Bayramın birici günü her yerde kurban kesiliyordu. Kurbanlar beni yazılarımdan tanıdıkları için, kuru sıkı atışıma aldanmışlar, bi şey zannetmişler. Beni görünce cesaretlenip, çığlık attılar, çığlığı duyan cellatlar, kuzuların karın boşluğuna, sivri ayaklarıyla tekmeyi atınca,
bıçağa gerek kalmadı. Cellatla biraz hasbihal edeyim dedim. Elinde koca satır olunca aşağıdan almak zorunda kaldım. Yıllardır pratik deneylerimle öğrendim ki… Başka türlü konuşmak riskli. ‘Hiç için titremiyor mu bu güzelim kuzuları keserken? ’ dedim. Adam nefesini tutup suratıma öyle bir baktı ki? Rengim attı. ‘Sen etek giysen iyi edersin’ dedi. ‘Ne demek içi titremek, bir kuzuyu kesemeyen sınır ötesi harekette insanı nasıl kesecek’ dedi. Aaaaa! Kafamda jeton düştü, doğru ya! ... İnsanın yüreği nasır bağlamadan bu katliamı yapabilir mi? Ayaklar çok yol yürüdükçe, yüreklerde çok adam kestikçe nasır bağlar. Hatta çelikleşen yürekler bile varmış… Hızını alamayıp, kulak, burun, meme kesen, kelleyi kesip, o kelle ile top oynayanlar… Biz değil miyiz ki, adam ettiğimiz adamların etrafında, sonradan pervane dönen… Kendi putlarımızın önünde diz çöken, bu defa da kuzuların yerine gökten yeniden İsmail’i indirip kurban da ederiz.
Henüz yeryüzünde yeteri kadar İsmail olduğu için, şimdilik ona gerek yoktur.
İşte birinci günüm böyle geçti benim. Yeniden doğmuş gibi oldum. Çok şey öğrendim.
İnsanın dönmesi önemli değil, nihayetinde, davadan döndü diye, bir kurşun sıkarsın olur biter. Ama çorap dönmesi öyle mi? Eve misafir gelir, şöyle bir yaslanırsın koltuğa… Misafir gelecek diye, ilk defa yakmışsın klimayı, ev ilk defa ısınmış adam gibi, geriye de yaslanmışım ki… Karımın suratı, yağmur bulutları gibi kapkara. Ne oldu der gibi çaktırmadan bakayım dedim, ayaklarımı gösterdi, baktım çoraplar dönmüş… Çorapları düzelttim ama, ne fayda, karım rezil olmuş gelen komşulara… Beni rezil ettin diye ensemde boza pişirdi.
Ya ben, ben ne oldum. Dr. Kolombo gibi kafamın içinde şimşekler çaktı. ‘’Dost başa, düşman ayağa bakar’’ sözü hemen aklıma geldi. Demek düşman burada, ‘’düşman evin içinde
ise yapılacak bir şey yok’’ demişti, bir zamanlar önemli birisi… İşte bu bayram da benim için,
böylece önem kazandı. Neyse ki, bir büyük adam öyle bir söz söylemiş, yoksa ne yapacağım diye, kendi kendimi yiyecektim bütün bayram günlerinde… Bilirsiniz insanı en çok yıpratan şey kararsızlık, o söz beni kurtardı da, yapılacak bir şey yok deyip kesip attım. Ne polis aradım, ne de arkadaşlarımı eve çağırıp kendi dertlerimle başlarını ağrıttım. Büyük adamların sözleri işte böyle en dar zamanda imdadına yetişiyor insanın.
