Kitaplar vardır, insan içinde yok olup gider. Sayfalarının arasında binlerce şey bulup, zaman içinde yolculuğa çıkar; yazılanlar da zamanın derinliklerine dair olmasına karşın gününü, çağını bulur.
Savaşlar, bir yazgı mıdır? İnsanoğlu savaşageldiği için mi vardır? Yıkımlar sonucu mu günümüz uygarlığı oluşmuştur; yoksa, savaşlar daha yüce bir uygarlığı engellemişler, günümüzün hâlâ savaşan dünyasını mı oluşturmuşlardır? Kuşku mu var?
İşte bu sorulardır, ilk elde aklıma gelen, Christa Wolf’ün, Kassandra’sını okuduktan sonra, henüz kitabı elimden bırakmamış ve hâlâ kitabın sayfalarında gezinirken...
(Wolf, mitolojiye uzanır, kahin kadın Kassandra’yı bir “kahraman” olarak alır ve onun yazgısından yola çıkarak; ki kitabının başında “Bu anlatıyla ölüme doğru gidiyorum” der Kassandra kadın duyarlılığının, bir yönüyle kadın sorunsallığının, savaşın, politikanın, otoriter sistemin, ahlakın vb. kavram alanlarının metinsel çözümlerine girerek, özellikle Troya’nın yıkımını ve çeşitli efsanelerdeki tarihi spekülasyonları sergiler. Biz, Azra Erhat’ın izinden giderek Troya dedik. (Kitapta ve birçok yerde Truva geçiyor.)
Troya’nın yıkımından sonra, Kassandra, Agamemnon’un tutsağı olarak Mükene’ye (Mykene) getirilmiş, ölümü beklemektedir. Bu bekleyişte, yaşamının bir bölümü, Troya savaşı, kardeşleri Troilos, Hektor, Paris’in ölümleri, dökülen kan; o güzelim uygarlığın yani Troya’nın yerle bir edilişi, Akhaların vahşeti, yıllarca süren savaş, tüm bunlar geriye dönüşlerle gözlerinin önüne gelir.
Wolf zaman içinde Kassandra’yı yolculuğa çıkarırken, bizi de daha uzun bir zaman dilimi içinde, üç bin yıl kadar öncesine götürür ve mitolojiden parçalar okuruz. Bu bir Troya öyküsüdür ama ne kadar da günümüzdür. Wolf’ün, efsanedeki (İlyada’da özellikle) bazı olayları başka türlü yorumladığı ya da başka efsanelerden yola çıktığını da görürüz. Örneğin Helena’da.
Helena, İlyada’da Troya halkı ile Akhalar (çeviride Yunanlılar denmiş) arasında çıkan savaşın, yıllarca süren kırımın ve vahşetin ana “nedeni”dir. Troya Kralı Priamos’un oğlu, Kassandra’nın erkek kardeşi Paris, konuğu olduğu Mükene Kralı Menelaos’un karısı, güzeller güzeli Helena’yı kaçırır, Mısır’a uğrar, oradan da Troya’ya getirir. (Yanında altın ve değerli eşyalar da vardır.) Helena ile Paris’in aşkıdır; yani bir kadın yüzündendir, savaş. Bu da Afrodite’nin işidir (ünlü “güzellik yarışması” mitosu) . Ama Wolf’ün kitabında Kassandra gerçeği bulmuştur: Helena yoktur. Çünkü Mısır Kralı ile kalmıştır. Bunu ne Paris kendine yedirir ne de Kral Priamos. Kassandra’ya göre bir hayalet (yanılsama) uğruna onca kan dökülmüştür. Kardeşi Troilos’un ölümü Kassandra’ya bu gerçeği buldurur. Ama başta babası olmak üzere kimse bu gerçeği kabullenmez ve savaş devam eder. Euripides’in Helena’nın Mısır Kralı’yla kalışı yorumundan yola çıkan Wolf, bir bakıma, ne kadar boş bir “inan” uğruna; boş bir gurur meselesi uğruna, insanların öldüğünü söyler. Hatta daha ileri giderek, savaşların ne kadar “saçma” görünmeyen gerçekleri olduğunu söylüyor da diyebiliriz.
