1-ÖLÜLERİN YAŞAMI
Beyhûde eder akşamı zevk-i sefa,
Ne hazineler yatar bu garnizonun altında.
Cellat baltayı boynuma yoldaş kıldığı anda,
Artık sana bile yabancıyım bu bataklıkta.
Anladım sana sevdamı kendimi tanımadığımda.
Artık fecre baktığım yüzüm,
Karanlık artık bu sokak perdeleri.
Aynaya yansıyan yanım, yanmış.
Pasifik okyanusunun ortasında,
Bir volkanik dağın çukurundayım ben.
Sevdanı kusuyorum yokluğun damarında.
Ellerim sızlıyor ama yazıyorum bu dizeleri,
Yokluğuyla aldatan şehir eşkiyasına.
Andromeda'nın ıssız kum tanelerinde,
Yağmacı zalim bir göktaşıyım ben.
Sanki deryada acımasız korsanların nidalarıyla..
Başlar; deniz kabuklarında rezil kıyametim.
Masum yerliler kılıcımın tadını tatlı hissederler.
Gün doğmadan doğanlardandır,
Sevdamın hissiz kuytularında ızdırap,
Veren sessiz kuyularda Mısır'a sultan.
Kâf dağının bilinmez derinliklerinde,
Piyanonun başına oturmuş bir kâtibim ben.
Bir elimde silah diğer elimde tüy mürekkep.
Ve dağın tepesinde ayin yapan rahipler,
Uçurumu selamlayan bir kartal gelip "atla" der.
Sahte bir çiçeğin dalındaki sevdayım ben.
Gerçek sokakların arasında sersefil.
Camlarda ölüsü beliren her bir damla,
Sanki içimde kopmuş bir tufandır benim.
Bir tufanki Nuh'un gemisi ellerindir senin.
Kandil yandı mı akşamları,
Bir ezgiyle yankılanır,
Bu şehrin ayyaş akşamları.
Şakaklarımdan damlayan her bir damla,
Sanki bilinmezlik deryasında boğandır beni.
Gençliğim akıp gidiyor camların arasında.
Bi adem gelsin açsın şefkat evini ellerim üşüyor!
Dilimi anlayan kimse yok ki hep afet hep felaket!
Sisli düşlerin gölgesinde ilerleyen bir ışığım ben.
Galaksinin kara deliğinde yuttuğun asteroitler.
Varlığından habersiz olduğun binlerce ışık yılı.
Uzay seraplarında gördüğüm vahalardır benim.
Yaşam ararım evren kuyusundaki yalnızlığıma.
Gölgeler zûlmederken fikir dünyama,
Sanki Kızıldeniz'i ikiye yaran asayım ben.
Selamlıyorum gardiyanı, anılar zindanında.
Bu uzun merdivenlerin çıktığı dağ etekleri,
Sanki senin kapına uzanmaya çalışan gezgin.
Bir seyyah yoldaştır, kamçıdır sanki bana.
Asanı vur bu toprağa fışkırsın gevherin!
Güneşin ışıkları vurur yüzüme sükût ve enîn.
2-MÜZEYYEN VE KARDELEN
Antik kentin altında, bir garip iskeletim ben.
Binlerce yıldır kimsesiz keşfedilmeyi bekleyen,
Kaç medeniyet geldi geçti bu ıssız turaplardan.
Bedenimden sonsuzluğa dikenler sererek,
Yeşeren güllerin isyanıyla boğuştuğum akşamlar.
Bağırır ey halkım "Hanım çok yaşa" derken...
Otururum tahtıma uçmağa bakan gözlerle.
İktidarımın alamet-i farikalarını da yağmaladın.
Senle yaşadığım her şeyi yaktım kara defterle.
Kalp selimden arta kalan tufanı yazmak istedim.
Anlatmak istedim fırtınaları, depremleri, selleri.
Hapsettim hislerimi yaşattım en ağır istibdatı.
Çünkü verseydim onlara ideaların özgürlüğünü,
Devirecekti beni muhalif fakat akıllı plebler.
