bıraktınız değil mi? Biz hayatı önemseriz dedi asker buna kurtarma operasyonu deniliyor ölenlerin peşinden canlı insanları onlara kurban etmeye evet diyemezdik, mantığım anlayabiliyordu. Bu adam askeri tak-tik uzmanıydı ondan duyarlılık beklenemezdi şimdi bile sandalyesinde sopa gibi dimdik oturu-yordu gözleri etrafı çevreleyen yeşil yamaçları tarıyordu sanki mütemadiyen düşman arasınday-mış gibi sessizlik içindeydi. Kaza bölgesini tespit edemedik dedi adam; ama bu nehir her şeyi yutar, vadileri kaplayan tüm gün sis ve duman, dipte çok yoğun toprak kesinlikle güneş görmü-yor; bunu kısa bir süre sonra siz de anlayacaksınız, Ayşe Hanım.
“Ne zaman gidiyorsunuz?”
“Yarın sabah.”
Konuyu tartışmayı kabul ettiler mi?
Onlara gelme nedeniyle ilgili bir şey söylemedim; vize alamayacağımdan korktum, akıllıca bir hareket olmaz tartışmalardan pek hoşlanmıyorlar.
Onlara ne dediniz?
Sıradan bir turist olduğumu.
Adam saatine baktı bu görüşmenin sonuna gelindiğinin açık bir işaretiydi; ayağa kalktılar el sıkışırken adamın onu tartıp biçen son bir bakış attığını hissetti. Sıkı tokalaşıyordu bu onun gibi yaşlı bir savaş köpeğinden tam olarak bekleyeceği şeydi başını sallayıp dışarı çıkmasını işaret ederek bol şans dedi umarım aradığınız şeyi bulursunuz tekrar dağlara bakmak için döndü o an küçük ter damlalarının adamın alnında elmas gibi parladığını fark etti.
General hizmetkârı da eşlik ettiği kadının eve doğru ilerleyişini seyretti.
Adam o gittikten sonra, endişelenmişti; pilot Muhammed'i oldukça net hatırlıyordu. Ayşe bu şekilde devam ederse sorun çıkacaktı. Çay masasına gitti ve resepsiyonu aradı.
Ancak cevap veren olmadı, birkaç dakika sonra odasındaki telefon çaldı ses onu çıldırttı derin düşüncelere dalmış maziye gitmişti. Geniş veranda boyunca ses yayıldı saniyeler içinde sekreter belirdi. Beklediğim kişi geldi mi? diye sordu.
Evet efendim, yarım saattir sizi bekliyor diye cevap aldı.
Şoför onu aynen emrettiğiniz üzere istediğiniz saatte gönderdim. Güzel, dedi beklediğiniz kişiyi içeri alayım mı, efendim?
- hayır
-randevularımı iptal ettiğimi söyle, yarınkileri de.
Sekreter şaşırdı oldukça öfkelenecektir dedi arkasına dönüp ofisten çıkarken.
- evet, tahmin edebiliyorum ama bu sorun değil.
Temiz beyaz ceketli bir hizmetkar yankı yapan katedrali andıran bir koridor boyunca kabul salo-nuna kadar ona eşlik etti, ona nazik bir şekilde ama sorgulayan gözlerle baktı.
- bir araba çağırmamız ister misiniz? diye sordu adam.
-hayır teşekkürler, şoförüm beni geri götürecek. Hizmetkar şaşırmış göründü.
- ama şoförünüz bir süre önce ayrıldı
-yapamaz dedi adam, öfkeyle camdan dışarı baktı; beklemesi gerektiğini söylemiştim.
-belki de ağaçların arkasındaki bölgeye park etmiştir.
- gidip bir bakacağım dedi hizmetkârı; merdivenlerden aşağı incelikle sürüşünü ve yola çıkışını çift kanatlı pencereden seyretti.
Arazi geniş ve yeşildi; bir araba ağaçların arasında kolayca saklanabilirdi. Ağaçlarla çevrili yolu-nun hemen ötesinde bir bahçıvan Yasemin dalı kesti. Çakıl kaplı bir patika, çimenli arazinin or-tasından, ağaçların gölgesine çiçekler ve bankların geri aldığı bahçeye uzanıyordu ve uzaktaki tepeye ince mavi bir sis çökmüş gibiydi, bir erkeğin boğaz temizleme sesi dikkatini çekti, döndü ve kabul salonunun uzak köşesinde dikilen adamı ilk kez fark etti. Adamın yüzünde hafif bir gülümseme yakaladı adamın ışık bulunan alnına bir tutam kahverengi saç düşmüştü; ardından dikkatini duvardaki antika saate yöneltti. Gübrelerin yediği bir el dokuması kilim ile ilgilenecek birine benzemiyordu; gömleğinin sırt kısmı terden dolayı cildine yapışmıştı; kolları da dirsekle-rine kadar özensizce kıvrılmıştı. Pantolonu sanki bir haftadır bununla yatıyormuş gibi görünü-yordu üzerinde; ABD ordusu kimlik tespiti kontuarı yazan bir evrak çantası hemen yanında du-ruyordu ama onu bir ordu mensubu gibi görmemişti; dışarıda disiplin edilmiş bir şey göze çar-pıyordu.