Okurken, Kassandra’nın sayfaları içinde yuvarlanıp gidersiniz. Apollon tarafından kendisine kahinlik verilen Kassandra’nın serüveninde başından sonuna kadar kadın duyarlılığını izlersiniz. Ama, onun kahinliği, kendisine daha büyük acılar vermekten başka hiçbir şeye yaramaz. Efsaneye göre, Apollon ona kahinlik verir ama o sözünü geçiremeyecektir. Azra Erhat’a göre bu durum, “uzağı gören bilinçli insanın dramını” ifade eder. Wolf de bu savı daha çok benimsiyor ve kadın sezgisinin, duyarlılığının imgelemini verirken, benzer bir koşutlulukta da kadının kendine özgü yumuşaklığı sıfatıyla birleşen yönlendiriciliğini, kimsenin (erkekler, otorite) dikkate almadığı üzerine çekiyor.
Bir başka efsaneye göre, Tanrı Apollon, Kassandra ile yatmak istiyor; Kassandra da bunun karşılığında ondan kahinlik istiyor. Apollon kahinliği veriyor ama Kassandra sözünde durmuyor. Bunun üzerine, Tanrı Apollon onun ağzına tükürerek, ona kimsenin inanmayacağı gerçeğini de ortaya koyuyor, onu bu biçimde lanetliyor. Kitaptaysa, Apollon Kassandra’ya (ki kahindir o zaman) âşık olur ve onu öpmek ister ama Kassandra kendini öptürmez, bunun üzerine Apollon onu lanetler. Böylece kimseye sözünü dinletemeyecek (geçiremeyecektir) . Wolf her iki efsaneyi birleştirerek, kadının yeryüzündeki trajik konumuna daha da ağırlık veriyor.
Bunun yanı sıra, Kassandra’yı yüce bir kadın tiplemesiyle çizmiyor. Çelişkileriyle, bunalımlarıyla, hatalarıyla sergiliyor. Wolf’ün meselesi, kadın sorununa gerçekçi bakmaktır. Nitekim, Kassandra bugünkü feministlere gönderme yaptığı Amazonlar’la bir süre birlikte yaşar ama onları eleştirir. Toplumsal sorun yani Troya, Kassandra’ya göre daha ağır basar veonlardan ayrılarak Troya’ nın yazgısını paylaşmaya gelir. Hiç kuşkusuz, Wolf’ün iletisi, soyut bir kadın sorununun çözümü olmayacağı ve bunun toplumsal sorunun (burada Troya) önüne geçemeyeceğidir. Bir yandan da “Troya atına” (Akhalar’ın atı bu) ilk karşı koyanın, Amazonlar’dan Mürina olduğunu da belirtir.
Diğer yandan Kassandra erkekleri sever, onlarsız yapamayacağı gerçeğini bilir. Savaşın içindeki vahşete karşı kimilerinden nefret etmekle birlikte, Aineas’a âşıktır. Nitekim, Kassandra kendi yazgısını Troyalılar’la birlikte görüp orada kalması ve çocuklarının babası Aineias’ı gemiyle bir başka Troya, bir başka uygarlık kurmaya zorla göndermesi, bir bakıma kadın-erkek ilişkisi sorunsalına bir bakıştır: kadının sezgileri güçlü, erkek sürükleyicidir.
Kassandra’nın sayfalarında yol alırken (yiterken) ki bazen güçlükle yol alırsınız ya da kendinizi iyice yitik duyumsarsınız, eliniz kitaplığınızdaki Azra Erhat kaynakçasına gider; İlyada’nın önsözünü dikkatlice okur, içinden bölümler karıştırır, sonundaki adlar dizisine bakar, Mitoloji Sözlüğü’nü bir roman gibi okur, sonra...
Kassandra savaş karşıtı bir kitaptır; günümüzde ne kadar gereksinimimiz vardır bu mesaja ve ne kadar günceldir ve de 1990 yılında bu “ne kadar”lar, aslında “ne yazıktır”lar. Wolf’ün böyle bir savın ortasına, kadın duyarlılığına, kadın sorunu, kadın sezgisi gibi birbiri içine girmiş temaları eksen olarak koyması da oldukça anlamlıdır. Tarihe baktığımızda, erkeklerin binlerce yıl savaştığını görürüz. Bu doğanın bir dengesi midir yoksa erkeğin fiziksel gücü müdür, bilemiyorum. Kadın savaşmamıştır, bu onun bedeninin daha estetik oluşundan mıdır yoksa ana oluşundan mıdır, onu da bilemiyorum. Ama buradaki savaşın nedeni, Wolf’ün geri planda söylediği, Azra Erhat’ın da belirttiği (Homeros’un pek üzerinde durmadığı) , Troya’nın çok önemli bir ticaret merkezi oluşu ve Akhalar’ın barbar oluşudur. Nitekim Akhalar, Anadolu kıyılarındaki, kadının daha üstün olduğu Troya toplum sistemini, uygarlığı yıkmışlardır. (Anadolulu olmayan bir yazarın, böylesine bir konuya yönelmesi ve Anadolu uygarlığından yana tavır alması ne kadar da şaşırtıcı!)
