Batan Güneş - Öykü Şiiri - Aydın Demirkan

Aydın Demirkan
75

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Batan Güneş - Öykü

1

Serindi hava. Rüzgar serindi…
Denizden gelen yel önce yüzüne vuruyordu Mustafa’nın, sonra saçlarını okşayıp geçip gidiyordu. Uzaktan geçen gemileri izliyordu denizin dinginliğinde, her birinde değişik ülkelere çıkıyordu yolu. Daha bir alıktı akşamın tedirginliğinde balıklar; bazen suyun yüzüne çıkıyor, bazen bir martının gagasından seyrediyorlardı dünyayı… ölüme meydan okuyan hep kazanmıyordu.

Bir saate kalmaz batar güneş.
Yarın yeniden doğar…
Yine batar akşamında
Yine doğar…
Kısır döngü mü peki bu?
Bir gün diğerinin aynı değil, neden kısır döngü olsun?
Değil mi?
Sana göre öyle galiba?
Kimilerine göre öyle.
Kim bu kimileri?
Bilmem.
Neden bilmediğin birilerini anlatıyorsun öyleyse?
Bilmem.
Bildiğin bir şey var mı peki?
Var tabi, senin yok mu?

Yaz, kış demeksizin fırsat buldukça gelirdi Mustafa Kordon’a. Kıyıdaki kayalardan birinin üstüne oturur, uzun uzadıya denizi, gemileri, martıları, kıyıya yaklaşan deniz analarını, balık sürülerini izlerdi. Sert eserdi kimi zaman rüzgar. Kıyılara çarpan dalgaların kendini ıslatmasını aldırmaksızın uzun uzadıya izlerdi gözlerinin gördüğü her şeyi.

Sigara paketini ve çakmağını çıkardı cebinden Mustafa.
Öyle derin çekti ki ilk nefesini, gören sanırdı ki dünyanın tüm dertleri Mustafa’nn omuzlarında.

Başını geriye doğru çevirip göz ucuyla baktı arkasında dikilmekte olan adama. Yaşlıca bir adamdı… yaklaşık atmış olmalı. Tamamıyla beyazlaşmış saçları kısa kesilmişti ve açıktı alnı. Yeşil gözleri çakmak çakmaktı, bakışı anlamlıydı. Uzun boylu, omuzları genişti. Her iki elini pantolonunun ceplerine sokmuş uzakları izliyordu mağrur duruşuyla…

Son nefesini çekerken sigarasından, “kim bu adam? ” diye geçirdi aklından Mustafa.

2

Çalan telefonun sesine irkildi Mustafa. Gece yarısını çoktan geçmişti saat ve bu saatte gelen telefon hayra alamet değildi. Bildik birisiydi arayan.

Koçum, alsana beni evden.
Üçyol’dayım Sado, uzak gelir şimdi.
Aç olum taksimetreyi, neyse veririz parası.

İsteksiz bastı kontağa Mustafa, yolalırken açtı taksimetreyi… tenhaydı gece yol, on dakika kadar sonra vardı eve…

Kale’ye mi?
Yok, Çimentepe.
Ulan Sado, uçmuşsun zaten. Ne işin var Çimentepe’de? Bak sakata gelmeyelim?
Ne zaman geldik sakata olum, gazla sen!

“Almamak lazım ya böylelerini arabaya, bi yanda arkadaş, bi yanda müşteri… ulan, yapılacak iş değil ya…”
Gidecekleri yol uzun değildi ama Sado sızmıştı şimdiden. Belli ki bütün gece çekmişti şu esrar denen mereti de yine yetmemişti.
Sakat yerlerdi zıkkımın satıldığı yerler; bırak geceyi, gündüz bile gözünü kırpmdan adam keserlerdi buralarda. Çok değil, daha geçen hafta birisi öldürülmüştü…

Sado, uyan!
N’oldu? Geldik mi?
Tepe’ye geldik, tarif et, gerisini bilmem.

Nerde olduğunu anlamak için şöyle bir etrafına bakındı Sado. Hatırladı sonra.

