Uzaklardan sana yazarken en çok buna takıldı duygularım
sürüyle bulut geçerken gözlerimden hangi mevsim olduğunu tenime değen yokluğunla anladım.
kırmızıya boyarken her çerçeveyi 
çerçevedeki yüzlerin utangaçlığıyla değişti bütün yolculuklar ve ben hep en uzağını seçtim uzun süren bütün yolculuklardan öteye giden yolların…
hüznü anımsarken gözlerinin çukur yalnızlığında ellerine değebilecek kadar yakın olamadığım için yağmura adadım bütün dualarımı
parmaklarına değen şimdi duygularım 
yüreğinin en ulaşılmaz noktasında ki rengarenk çiçekleri koparan rüzgarlara inat yağıyorum bu mevsimde 
kırılmaz sandığın kalbimi emanet ederek bir eskiciye eski bir aşkın yüceliğinden sana taşıyorum cebimde kalan son kelimeleri…
Zaman olgusuna aldırmadan koşuyorum beyaz bir kağıdın saflığında
kendimi unuttuğum en son ayrılıktan alıp geliyorum sana
yılgınlığım
yorgunluğum ve sana susamışlığımla
zamansız bir olguya çarpıyorum
gece sensiz ve sessizken
uğuldayan anılara bağırıyorum
artık yeter bitsin bu işkence diye
sonra susup sana gömülüyorum en uzak mevsimlerden birinde.
denize karsı birkaç mısra kalıyor dilimde
denizine aldanıyorum bu kentin 
köhne limanlarında ki birkaç köhne sandalına
sonra beliriyor gökyüzü bir bulutun ardına gizlenmiş  tüm mavilikler 
sonra anlıyorum ki benden çok var bu limanda
kaybolmuş kendimle karşılaşmamayı diliyorum Tanrı'dan
çıplağım ama günahkar değilim
sancıyorum hala ama yaralarım kanamıyor artık suskunum ama dilsiz değilim
bütün bunları sende bilsen diyorum bir an
sende anlasan bu kaçıncı yağmur oluşum ıssız gökyüzünde
bu kaçıncı sensiz yolculuğum sana
belki de susmalısın diyor yakamozlar
bu kentin kaderi budur diyor yıldızlar.
sönmelerine izin veren kim?
kızıyorum onlara
bu kenti yalnızlaştıranlara
kızıyorum kendime
yürüdüğüm  kaldırımlarda bıraktığım izlerin silinmesine her şeyine bu kentin, sensizken anlamsızlığına yalnızken çalmayan kapı seslerine kızıyorum
kızdığım için kızıyorum kendime,
bu kent bir ölü sonradan anlıyorum her şeyi…
Ve martı çığlıkları sarıyor
bir kent ne kadar üşürse o kadar üşüyorum bende
sana sarılıyor düşlerim,
senden bi haber geçen zaman
kirpik uçlarımı yakan bir kibrit  tanesi gibi büyük bir yangın izi bırakıyor gözlerimde
dar sokaklar karşılıyor gelişini bu kentte
her sokakta kaybolmaktan korkarak yürüyorsun 
beni gördüğün ilk yerde teslim oluyorsun yalnızlığa martı çığlıklarına karışıp kayboluyorsun bu gecede…aşklarına aldanıyorum 
çocukların masumluğuna 
hala bacası tüten gecekondularına
en çokta kalabalık yalnızlığına
sona varıyorsun diyor bir ses, 
neyin sonu kimin sesi bilmiyorum 
son böyle değil diyorum
hiç bir roman böyle bitmedi ben okurken
sus diyor ses! 
susmazsam son bulacakmışım gibi geliyor…
şimdi haykırarak bütün camlarını kırsam bu hayatın
bir kez daha derin bir nefes alabilmek için yıksam duvarları
gözlerimdeki ihaneti kim masum kılar ki…
öldüğümün resmini çiziyorlar her gün aynı saatte bu kentin bütün duvarlarına
suskunluğumla  aynı adı taşıyan resimler çiziyorlar baktığım her yere
acemi şairler gibi gazetelerin üçüncü sayfalarında yayınlanıyor kalem mahkumluğum
ben  hala aşkın yüceliğinden söz ediyorum yorgun ve bitmiş kalemimle…
pes ediyorum
bir ses hayır diyor
tutsaklığın bitmedi!
kendime gömülüyorum  ışıkların sönen hızıyla..
Sabahı beklesem diyorum
hani ya bu çığlıklar son bulur 
belki bir sis çöker gözlerime hiç kimseyi göremez gözlerim 
bir çiy tanesi  düşer yüreğime yeniden yeşerir umutlarım
bir güneş doğar ki soğukluğunu alır bu kentin
üşümem artık üşütmem seni…
Evira AyazKayıt Tarihi : 7.12.2012 03:31:00
 
 
 
 
 Şiiri Değerlendir
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
 
 




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!