Sarılırsın birine, içinde bir sıkıntı...
Dünden kalan yaraların yarını deşerken
Öldüm sandım; ölen ben değildim.
Birinin içinde öldüm ben, kimse gelmedi cenazeme.
Ben öldüm ama iki kişi gömüldüm.
O gün biri öldü, cenazesini bıraktım yapayalnız.
Benim içimde kaldı karanlığı.
Nefret kokmuş ceketim, tepeden tırnağa...
Ellerinden parmak uçlarıma.
Anlatsam, indirmeden gardımı, yardıma gelmez sükûnetin.
Sensiz tenim; gecenin karanlığı, suyun korkusu, rüzgârın susuzluğu.
İlk günün heyecanı var senli düşüncelerde.
O vapurdaki ilk gülüş var karanlığımda.
Öpüşündeki kan tadı var ağzımda.
Herkesin sustuğu, senin konuştuğun mahkemeler var içimde.
Çalıntı rüyalarımın çalıntı hüznü var göz çukurlarımda.
Çiçek yetişmeyen topraklara yıldız taneleri eken,
Akan sular içinde yüzüp susuz kalan bir ben var...
Yazık ki bir küskün çocuk oturtulmuş yanı başıma.
Kana kana içmiş ayrılık şarabını;
Senli her dünü doldurmuş yırtık ceplerine.
Her geçtiği yolda düşürmüş en bir sevdiklerini.
Vardığı her yer gurbet, gidemediği her yer özlem kalmış içinde.
Ve yine, her zemherinin getirdiği bir sabah hatırladı seni.
En çok yağmur yağdığında duydu özlemini,
Ve daha çok güneş açtığında hissetti sessizliği.
O, hep sana şiirler yazarken buldu kendini.
Bir şair telaşıdır içindeki yangın...
Her ezgi, kulağına seni çağırdı.
Sadece şiir değil; seni yazdı, seninle konuştu,
En çok da öptü buğulu gözlerinden.
Hep tekrar tekrar tanışıp, tekrar tekrar uğurladı seni.
Ve yine bir zemheri sabahı, unutuverdi kendini.
Kayıt Tarihi : 14.4.2025 07:50:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Soğuk bir sabaha uyandı. Camın buğusuna ismini yazmayı çoktan unutmuştu; artık sadece kendi nefesinin izi kalıyordu camda. Yalnızlığın bu kadar çok sesi olduğunu bilmezdi eskiden. Şimdi en çok sessizlik çınlıyordu kulaklarında. Her şeyden biraz kalmıştı geriye: biraz sevda, biraz kırgınlık, biraz umut… Ama en çok da o. O, en çok yağmur yağdığında aklına düşüyordu. Pencereden izlediği damlalar, onun gülüşüne benziyordu sanki. Kırık, yuvarlak, hızlı geçen ama arkada iz bırakan... Bir vapur çığlığı kadar uzak, bir öpüş tadı kadar yakındı. Elini uzatsa tutacak gibi olurdu bazen, ama hep rüzgârın boşluğunda sallanır kalırdı parmakları. Kendini ne zaman unuttuğunu bilmiyordu artık. Belki o son sarılışta, belki onun ellerinde nefret kokan ceket kaldığında. Belki de içindeki çocuk, ilk kez şiir yazmaya başladığında anlamıştı, “Sen yoksun, ama ben hep seninle kalacağım.” Yalnızlığına oturttuğu o küskün çocuğun başını okşadı içten içe. “Geçer mi dersin?” dedi fısıltıyla. Çocuk cevap vermedi. Cevap yerine göz çukurlarına yıldız gibi bir hüzün düştü. Ve o sabah da, yine unutuverdi kendini. Ama onu değil. Onu hiç unutmadı.
Hikayesi ayrı güzel bir şiir olmuş
Emeğinize sağlık tebrikler... Büşra Hanım ....
TÜM YORUMLAR (2)