Düz git koçum, iki sokak sonra sola dönücez.

Sado söylüyor, Mustafa tarife göre kullanıyordu arabayı. Biryandan da gördüğü her harekette dikkat kesiliyor, etrafı kolaçan ediyordu. “kimvurduya gidicez burada” diye geçirdi aklından.

Tamam, dur burada.

Durdu Mustafa. Arabadan inen Sado’yu beklemeye başladı. Gecenin kör karanlığında yakınlardan gelen bir silah sesi bozdu sessizliği. Elinde silahla koşarak gelen Sado’yu gördü sonra…

Tepeden inmişler, ana caddede seyrediyorlardı yollarına. Ne Sado konuşuyordu ne de Mustafa bir şey soruyordu Sado’ya. Duyacaklarından korkuyordu belki de…
Fakat uzun süre koruyamadı sessizliğini.

Anlatacak mısın?
Anlatacak bir şey yok, indirdim puştu.
Neden indirdin?
Aklınca sövüşlemeye kalktı beni, yedirir miyim ben adama ha, yedirir miyim?

Olaydan sonra eve gidip yattı Mustafa. Fakat dönüp durdu yatağında sabaha kadar, gözünü uyku tutmadı. Dün gece yaşadığı olayı düşünüyor, “ya polisler bulursa Sado’yu? Ya beni de karıştırırsa..? ” olmadık sorular aklını bulandırıyordu. Ağrıdan çatlamak üzereydi başı…

Akşam üzeri olmuştu neredeyse ve Mustafa hala çıkmamıştı evden. Annesi iki defa gelmiş, hasta olup olmadığını sormuştu Mustafa’ya. Öyle ya, Mustafa’nın bütün gün evde durmasına alışkın değillerdi ne de olsa.

Babasını küçük yaşta kaybettikten sonra daha bir düşkün olmuştu ailesine. Annesinin bir dediğini iki etmez, kız kardeşinin üstüne titrerdi. Annesi ve kardeşi de bir o kadar severlerdi Mustafa’yı…

3

Var tabi, olmaz mı hiç? Çok var hem de...

Adamın sessizliği dün geceye döndürmüştü yine Mustafa’yı… “ulan Sado, yakıcaksın başımı! ”

On yedi yaşındaydı Mustafa babasının ölüm haberini aldığında. Aradan on altı yıl geçmişti tam olarak. Şöförlük yaptığı takside soyulmuştu birkaç serseri tarafından. Sonra da bıçaklanarak öldürülmüştü. Babasının ölümünden sonra okulu bırakmış, birkaç işe girip çıkmıştı Mustafa. Sonra baba mesleği olan taksi şöförlüğü yapmaya başlamıştı.
Ne insanlar görmüştü bu yaşına kadar. Ne serseriler, ne ayyaşlar almıştı arabasına müşteri diye… o zamanlar bile korkmamıştı şimdi korktuğu gibi…

Güneşin battığını fark etti adamın tekrar konuşmasıyla.

Üzülme evlat, dedi yaşlı adam… Sen haklıydın. Güneş yeniden doğacak…

Gülümsemeyle hıçkırık arası bi’ nida çıktı Mustafa’nın dudaklarından. Tekrar başını çevirip baktı yaşlı adama. Kısıktı bu sefer gözleri ve Mustafa’ya bakarken o da gülümsüyordu.
“Güneş yeniden doğacak…”

Aydın Demirkan
Kayıt Tarihi : 8.11.2007 14:27:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Gülnaz Hasköy
    Gülnaz Hasköy

    Bir Mustafa da benim öykümde var...

    Güzel bir öykü idi. Önemli olan verdikleridir satırların. Nedir korkular? yaşananlar-yaşanmak istenenler?
    Neyi öğütler, nedir olmazlar?
    Bir satır yeter bazen, bazen de bir tek kelime...

    Yüreğinize sağlık. Ben aldım istediğimi ve çok beğendim.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Aydın Demirkan