Bir akşamüstü, yüreğimi elden çıkardım,
gözlerinden geçen o sessiz depremle,
yüzümde kanunsuzca çizilmiş o haritayı yırttım.
Artık zamanı aydınlatan en güzel şiir
sendin...
Bütün galaksiler,
senin ağzının kenarında titreyip sönen,
minik kıvılcımlardı.
Bütün teleskopların çevrili olduğu gezegenler
bakışlarının kıvrımlarını sunuyorlardı insanlığa.
Böylece şimdi olmasa bile,
bir zamanlar kâinatta büyük bir hayat olduğuna Tanrı bile inanıyordu.
Yerçekimi denen şey,
senin ışığından arta kalan evrensel bir yasaydı.
Madde ile enerjinin arasında duran yegâne şeysin sen.
Ve karanlık madde,
hiç dokunamadığım yanındı senin...
Her gezegen, senin ardından
biraz daha içine çökerken,
O, senin için adı konulmamış ağıtları topluyordu aslında.
Zamanın hükmü kalmamıştı,
ve sadece boşluğu vardı,
kanıtlanamayan her şey,
senin adına çarpıyordu.
Ve hâlâ,
sana dair her şey
en derin bilimsel gerçek gibi her daim yanlışlanabilirdi,
ama ortaya çıkan yine sendin.
Bu şiir burada bitmiyor
ve sen hâlâ beni sevmiyorsun.
Evrendeki büyük patlama dedikleri,
bu şiir üzerinden yükseliyor...
Bu şiir burada bitmiyor
ve sen hâlâ beni sevmiyorsun."
Bu dizede intihale kaçmış olabilirim
kabul...
Ama mutluluğu da acısı da %100 bana ait.
Öyle ki bu hayat,
sonsuz tekrar değil mi ?
Yerçekimi sana aitken
herkesin düştüğü yer aynıydı...
Ve şairler,
bir başkasının bıraktığı yerden devam ediyorlardı,
başkasının göğsünde yanmış bir yıldızı,
külünden var kılmaya!
Aslında kâinat siyah bir dumanın üstünde yükseldi,
Zeus'lar kavgaya tutuştu,
tarih hiç değişmedi!
Yobazlar Galileo'yu yargıladı
aydınlık mumla değil
yobazın ateşiyle aranır oldu.
Bu şiir yanmış bir odanın içinde kalmış olan İS!
Ardından nasırlanmış avuçlarımın içine aldığım bir taşı bütün kuvvetimle boşluğa savurdum.
Taş döndü döndü döndü ve düştü yere.
Anladım ki;
bütün ağırlıklar sana yeniliyormuş.
Yerçekimi sadece bahane...
Şimdi kızgnım sana!
Tükettin içimdeki çocukluğunu kartpostal imgelerde,
Sığındın etiketli gülüşlere,butik yalnızlıklara aldandın.
Camdan düşler seçtin ağlamak ve kırılmak için.
Senin için doğan gezegenler bir anda silindiler!
Anladım!
Kalbin içimdeki şehirden daha büyük değilmiş.
Dönüp dolaşıp yine sana aşık olunca,
yitirdiğim her şey geri dönüp geliyor.
Kalbin, içimdeki şehirden büyük oluyor.
Bugün sensizlikle boyanmış sokaklardan geçerken,
siktiğimi faşistlerle kavga ettim.
Ve öfkem, duvara çarpan bir yankı gibi döndü içime.
Ve öfkem,
sadece bana dönen bir soruydu aslında:
"Kimi yenmek istiyorsun, eğer düşmanın kendi içindeyse?"
Ve hangi zafer,
kendi iç savaşında kazandığını sanan birine,
yenilgilerin gürültüsünü duyurabilir?
İşte tam orada,
düşün en dibinde,
bir yankı daha başlar:
“Ben kimim,
eğer her sesim bir başka çürümeyi çağırıyorsa?”
Bu, yorgun bir savaşçıya dönüşüyorum demektir.
Gözlerinin içindeki kelimelere ayraç olan...
Açılırsa sayfalar bahçelerin içinde bir cümleyle,
hadi dalları üşüyen erik ağaçlarına sor beni,
en çok da donmuş bir tomurcuğa!
Henüz çözülmemiş bir sorunun ucunda kıvranan o buzdan hayallere...
Sor beni,
oluşla,
yok oluşun arasına.
Hiçbir ölüm tam değildir,
tozunla bir hakikatte buluştuğun vakit.
Develer ve gezegenler yükünü taşıyamaz artık!
Bu öyle bir günah değil...
Varlık, kendi hacminden utanır artık!
Aynalarda kırılan, inkâr ettiğin değil!
Bir çağrının yükünü taşımak,
artık senin haddin değil!
Alnımızın ortasında kara bir leke gibi duruyorken zaman,
her duanın konusu, bir lanetin muhatabı olmuştu.
Sustuklarınla bir gölge çiziyorsun içime,
senin dışındaki dünya,
artık dünya değil...
Biliyorum, düşünceyi kurban vermek kolaydır,
çünkü aklın kanı görünmez,
yalnızca yankılanır; bir mezar sessizliğiyle.
Ve anlatamazsın siktiğimi yobazlarına.
Bir kehanet gibi büyürken içimdeki çatlaklar,
anlatamadım ve küfür ettim bu puştlara!
Sen yoktun, ve ben yine seni özledim...
Gökhan Sarıkaya
Kayıt Tarihi : 26.7.2025 22:17:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!