Hiç kuşkusuz, Azra Erhat da Anadolu’nun daha uygar, Ege’nin öteki yakasında şimdiki Yunanistan’da yaşayanların (Akhalar) barbar olduğu görüşündedir. Troya savaşının iö 1200 yıllarında geçtiğini düşünürsek, bu çok doğrudur. Ege’ nin öteki kıyıları henüz o çok övünülen “demokrasi”ye beşiklik ettiği uygarlık zaman dilimine gelmemiştir, henüz. Wolf’ün de savı budur. Nitekim yalnızca, Kassandra’nın, Akhilleus’a karşı beslediği kin ve nefret, ondan söz ederken “hayvan Akhilleus” demesi bile yeterlidir. Bu kin ve nefrete karşın görkemli bir sahne vardır: Akhilleus için düzenlenen oyuna katılmaz ve kardeşi güzel Polüksene’nin yem olarak kullanılmasına sonuna kadar karşı çıkar ve bu yüzden de hücreye kapatılır. Bu tavır alış, dürüstlüğün ve kadın duyarlılığının simgesiyken, -acaba- günümüz için geçerli midir?
Nitekim, kitaptaki şu bölüm tartışmaya açıktır (Akhilleus öldürülmüş, oyun başarılmıştır. Kassandra’nın iç konuşması) :
“Hayvan Akhilleus ölmüştü. Baskın başarılı olmuştu. Eğer bana kalsaydı, hayvan daha yaşıyordu. Hak başarılı olanındır. Haklı olmadığımı başından beri bilmiyor muydum zaten? Evet. O halde onları onaylamayacak kadar gururlu olduğum için mi kendimi hapsettirmiştim? ”
Barbar Akhalar’ın esir aldıkları yurttaşlarına yaptıkları vahşete karşılık, Troyalılar da kendi esir aldıkları Akhalar’ı misilleme olarak öldürmek üzereyken, Kassandra yüreklice, parlayan mızrakların önünde bu vahşeti engeller. (Bu da bir başka görkemli sahnedir.)
Kassandra’nın sayfalarında, çağdaş yaşamdaki “politika ahlakı”na da göndermeler vardır. Eumelos ile Andron tipleri bu kavrama örnektir.
Yine romanda yol alırken, ne çok gözlerimizin önüne gelir Berlin Duvarı (neyse ki, şimdilerde kalmadı) . Şöyle bir soru yöneltilebilir: Ege denizi, Troya ile Akhalar ülkesi arasındaki, “Berlin Duvarı” mıydı? Kral Agamemnon ile Kral Priamos, aynı soya (insan soyuna) ait birbirleriyle savaşan “kardeş”ler miydi? Ama Wolf’ün seçimini Troya’dan yaparak, Anadolu uygarlıklarını, Anadolu’yu daha önceye koyduğunu ve önemsediğini bir kez daha belirtelim.
Kahin Kassandra, Azra Erhat’ın da dediği gibi (ilerisini gören) , günümüzde savaşa karşı çıkan “aydınlık” bir kişilik değil midir? Böylesine bir kişiyi daha çok acıların içine atan, ilerisini görmek ama kimseye dert anlatamamak, gerçek tehlikeyi göstermek ama inandıramamak değil midir? Ki şöyle diyecektir, trajik yazgılı kahin kadın Kassandra:
“Şimdi anlıyordum tanrının beni neye mahkum ettiğini: Gerçeği söyleyeceksin, ama hiç kimse inanmayacak sana. Bana inanması gereken, ama hiçbir şeye inanmadığı için bunu yapmayan o hiç kimse duruyordu orada. İnanmaya muktedir olmayan bir hiç kimse.
“O zaman Tanrı Apollon’u lanetledim.”
1990
(Roman’tik Bir Yolculuk, Plan B yay. 2005)
Atilla BirkiyeKayıt Tarihi : 19.4.2016 10:48:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!