Ve tabi olmazsa olmaz yandaş patriciler.
Meclis kurup kanun çıkarttılar meşruiyet namına.
İhtilale muhtaç devrimci nesiller inerdi sokaklara.
Ama değilim ki bir defterin iki sayfası arasında.
Milyonlarca insanın arasında kurutulmuş o çiçek.
Şimdi uzanıyorum hiçliğin ortasında,
Savaşın yıkıcı etkisinden sığınmak için,
Kaçtım kalp ülkene mülteci kılığıyla.
Senin kalbinden sürgün yediğim günden beri,
Tutukluyum köhne, sararmış mapushanende.
Bütün sürgünlüklerim bu sürgünün bir süreği.
Ama sonra çıkardın beni o gayya kuyusundan.
Dünyanın cihangirliği elimdeydi sanki.
Kaftanım kimlerin düşlerini süslerdi kim bilir?
Ama bir huzursuzluk var içimde.
Sinmeyen yangınlar.
Kuraklık vurmuş çilemi söndüren de yok!
Yağmur yağmayalı kaç asır geçti?
Eskiden çiçeklerin yeşerdiği bu diyar,
Olmuş aksi çöl ve bağırdımda beni kim duyar?
Peki ya her sabah doğan güneş?
Bilmiyorum kaç geceye daha yenilsem doğar?
Terk edilmiş şehrin penceresindeyim şimdi,
Toprağa sarılmış burada yaşayan bedenler,
Ölmeyi bekleyen kuşlar,
Yas tutan yarasalar,
Gülmek öğretilmemiş bu şehrin gıyaplarına.
Küfürle kilitlenmiş burada tüm evlerin kapısı,
Nefretle indirmiş kepenklerini reaya.
Suçlular hüküm sürmüş bu davada.
Cenaze sesleriyle karışır düğün sesleri.
İsyan ilmek ilmek işlenmiş bu limana.
Saatlere baskıyla unutturulmuş zaman,
Kahrına râm suizanla beslenmiş mahlukât.
Kanadı sevda olan kuşlar uğramış soykırıma.
Beyaz güvercin mezarlığını harap etmiş karga.
Zeytin ormanındaki yangından sonra,
O eski huzur mahallesi de yıkılmış burada.
Kırık camlar, yıkık duvarlar, çatlak aynalar.
Harap ve bitap düşmüş sütunlar.
Bak yıkıldı şehrin,
Kalbine giden yollar yıkıldı.
Ülkenden ülkeme yuvalar da yıkıldı.
Ve yıkıldı pusuda bekleyen haydutlar.
Ruhumun derinliklerinde ahımda yıkıldı.
Elektrik direklerinde leyleklerin yuvaları,
Göçebelerin kızgın çadırları,
Ülkene dökülen nehirler de yıkıldı.
Devrik bir deprem gibi her şeyi deviren,
Evlerin bacasında duman yıkıldı.
Sana hayran gözler, zelzeleler nelere kadir?
Sütunları eğrilmeyen bi onlar kaldı.
Benliğimin yıkıldığını gördüm kimi zaman.
Ama sana olan sevgimi talan edemedi ordular.
Sanki Bizans'ın surları sarmıştı kalbimi.
Romayla ittifaklar kurup katlettin sanki eski beni.
Ellerime baktım; yüzüme, bendime, şahsiyetime.
Kendime yabancıyım sana tanıdık olma uğruna.
Yabancı ruhlar, tanıdık yüzler varken aynalarda.
Küstah sözlerine tamah eden o kişi yok artık.
Mefkureme dönmeye karar verdim, aptalca.
Cehennemin sekâr ateşiyle közledim ruhumu.
Sevebilen organlarım mı, sefil esfele safilin!
Anladığını söyleme bana farklıyken lisan-ı hafî.
***
Halvetten bir paçavra gelir,
Sürgün başkentin ulakları.
Kalp ülkenin,
Kana susamış,
Kağıt orduları,
Sanki içimi helak eden bir yangındır benim.
Kayıt Tarihi : 13.10.2024 19:15:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!