Anlamıyorsunuz
Elbette anlamazsınız
Ruhumla yazdığımı bedeniniz ile okuyorsunuz
Hisleriniz körelmiş gözleriniz görse ne yazar
Sözlerimiz ağırdır biraz
İdrak eden kalbe kazar
Sen git, kalırım ben
Hep olduğu gibi dayanırım yine
Şayet ben gidersem bir gün senden
Dağlarım yüreğimi
Yüreğimi dağlara asar giderim
Dayanır dağlar
Zifiri karanlığında bu gecenin
En yalnız saatinde
Nedir boğazıma takılan şu hüzün?
Bir kederdir dokunur tenime
Dolaşır durur damarlarımda
Hêvîdarim, li vî xakî kulîlkên xweşik vebin
Ev axa Mîtan e, ev çîyayên Med in
Şanzdeh hezar çîçek li ser van çîyayan
Gelo dîsa çend hezar çîçek di bin vê axê ye?
Gelê Arîyên kevnar!
Hasrettim ömrümü bir güzele şu cihanda
Hasretini çekerim, cihan dar olur bana
Elleri dermandır yüreğime dokunsun yar
El illerinde ölüm, hasretinden olsun yar
Ah! Tutabilseydim keşke yüreğinden
Yüreğin, mavi kanatlı bir serçe
Tutabilseydim keşke yüreğini
Gitme
Gitme ki özgürce uçabilelim
Yerden göğe düş bahçemizde
Ve bir söz yazılır soluk sarılı bir kağıda. Bir silüet belirir puslu bir havada. Buruşuk yüzünde asırlık yalnızlık ve asilik. Nasıl ki semaya dikilmiş her göz gururla parlıyorsa şu dimağımda, işte öyle, o gururla parlar gözlerim gözlerinde iken. Sensiz şu hayatın ne manası olabilir? Ki zaten ne hayrını gördük şu yaşamın? Akıl almaz bir saadetin hayatımı doldurup taşırdığı günlerden ne kaldı bana? Ve daha cevap veremediğim bir ton soru. Anılarla özlem gidermeyi yok edebilseydim keşke. Şüphesiz bu pek vâzıh olan bir inkisar olarak yerleşip kalıyor içimizde. Alelade bir vakit veya mevzuuda "vaktinde falanca şarap ne güzeldi" demesini bilir lakin ne kadar beklediğini pek bilmediğimiz halde evsafını gayet güzel biliriz. Yahut başka bir şey. Başka bir şeyler. İnkisarlarım birikinti halinde bulundukları dimağımın en gizli köşelerinde dayanamayacağım bir sarsıntıda patlar ve kalbime damlaya damlaya düşerek yakar. Ve işte tam bu anda gerçek manada göğsümün içinde bir sıcaklık peyda olur. Ve yine işte tam bu anda bir sahildeki kayalıkların en ucunda, denizin bile uyumak üzere olduğu bir gece vaktinde kollarını iki yana açmış , gerçek sevdalar gibi yıllanmış bir şarabın lekesi ile kirlenmiş olan beyaz gömleğinin tüm düğmeleri açık ve gözlerini yukarı dikip bağıran bir adam tasavvur eder, hep imrenirdim.
Uyuyamıyorum, delirmek üzereyim. Mükemmel olarak düşlediğim hiçbir şey öyle değil. Durmadan başka bir şeye evriliyorum. Şüphesiz şu ruhumu tamamen ile anlayan biri olsaydı mektup değil şiir yazardım. Herhangi bir şekilde alelade birini kendime yakın görsem de en ufak bir vefasızlıkta ondan kaçıyorum artık. Hatalarından ben utanıyorum.
Bir insan muayyen bir vakte kadar yaşar. O vakitten sonra vaktimizi hasrettiğimiz her şey tekrar eski vakitlere dönmek içindir. Yazık ki bir ömür ancak böyle boşa harcanır. Ve bir ömür ancak saadetle yaşandığı sürece güzeldir. Fakat ben bu zaman yığınını lalettayin geçirmekten yoruldum.