Üçüncü günde, ünü uluslar arası yayılan Osman Abi’mi merak eden ünlü bir gazeteci geldi. Osman Abi ile ropertaj yapmak için beni devreye sokmak istemiş. Ne kadar zor bi iş olduğunu nasıl anlatayım. Böyle ünlüler bilirsiniz alt dudağı yerde üst dudağı gökte, onlara yaklaşmak için arada kaç kapı, kaç perde… Ben kara kara nasıl ayarlasam bu işi diye düşünürken, Osman Abi piyangodan çıkmış gibi gelmez mi, yüzüm bulutlar ardından çıkan güneş gibi parladı. Hah işte! ‘’Doktor iyi olacak hastanın ayağına gelirmiş’’ dedim ama, ben daha ne olduğunu anlamadan Osman Abi 4-5 kişinin elini sıktı… Benim taaa İstanbul’dan gelen ve randevu almak için tam üç gün bekleyen ve Osman Abi’yi görünce heyecanla ayağa fırlayıp elini uzatan gazeteci arkadaşımın eli havada kalmaz mı, Osman Abi arkasını dönüp gitmez mi? Yerin dibine girmek istedim ama, fay hattına uzak olduğum için yer yarılmadı.
Devlet yönetiminin önemli üst kadrolarına hazırlanan Osman Abi’nin bu ciddi ve asaletli davranışına ne diyebilirim ki… Gazetecilere güven mi olur?
Biz cahiller nereden bilelim ki, büyük adamların adabı muaşeret kanunlarına göre, nazikane bir şekilde randevuyu reddetme şeklinin böyle olduğunu. Hayatta öğrenmenin sınırı yok diye boşuna dememişler.
Bayram öncesi karımla bir anlaşma yapmıştık. Ne olur şu dört gün kavga etme de, başım ağrımasın dedim. Buna karşı da koridora yolluk almayı kabul ettim. Ama bir şartla, bayram boyunca kavga etmezsen parasını bayramdan sonra öderim, kavga edersen, halıları toplar iade ederim dedim. Halıcı ile de sözleşmeyi böyle yaptık. Üç gün kavga edemeyen karım ne yapsın, biriyle kavga etmesi şart, yoksa hasta olur. Kendisi de aynı zamanda apartman yöneticisi, dördüncü gün öğleden sonra hemen bütün apartman sakinlerini bizde topladı. Gelmeyenlerle gelmedikleri için, gıyaplarında iyice azarladı. Gelenlerden ikisini aidatları geciktirdiği için azarladı. Üç apartman sakinini çocukları asansörü oyun için kullanıyorlar diye, tek ayak üstünde durma cezası verdi. Dört apartman sakinini ayakkabıları kapı önünde bıraktıkları için, kedine iki çift ayakkabı almakla cezalandırdı. Bir bayan kiracıya evine girip çıkanın belli olmadığını tespit ettiği için iki hafta merdiven temizliğini yapma cezası verdi…
Karıma yahu sen ne yapıyorsun diyecek oldum, ‘’sen karışma, sınır ötesi harekatın provası bunlar, topyekün hazırlanmalıyız. Bu millet itaat etmeyi öğrensin, bölücüler varsa daha burada elensin’’ dedi. Çok şükür bizim apartman o konuda sapasağlam…
Söz konusu vatan olunca boynumuz kıldan ince, ben de kuzu gibi boynumu eydim.
Sonuçta ben nasıl olsa bu kavga etmeden duramaz, halı geri gider diye düşünürken şimdi halı parası ödemek zorunda kaldım. Neden böyle bir gaflete düştüm diye düşünmek için hemen tuvalete gittim, iki saatlik bir düşünmeden sonra aklıma araştırmak geldi, bir araştırma yaptım ki, benim internet arkadaşlarım, benim bayramımı kutlamada görevlerini yerine getirmemişler. Bu bayram kutlama oranlarında yüzde otuz düşme var. Bu Deniz Baykal’ın oy kaybından daha yüksek bir oran, onun için ben onurlu davranarak, kendime 20 saatlik bir internete girmeme cezası veriyorum. Ceza’m tamamlandıktan sonra görüşmek üzere.
Mehmet HalilKayıt Tarihi : 25.12.2007 21:46:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

*Şükrü Topallar*oradan ulaşabilirsiniz.Saygı ve selamlarımla.
TÜM YORUMLAR (1)