Biz hep kalan olduk;
nerede kalacağımızı bildik,
gidenleri sessizce uğurladık.
Eşiklerde büyüdü sabrımız,
kapı kollarında kaldı ısımız;
adlarını duvara asılmış gölgelerden öğrendik.
Rayların pasında, istasyon banklarında,
el sallamayı değil, el çekmeyi ezberledik.
Kalan olmak beklemek değilmiş meğer;
kırık fincanların dudağında
yarım çayları ısıtmak,
duvardaki saate “olsun” demekmiş.
Bir evin sessizliğini atkı gibi boynuna dolayıp
çekip giden rüzgâra selamet vermekmiş.
Biz, sızının inceliğini bilenlerdeniz:
Yırtılan günleri iğne-iplik toplayıp
akşamın eteğine tuttururuz.
Bir isim düşer masadan—toplarız;
bir koku kalır perdede—havalandırırız;
bir gülüşün kırığı camdan içimize saplanır—susarız.
Gidenlerin ayak sesleri,
avluda uzun bir yankı gibi sürer;
ardından kapı kapanır, kilit dönmez—
çünkü bazı kapılar sadece içeriden kapanır
ve biz içeride kalmanın kahramanlığını
kimseye anlatmayız.
Bir sabah anladık:
Kalan, yenilen değil;
feneridir kıyının—
her dalga vurduğunda aynı ışığı uzatan.
Gidenler haritayı ezberler,
kalanlar denizin dilini.
Ve yine de…
Biz hep kalan olduk;
adımımızı sözümüzden,
yüzümüzü göğsümüzdeki küçük sığınağımızdan eksiltmedik.
Nerede kalacağımızı bildik:
Kendimize dönüp duran o iç avluda.
Gidenleri sessizce uğurladık—
ve kalmanın sesine,
kendi adımızı koyduk.
Kayıt Tarihi : 21.8.2025 04:25:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!