Bir akşamüstü başlar bazen her şey
Galata’nın gölgesine düşen bir martı çığlığı gibi,
Kimse fark etmez ama sen bilirsin…
Hayat, en küçük ayrıntıda saklar en ağır duyguyu.
Sokağın köşesinde mendil satan çocuk mesela…
Avuçlarına sığmayan umutlarıyla
Senden daha büyük bir dünyayı taşır o minicik eller.
Gözlerin istemsiz dolar,
İnsan olmanın yükü birden çöker omuzlarına.
Parkta koşan çocukların neşesi karışır
Kadıköy rüzgârının kulağa fısıldadığı eski şarkılara.
Bir yanda kahkaha,
Bir yanda üstünü başını toplayıp eve yetişmeye çalışan hayat…
Ve sen,
Kendini bir anda yağmur damlasının bir yaprağa bırakışı kadar
Sakin ama bir o kadar kırılgan hissedersin.
Derken,
İçinden bir öfke geçer…
Hani bazen durduk yere gelir ya,
Bu kadar yükü niye tek başıma taşıyorum dersen…
İşte o an bir minibüsün içinde sıkışmış
Sana yer açmayan kalabalığa bakarken çıkar ortaya.
Cam buğulanır, dışarıda İstanbul akıp gider,
Sen ise içindeki karmaşayı susturamazsın.
Ama sonra boğazdan bir ses yükselir
Boooozaaa.........
Sanki şehrin tüm yaralarını örten bir sesleniş.
Geçmişten bugüne kalan tek huzur çağrısı gibi.
Bir anda yumuşar kalbin…
İstanbul işte
Öfkeni de alır, sevincini de.
Beşiktaş’tan Üsküdar’a vapura bindiğinde
Denizin kokusu çarpar yüzüne.
Simitini martılarla paylaşırken
Çayın dumanı karışır umutlarına.
Aşkı hatırlarsın
Hem en tatlı hâlini
Hem kalbini parçalayan yanını…
Çünkü aşk da bu şehir gibi,
Hem sever hem sınar insanı.
Bazen bir sokak lambasının altında
Eski bir adın düşer aklına
Bazen yağmurda yürürken
Tam unuttum dediğin anda içini sarsar…
Ama yine de devam edersin.
Çünkü İstanbul’da herkes yaralıdır biraz,
Ama kimse pes etmez.
Ve gecenin en sessiz yerinde,
Bir sokağın ucundan tekrar aynı ses gelir
Boooozaaa
İşte o zaman anlarsın
Hayat tam da böyle bir şey…
Bir mendil satan çocuğun bakışıyla acıtır,
Bir vapur yolculuğu ile sarar,
Bir yağmur damlasıyla sakinleştirir,
Bir boza sesiyle yeniden başlatır seni.
Bu şehrin her ayrıntısına tutunarak
Yeniden doğarsın bir kez daha.
Şehrin tam ortasında,
Geceyle gündüzün arasındaki o ince çizgide
İstanbul sana bir şey fısıldar…
Ne yaşadıysan boş değil,
Kırıldığın kadar büyüdün,
Düştüğün kadar öğrendin.
Martılar susar, deniz nefesini tutar,
Sokak lambaları titrek bir umut gibi yanıp sönüp durur.
Sen ise vapurun önünde, saçlarına vuran rüzgârla
Bir kez daha anlarsın:
Hayat, seni kırmak için değil,
Sana derinlik katmak için böyle.
Mendil satan çocuk büyüyecek,
Parktaki kahkahalar susacak,
Yağmur dinecek,
Aşk belki yine acıtacak…
Ama sen,
Her defasında yeniden toplayacaksın kendini.
Çünkü bu şehir,
Yıkılana değil,
Direnene kucak açar.
Ve uzaklardan yine yükselir o ses,
Karanlığın içinden süzülüp gelen o tanıdık çağrı
Boooozaaa
Sanki Vazgeçme… der gibi.
Sanki Yolun devam ediyor… der gibi.
İşte o anda başını kaldırırsın,
Gözlerinde biriken hüzünle ama kalbinde yepyeni bir güçle.
Çünkü bilirsin
Hayatın bütün acıları, bütün güzellikleri,
Bütün kayıpları ve bütün umutları
Tek bir şehirde toplanabilir…
Ve sen,
O şehrin sokaklarında yürüdükçe
Aslında kendi hikâyeni yazdığını fark edersin.
İstanbul sensin,
Sen de İstanbul kadar dayanıklısın.
Kayıt Tarihi : 13.12.2025 00:46:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!