Generalin kabristanında aç olmaktansa elindeki bardağı ile aylak aylak oturmayı tercih eder gibi görünüyordu. Hizmetkar geri dönmüştü başını özür dileyecek gibi sağa sallıyordu.
- bir yanlış anlama olmalı. Bahçıvan şoförün şehre döndüğünü söylüyor.
Hayal kırıklığı içinde pencereden dışarıya baktı.
- belki generalin şoförü sizi götürebilir; bir de teslimat için geçmişte ama birazdan gelir dilerseniz siz de bu arada bahçeyi görebilirsiniz.
- evet dedi
- sanırım bu çok iyi olur.
Hizmetkârı gururla gülümseyerek kapıyı açtı
-bu çok meşhur bir bahçedir; general orkide koleksiyonu ile ünlüdür, patikanın sonunda sazan göletinin yanında göreceksiniz.
Dışarı çıkıp akşam üstlerinin buhar banyosuna adım atıp çakıl patikadan yürümeye başladılar.
Bahçıvanın makasının sesleri ve sürekli dönen fıskiyelerin haricinde etrafta ses yoktu ağaçlara doğru yöneldi ancak çimenlik alanın tam ortasına geldiğinde sesler duydu ve dönüp otele baktı. İlk gördüğü şey mermer dış cepheden yansıyan güneşti ardından binanın ilk katına odaklandı ve pencerelerin tekinde dikilen bir adam gördü; hizmetkâr dönerek patikadan ilerlemeye devam etti ancak attığı her adımın her yerden takip edildiğinin tamamen farkındaydı. Çift kanatlı pencerenin önünde dikilerek kadının çimenlik bölgeyi geçip bahçeye gidişini seyretti.
Güneş ışığının kısa saçlarında dans etmesi hoşuna gitti; aynı zamanda hareket ediş tarzından, yürürken göğüslerinin sallanması ona seksi bir hava veriyordu.
Ondan hoşlanmıştım, bakışları yavaş yavaş kaydı; kolsuz bluz ve maalesef ana hatları gizleyen eteğine baktığım da ilk gözüme çarpan ince bir bel, hoş kalçalar, çekici baldırlar, çekici ayak bi-lekleriydi.
Bu rahatsız edici düşünce zincirini gönülsüzce kesti, dikkatinin dağılması için iyi bir zaman de-ğil, yine de gittikçe küçülen figüre beğeni dolu son bir bakış attı.
Tamam kabul ediyorum, çok parlak ya da ağdalı olmayabilir ama bacakları muhteşemdi, kesin-likle çok güzeldi. Mermer zeminde ayak sesleri işletildi döndü ve sekreteri gördü bu köse suratlı gülümseyen bir adamdı. Sekreter Bay Muhammed'e gecikme için özür dilerim ama acil bir du-rumumuz oluştu dedi.
Görüşebilecek miyiz? saat üçten beri bekliyorum.
Evet anlıyorum, ama bir sorun çıktı; görünüşe bakılırsa gecikmeli de olsa general sizinle planla-dığı gibi görüşecek.
Bu toplantıyı benim talep etmediğimi size anımsata bilir miyim?
Evet oldukça yoğun olan programımı bu iş için ayarladım, abartma özgürlüğünü kullanıyordu adam bunca yolu kat ederek buraya geldim.
- anlıyorum fakat en azından bu randevu neden bu kadar önemli söyleyin.
- bunu kendisine sormamız gerekecek.
O ana kadar öfkesini kontrol altında tutan Muhammet, uzun boylu bir adam olmasa da sekreter-den tam parmak boyu fazla uzundu, general normalde bu şekilde bir iş yapar üzgünüm dedi sek-reter.
