Benim adım Barış,
ama evimin içinde tüfek sesleri var.
Annemin duası bile bazen patlar
babama kızarken.
Çocukken, saklambaçta
hep saklanan taraf oldum;
bulunmak istemedim.
Belki de ilk kaçış talimim oydu.
Yastığımın içinde
binlerce asker uyuyor hâlâ.
Uykularım, gözlerimi yumduğumda
kendi cenazeme gidiyor.
Kendi başucumda konuşma yapıyorum,
ama cümlelerim hep yarıda kalıyor;
çünkü nefes dediğin şey,
bazen yarım kalmayı sever.
Benim içimde,
bir komutan emir veriyor: “Gülümse!”
Ama yüzüm, asker kaçağı gibi kaçıyor dudaklarımdan.
Barış ne kadar barışabilir ki
kendi gölgesiyle?
Hangi beyaz bayrak,
ruhun karanlık meydanına çekilebilir?
İçimde, bir acı var,
elinde mor lavantalar,
onları göğsüme bastırdıkça
barut kokuyor ellerim.
O lavantaya sarıldıkça,
kendi celladımı öpüyorum sanki.
İnsan kendi kendini affedebilir mi?
Yoksa affediş de başka bir savaş mı?
Düşüncelerim, beynimdeki bir siperde
kafalarını kaldırmadan bekliyor,
her umut cümlesi
bir kurşun gibi sıyırıyor kulaklarımı.
Ben, kendi ismimin şakasıyım.
Barış dediler,
ama bana öğretilen hep
nasıl kaybedileceğiydi.
Bir anne ninnisinden çok
bir siren sesiyle uyandım büyüyünce.
Bazen düşünüyorum,
dünyanın bütün orduları dağıtılsa bile
benim içimdeki cepheler hâlâ durmayacak.
Belki de savaş,
bir yerden sonra toprakta değil,
düşlerin bağrında açılıyor.
Ve ben biliyorum,
bir gün kendime silah bırakma anlaşması imzalatacağım.
Ama o güne kadar
her sabah uyanınca
şu kısacık hayatıma
yeni bir cephe açıyorum.
Çünkü ben, Barış…
İçinde hiç dinmeyen bir savaşla yaşıyorum.
Kayıt Tarihi : 3.10.2025 22:14:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!