Aslında herkes aynıdır. Aslında pek de alelade bir insanı biz yüceltiriz. Sevgiyle, sözlerle, emekle... Hayır hayır bu hatayı yapmamak gerek. Kutsal olan başka şeyler vardır. Bir kimsenin inancı kutsaldır. Evrensel ahlaki kurallar kutsaldır. Lakin hiçbir insan kutsal değildir. Onları böyle görmek istediğimiz için öyle sanırız. Yıllardır bir insan her halde başka bir insana yeterdir diye düşünüyordum. Artık bence bir insan her halde kendine yeter. En beklemediğimiz kişilerden en çok korktuğumuz şeyleri görmek bir doğa kanunudur artık. O halde neden bu hatayı ısrarla yapıyoruz? Ya da bırakın yaptığımız tek hata bu olsun. Şüphesiz bu hata insan ruhunu en az alçaltan hatadır. Kimbilir belki de sizce hiç alçaltmaz.
Bir insanı farklı görmeye çalışmaktan yoruldum. Hepsi aynı işte, değişen hiçbir şey yok maneviyatta. Farklı bir göz olunca korkunuz değişmiyor, farklı bir gülüş olunca çekinceniz değişmiyor. Korkarsınız ve olur. Bu da bir doğa kanunu artık. Bu yapmaz dediğiniz herkes onu mutlaka yapar. Gerek fiilen gerek sözle. Bu durumda herkesi olduğu gibi görmek lazımdır. Fazla gördüklerimiz aslında düşlediğimiz şeylerdir.
Yazınca ne değişiyor sanki. Tekrarını daha şiddetli hissetmeme neden oluyor. Sanki insanlar bu yazdığımı okuyacaklar mı? Yahut okusalar bile değişmeyi becerebilecekler mi? Erdemli biri zaten erdemini gösterir ve her türlü fedakarlığı yapar. Bir insanı neden zorla erdeme kavuşturayım ki? Ben aklımın her şeye ermeye başladığı vakitte beri erdemli bir insan olmaya çalıştım. İyiyi, kötüyü, yanlışı, doğruyu ve daha nice şeyi düşünüp ona göre hareket etmeye çalıştım. Bunda çoğu zaman başarılı oldum. Hangi nedenle olursa olsun hiçbir insana yanlış yapmamaya çalıştım. Çünkü fikrimce yapılabilecek en büyük günah kalp kırmaktır. Teferruatın yahut amacın kesinlikle bir manası yok. Tek gerçek herhangi birinin kırılmış olması ve bunu sadece erdemli insanlar bilir ve düzeltmeye çalışırlar. Kırılmaktan sıkıldım. Darılmaktan sıkıldım. Kırgınken yine başkalarının duyması gereken hüznü ve pişmanlığı duymaktan sıkıldım. Haklı olduğum halde pişman olmaktan sıkıldım. İnsanlardan sıkıldım. Dünyadan, yaşamaktan bilhassa kendimden sıkıldım. Madem şu anlamsız dünyada daha şu yaşımda her şeyden ümidi kesip amaçsızca yaşıyorsam ne anlamı var yaşamanın? Kim yardım edebilir bana yaşamam için? Hiç kimse. Evet hiç kimse. Sahi insanlar neden konuşmayı bilmiyorlar?
Bir valiz alıp olabildiğince uzaklara gitmek gerek. Valize de ihtiyaç yok ondan da sıkıldım. Şüphesiz bir Afrika ormanında vahşi hayvanlarla yaşamak, bana yakın olduğunu sandığım insanlarla yaşamaktan daha onurludur. O halde herkesten sıyrılıp tabiata hizmet etmek gerek. Bu son çarem. Beni şu dünyada tabiat da anlamazsa o zaman gerçekten yaşamanın hiçbir manası olmaz. Ben hiçbir zaman ölümden korkmuyorum. Elbet öleceğiz hepimiz. Bu dünyadan bir ben geçmesini, bu dünyada sonsuza kadar kalmaya her zaman yeğlerim. İşte tabiat da beni anlamasa, bu dünyayı hiçbir zaman ne yaptığını ne istediğini nasıl davranması ve konuşması gerektiğini bilmeyen insanlara terketmeliyim. Bırakalım da sonsuza varsınlar.
