Bu kaçıncı ayrılık? ! ..

Abdurrahim Küçük
14

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Bu kaçıncı ayrılık? ! ..


Zifiri karanlığı delerek indiğim arzın kıskacın da
Yeni soluk alıp verme çabalarım
Unutturmamalı yalnızlığı.
Etrafımda sevinçle karışık çığlık nöbetleri.
Oynatarak ellerimi, ayaklarımı, çırpınmalıyım
Aldırmadan, aldırış etmeden onca sese
Anlamsız sözcüklere…

Gemini kıran küheylanlar toz duman ederken ortalığı
Kimselerin çekinmeden söyleyemediği türküler söylemeliyim
Şarkılar, naatlar kasideler…
Kendime özgü kelimeler bularak
Yeni lisanıhâl dilimle konuşabileceğim.
Koparken körpe yüreğimde vaveylalar
Haber vermek için gidişini
Tenha kimsesiz virane köşelerde habersiz
Yüceler yücesi Hâlık’ın inişli çıkışlı kullarına
Çıkışın mahlûkatın erişmeyeceği atlas sedirler
İnişin alçalışın son noktası olduğunu

Gözlerimi açıp açmama karasızlığına bırakıp
Tüm cesaretimi toplamalıyım
Küçük yalnızlıkları ardıma alıp koca yalnızlıklara
Henüz ırgatların bile keşfedemediği yeni yollar bulmalıyım.
Avans vermeden kimsenin kuruntusuna
Geceleri kışlık erzak gibi saklarken
Rutubetli gizli köşelerinde kilerin
Âdem’in hamurundan yapılmış küplerde.

Suluğuma sarılmadan hasret çeker gibi
Güç almak, öç almak için yeni düştüğüm hayattan.
Sarp kayalara tırmanmak bir sincap edasıyla
Yeni düştüğüm kimli kimsizlerin bostanlarında
Hevese tutsak ellerim ve ayaklarımın küçüklüğü
Küçük düşürmesin beni.
Çırpınışlarım, meydan okuyuşlarımın ilk işaretleri olmalı
Dizginleri elden bıraktığım sanılmasın
Yılları nasıl yalnız bıraktığımı göstermeliyim.
Mahpus günlerinin intikamını almalıyım bir bir
İçerde geçirdiğim.

Mesafelerin uzaklığı hiçbir zaman daha uzak olamaz
Gönül uzaklıklarından.
Hangi mevsim eserse essin rüzgâr
İlkbahar yaprakları fazla direnmemeli önünde

Ekmek çalınsa da ırgatın midesiyle
O farkına varmadan
Hâlâ o, eskimez insanî düşüncelerle
Savrulurken hayatın bulvarlarında.
Marabaların cami önlerindeki düşünceli halleri
Zehirlenmiş mahalle 'muzurlar’ı gibi
Elleri arasına aldığı yüzünden görünen iki çukur halkadan izlenmemeli.
Devasız derdin pençesinde çırpınan baykuşlar
Derdinin güneşin gözlerini kamaştırmaktan ibaret olduğu zannıyla
Başka bir şey düşünmemeli
Çobanı azıksız, yetimi katıksız bırakırken.

Ayaklarım geçerken eşkiyânın kurdu pusuyu yararak
Geçit vermez dağların büyüsü bozulup
Bir balyoz gibi inerken zorbanın şah damarına
Dikenler gülün etrafında yeniden devinmeli
Düş kurmak için
Yeni bir düş
Yeni bir dünyayı gölge gibi alıp ardına salınmalı
Servi söğütler...