- bu değişiklik tamamen beklenmedik bir olay ve beni müteessir etti. Gözleri bir an için kaygı ile dolmuştu sanki, pencerenin ötesindeki bir şeye odaklandı adamın bakışlarını takip etti ve nereye baktığını gördü bal rengi saçlı kadına bakıyordu sekreter ayaklarını sürdü yapması gereken baş-ka işlerin olduğunun göstergesiydi bu buluşmayı temin edelim birkaç gün içinde ararsanız size başka bir randevu ayarlarız.
Evrak çantasını kapıp kapıya yöneldi, birkaç güne kadar dedi talepte olacağım giriş merdivenle-rinin gölgesinde erken bezginlik içinde tüm öğleden sonra boşa harcandı diye düşündü. Giriş kapısını açtığında tekrar küfür etti arabası çınar ağacının gölgesine park edilmişti. Şoför görü-nürlerde yoktu onu tanıdığı kadarıyla muhtemelen bahçıvanın kızıyla flört etmekteydi, uysal bir şekilde arabaya doğru yorgun argın ilerledi.
Güneş ortalığı kavuruyor, masaların cam yüzeylerinden çakıl yolun etrafa yansıyordu arabayı çakıldan çıkart dedi şoföre, mesafenin yarısını kat etmişlerdi ki, başını kaldırıp bahçeye şöyle bir baktı, kısa saçlı kadını fark etti; taş bir bankta oturuyordu, keyifsiz görünüyordu. Bu işte garip bir durum vardı, şehre geri dönüş oldukça uzun bir yolculuktu.
Ona doğru yürümeye başlayarak her neyse diye düşündü, onunla arkadaşlık edebilirdi kadın derin düşünceler içindeymiş gibi görünüyordu; gidip tam yanında dikkat çekene kadar ve par-fümünün kokusu ona gelene kadar yaklaşmaktı.
Başını kaldırıp bana bakmadan “selam” dedi.
Kadının başını kaldırdı Muhammed gözlerini kısarak ona “aleyküm selam” diye cevap verdi. Şehre gidecek bir arabaya ihtiyacınız olduğunu duydum.
- bir aracım var, teşekkürler.
- uzun süre beklemek zorunda kalabilirsiniz, ben her koşulda dönmek zorundayım zaten.
Kadın karşılık vermedi, bir süre sessiz kaldı.
- gerçekten sorun değil diye ekledi, sorgulayıcı bir bakış attı. Bakınca insanın kalbinde yangın çıkaran gözleri vardı, doğrudan gözlerimin içine bakıyordu, cesurdu sanki bedenini delip geçi-yordu; ürkek bir güvercin değildi, tekrar dönüp eve bakarak onun şoförü beni bırakacak dedi.
- ben buradayım, o daha gelmedi.
Kadın tekrar aynı bakışı attı, bu sessiz, üçüncü derece bir bakıştı; onun sorun yaratmayacağına karar verdi, ayağa kalktı,” teşekkür ederim, Allah sizden razı olsun” dedi.
Çakıl yoldan arabaya doğru yürüdüler, araca yaklaştıklarında arka kapının ardına kadar açık durduğunu ve bir çift kirli kahverengi ayağın dışarı uzandığını fark ettiler. Şoför arka koltuğa bir ceset gibi yayılmıştı, kadın hareketsiz bedenine bakarak olduğu yerde durdu. Arabadan halinden memnun bir horlama yankılandı; adam arabanın tavanını yumrukladı bu hareketin karşılığında şoförden yükselen homurtu gök gürültüsü bastırabilirdi.
- uyanacak mısın yoksa öğretmen mi bekliyorsun?
Kıpırdadı ve kan çanağına dönmüş gözlerinden birini açtı, hoş bir tavırla iyi bir uyku çektim dedi. Şoför zarif bir tavırla arka koltuğu boşalttı.
Patronu işaret etti bir baş belası olmaktan nefret ediyorum ama izin verir misin bu hanımefendiye onu şehre götürebileceğimi söyledim.
Sürünerek dışarı çıktı şoför koltuğuna doğru ayağını sürüyerek uykulu bir şekilde ilerliyor di-reksiyonun başına gömüldü başına birkaç kez turladı ardından arabanın anahtarlarını bulmak için eğilip eliyle yerleri yokladı.
Kadın alçak sesle “arabayı kullanılabileceğinden emin misiniz?” diye sordu.
- bu adam dedi bir kedinin reflekslerine sahiptir ama uyanık olduğu zaman.
- şu anda uyanık mısın?
-öyle görünmüyor muyum? Dedi.
Yanıtı duydunuz dedi adam, kadına baktı; kadın iç çekti bu bana kendimi çok daha iyi hissettirdi dönüp eve özlemle baktım hizmetkar basamaklarda durmuş el sallamaktaydı kadına eliyle içeri girmesini işaret etti.