Mehtaba kafa tutan buğulu gözlerim büyüsü
Gecenin iki yakasını bir araya getirerek dağılmasın diye
Sıyrılmak için arasından dünü sırtlayarak.
Koşarken kaçırmamak
Uzun ve uzak hedefleri
Kösteklere aldırmadan
Yıkarak bentlerini
Kendilerini dahi sanan mimarlar
Önünü kesmek, engel olmak muhayyilelerine dalarken.
Güneş nasıl söz dinlemez
Nasıl boyun eğmezse koca çınarlar serseri yellere
Yüceliğinden taviz vermeyen dağlar
Düzlükleri nasıl serinletirse
Kurumuş dudakları ırmakların ağustos sıcağında.
Kimi çok, kimi yok yemekten düşerken hastane yollarına
Kollarımı açarak uçmalıyıyım kurtarmak için yangından
Yarınıma el koyan korsanlar uzaklaşmadan menzilimden.
Kafam almazsa alçak dağların zorbalığını
Kafa vurmalıyım can damarına
Öteleyerek önüme gelenleri
Yıllanmış suskunluğunu bozan volkanik lavlar gibi
Sünerek kaçışların ardından

Mektepler vesile olunca ayrılıklara
Aldırmadan dökülen incilere gözlerimden
Anladım dargınlığımı
İsyanım
Ne tüm güzellikler içinde beyaz kelebeğin
Kokuşmuş insan sülietlerinin kirini temizleme çabaları
Ne kan ne çıkar çatışmasına dayalı.
Kavgamız taşa can, toprağa kan veren kelebeğin
İlk gelişiyle başladı.
Dost düşman ayırt etmeden
Süzülüşüyle nazlı, niyazlı

Kaçışların yakalamak olduğunu anladım vedadan
Arkası gelmeyen vedalar önünde ön ayak olurken
Çiçeğin dikine
Kuş konmaz kervan geçmez bozkırların
Yüreğinin en kuytu yerlerinde beslediği billur sesli kekliklerin
Ayrılıkları geldi aklıma.
Nöbet değişimi zamanı geri almış
Varışı olmayan kaçışlar bekleyişlere
Kapı aralarken ecel.

Kalbime sahtekâr bir dost edasıyla saplanan mavzer kurşunu serserice
Delerek en ince hassas yerinden.
Mevsimlerin son baharda kararlı yürek çarpıntıları
Olağan yaşamları çarparken acımasızca en sert kayalara
Toprak ağır uykusundan kalkarken
Üzerlerindeki ağır yükleri hafifletmeye çalışan
Boyacı simitçi supyanlar
Ayaklarının altındaki devinime aldırmadan
Yarışırcasına kulvarlar da çatlayan toy atların
Yediği iki lokma ekmeğin bedelini ödemek için
Önü ve arkası kabarık hesapları
Bir veda yaprağı daha düşer takvimden

Göğün ve yerin anlaşması seherde
Yeni bir ümit olamamıştır.
Yeni bir başlangıç.
Nasırıyla güçlenen minik ellerim,
Yeniden dönerken ürkek ve titrek günlerine,
Dağınık saçlarıma aldırmayan eşiğim
İçinden çıkmadan haydi dön! Diyen döşeğim
İki ayak üzerinde milli kahraman edasıyla
Zafer turları attığım dar sokaklar
Alışamadılar dört ayaklı yıllara dönüşüme
Hazır değiller

Koynunda büyüttüğün yılların küskünlüğü
Hesabını yaparken senin
Bağrında yeşeren acı güllerin kulak çatlatan naraları
Alçalınca
Vasiyetini veren arı sesi vızıltısıyla
Ağlamaya mecali kalmayan
Meltem rüzgârlarına son isyana hazırlığında başın
Üflesen sönecek fener gibi duran gözlerimin üstüne çivili kirpiklerin
Konuşması kalacak hatırda
Yüreğimde kalmışsa hala sayma cesareti
Konuş Ey gözlerim!
Bu kaçıncı ayrılık? ! ..

03.09.2009
Abdurrahim KÜÇÜK

Abdurrahim Küçük
Kayıt Tarihi : 16.9.2010 10:35:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Abdurrahim Küçük