“Uzun bir yolculuk yapacağız”
Araba rüzgârlı dağ yolunda ilerlerken kadın sessizce oturdu. İkisi de arka koltukta birbirinden olsa olsa iki santim uzakta oturuyor olsalar da kadın kilometrelerce uzaktaymış gibiydi; gözlerini manzaraya dikmişti. General oldukça uzun bir süre kaldınız dedi, kadın başını sallayarak onay-ladı. Çok sorum vardı.
- muhabir misiniz?
- hayır, sadece eski bir ailevi mesele.
Kadının konuyu biraz daha detaylandırmasını bekledi ama o tekrar pencereye döndü; oldukça önemli bir aile meselesi olmalı dedi.
- neden böyle düşünüyorsunuz?
- sizden ayrıldıktan hemen sonra randevularının tümünü iptal etti.
- onu görmek için içeri girmediniz mi?
- sekreteri dahi geçemedim; ayrıca beni görmek isteyen oydu.
-2 gündür buradayım yarın ayrılıyorum
Çenesi şaşkınlık içinde ayrıldı; neden bu kadar erken? diye sordu.
- bu büyük bir rastlantı aslında.
- rastlantı olan nedir? Dedi
- 2 gün içinde ben de buradan ayrılıyorum.
- öyle mi?
Kadın koltukta duran, üzerinde “kimlik tespiti yapıldı” yazan evrak çantasına baktı.
-hükümet işleri mi?
- evet
Başını salladı.
-ya siz aile meselesi mi?
Adam, kadının ailesinin ne tür bir boktan belaya bulaştığını düşünmeye başlamıştı.
-doğru ya, sizin şu ünlü aile meselesi; daha önce Halep'e gitmiş miydiniz?
- bir kez, ama o zamanlar sadece 10 yaşındaydım.
- babanız askeri görevde miydi?
- öyle de denebilir.
Kadının bakışları ufak bir noktadan bir an olsun ayrılmadı.
- şehri pek fazla hatırlamıyorum toz sıcak ve araba doluydu trafiği felaketti ve yemekler çok gü-zeldi.
- o günden bu yana çok değişti dedi adam
-arabaların büyük çoğunluğu yok oldu
-ya güzel yemekler?
-onlar hala orada
-İç savaş, sıcak ve tozla birlikte diğer her şey değişti.
Kısa bir an için sessiz kaldı, sonra sanki yeni aklına gelmiş gibi “eğer işin içinden çıkamazsınız; size etrafı gezdiririm” dedi. Kadın tereddüt etti, davetinin aklına yattığı kesindi; “hadi kabul et” diye adam içinden dua ediyordu sonra onun bakışlarını yakaladı dikiz aynasından romantik bir bakış attı, o da hazır bir şekilde göz kırpıyordu; göz kırpışlarının farkına varmış ve bunun ne anlama geldiğini kesinlikle anlamıştı. Kadın bıkkınlık içinde işte yine başlıyoruz diye düşündü şimdi bana yemeğe çıkmak isteyip istemediğimi soracak ve ben hayır yapamam diyeceğim sonra “bir içkiye ne dersiniz?” diye soracak ben de o lanet derecede iyi görünümlü bir adam olduğu için pes edip kabul edeceğim.
“Bu gece için planım yok” dedi kadın.
- akşam yemeğine ne dersiniz? bu bezdirici senaryoyu kimin yazdığını ve insanın bundan nasıl kurtulabileceğini merak ederek “yapamam” dedim.
- o zaman bir içkiye ne dersiniz? adam ona hafifçe gülümsedi ve kendini çok yüksek bir uçuru-mun kenarında sallanıyormuş gibi hissetti. İşin çılgınca yanı, onun aslında gerçek manada yakı-şıklı bir adam olmasıydı, bunu sanki bir şekilde yerinden çıkarıldıktan sonra üstünkörü yerleşti-rilmiş bir çiçeğe benzetti.
Saçlarının bir kuaföre ya da en azından taranmaya ihtiyacı vardı; her ne kadar geçen yıllar derin aklar yaratmasa da bir kadın daima bakımlı olmalıydı.
Adamın otuzlu yaşlarının sonlarında olduğunu tahmin etti hayır bundan çok daha iyi görünümlü erkeklerle karşılaşmıştı yabancı bir otelde tek gecelik el tacizinden öte şeyler öneren erkeklerle.
- peki bu adam neden bunu yapıyor?
Tekrar sordu
-teşekkürler dedi ama hayır sağ olun adamın ısrarlı davranmaması onu rahatlattı başını salladı arkasına yaslandı bir pencereden dışarı baktı parmaklarıyla evrak çantasına vuruyordu bu uyum-suz ritim onu çıldırttı aynen onun kendisine yaptığı gibi onu dikkate almamaya çalışan bir hava hissetti ama bu imkansızdı o kadar kendinden emindi ki fark edilmemesi mümkün değildi otelin önüne geldiklerinde kendini arabadan dışarı atmaya hazırdı beni geçirdiğiniz için teşekkürler dedi kapıyı hızla çarptı adam açık pencereden dışarı baktı bekleyin diye seslendi adınızı söyle-mediniz ya soyadınız dönüp otelin önüne tırmanmaya başladı adam sonra görüşürüz diye hay-kırdı hiç sanmıyorum diye düşündü kadın ancak lobi kapısına ulaştığında durup arkasına bak-madan ve aracın köşeyi dönerek gözden kayboluşunu seyretmekten kendini alamadı.
Adamın adını bile bilmediğinin farkına ancak o an vardı; otelde yatağın eğimli olduğu bu odada daha doğrusu bu çöplükte neden oda tuttuğunu düşündü.
Burayla ilgili birçok hatırası vardı o sıcak canlı geceleri kesinlikle unutmamıştı o günlerde din-lenme ve rahatlama birinci sınıftı.
Çocukluğunda geçirdiği geceleri hatırladı, büyükanne ile güneş batana kadar yaptığı sohbetleri anımsadı, o günlerde onu hiçbir şey rahatsız etmiyordu ne gürültü ne sıcak ne de kokular hatta mermiler bile kendilerini ayrıcalıklı olumsuz his vermiyordu; mermiyi yiyen hep diğer adam oluyordu, evine tabutla gönderilen diğer asker; eğer başka şekilde düşünürseniz, eğer kendi fani-liğiniz konusunda uzun süre ve zorlu bir şekilde endişelenir iseniz berbat bir asker olurdunuz. Cenaze, evinizden çıkmadığı sürece acıyı hissetmezsiniz, diktatörün işkence ettiği ya da öldür-düğü muhalifler babamın ve dolayısıyla ailemizin ilgisini çekmiyordu.
Yıllar önce kuzey Irak’ta nükleer bomba ile Halepçe’de öldürülen siviller de dünyanın umurun-da olmamıştı.
Sonunda babam, berbat bir asker olmuştu; hayatta kalmasına hala şaşırıyordu.
Utanma, manasıyla anlamadığı bir şeydi; babam rejime çalışmaktan başka, pis işlere de dahil olmuştu, her koşulda eve canlı dönebilmişti, en azından son uçuşuna kadar.
O yıllarda teğmen olan yaşlı general ile yaptığı görüşme boyunca çapkın moruk gözlerini bacak-larından ayırmamıştı.
Sonunda baklayı ağzından çıkardı, sana gizli dosyaları bir şartla veririm, benimle bir gece yeme-ğe çıkmanı istiyorum. Sen batıda okumuş bir kızsın senin için bekaret namus gibi kavramların önemi yoktur, sizin mezhebinizde namus kavramı geçerli mi?
Bu konuya nasıl vardığını sordum, cevabını beklemeden masanın üzerinde zarf açmak için kul-lanılan ve hançere benzeyen bıçağı gırtlağına saplamak istiyordum ancak bu binadan tek parça çıkmalıydım.
O iğrenç adam ile babamın hatırası için yemeğe çıktım ve gizli dosyaları birlikte incelemeye baş-ladık. Gençliğinde rejimin ordusu ile ilgili gizli bilgileri Irak-ŞAM İslam cephesi milislerine ak-taran bu vatan haini iktidara gelen şeriatçı yönetim sayesinde general olmuştu.
Bir zamanlar kafa kesen kendini savunamayan kadınları taşlayarak öldüren insan müsveddeleri artık ülkede kravat takıp yönetici olmuşlardı.
Siyasal İslam 1974 yılında İran’da başarıya ulaşmıştı, benzer şekilde komşu ülkelerde de hızla yükseliyordu.
Kart zampara, babamın son görevine giderken çok stresli olduğunu ve sebepsiz bir şekilde uç-maktan amansız derecede korktuğunu, yapacağı uçuşu ve verilen görevi reddetmeyi düşündüğü-nü yakın çevresine aktarmıştı.
Kayıt Tarihi : 1.6.2025 08:52:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!