Fazla uzatmanın manası yok. Bu son mektup. En korkunç intihar, birini sınır koyamadan sevmektir. En acı ölüm ise dünyadan ziyade birinin yüreğinde ölmektir. Ne çıkar sanki daha yazsam? En iyisi yüreğimizdeki mezarlığa müteveffâmızı da kendimizle birlikte hatıraların, duyguların ve mazinin yanına gömmektir.
Bir soğuk sonbahar akşamı ceketini aldı ve çıktı. Çiseleyen yağmurda biraz yürümek herhalde iyi gelecekti. Baktığı herhangi bir şeyin yahut kimsenin ne olduğunu bir türlü idrak edemiyordu. Ruhundaki sancı ve hüzün durmak bilmiyor aksine unutmaya çalıştıkça tüm çıplaklığıyla karşısında duruyordu. Beyninde durmaksızın çalan bir şarkı ona sabahlamış bir sarhoşluk veriyor, müthiş bir baş ağrısı çekiyordu. Hayır, hiçbir şey içmemişti dün gece. Sabahlamamıştı da. Bu sarhoşluk başkaydı. Çok daha dengesizleştiriyordu, bulantılar asla kesilmiyordu, iyice dolan kafasını kesercesine bir öfke ile dolduruyordu insanı.
Ne uçan herhangi bir kuşa bakıp ne sevinen herhangi bir çocuğu izleyip ne de tabiatın mükemmelliğini görüp umut besleyebilirdi hiçbir şey için artık. Nihayetinde her şey gibi umut da ölür. İnsanlar birden çok kez ölür. Önce inançları ölür insanın sonra duyguları sonra umutları. Sonra da hiçbir işe yaramayan bedeni.
Yürüdü. Etrafına bakmadan yürüdü. Yok olmak istercesine hızlı yürüdü. Kafasındaki şarkı yürüyüşüyle hızlanıyor, daha hızlı yürüdükçe nefesi iyice kesiliyordu. İnkisarlarının hiddeti ürpertiyordu onu. Şu manasız varlığına en sessiz veyahut gösterişli sonlar düşünüp durdu. Düşünmek, zihnindeki çöplüğü eşelemekten başka bir şey değildi. Cesetlerle dolu şu zihninde en ufak bir canlılık belirtisi arayıp, bulamayınca yeis içinde kalıyordu.
Gece yarısına yaklaşırken sahilde oturmayı yeğledi. Kimbilir belki de dalgalar ruhunun ritmini düzeltirdi. İyice soğuyan havaya rağmen üşüyemiyordu. Sema karanlık, deniz karanlık. Nasıl oluyordu da tabiat mükemmelliğini karanlıkta kaybediyordu? Nihayetinde bir güneşi vardı tabiatın fakat onsuz bu mükemmelliğe nasıl sahip olamıyordu? O hâlde tabiatın güzelliği bir güneşe bağlıydı. Gecenin hüznü güneşini yitiren tabiatın ölümündendir.
Gözlerini kapattı. Uzaklardan yaklaşan bir ışık göz kapağını delecekmiş gibi üzerine üzerine geliyordu. Gözlerini açtı. Etrafta hiçbir şey gözükmüyordu. Göz alabildiğince karanlıktan başka hiçbir şey yoktu. Tekrardan kapattı gözlerini. Bu anlam veremediği ışık tekrar belirdi. Binbir türlü şekillere bürünüp duruyordu. Bir zamanlar ezdiği bir karınca olup öfkeyle üzerine yürüyordu. Sonra, öldürdüğü bir kuş olup gökyüzüne yükseliyordu. Gözyaşı olup gökyüzünden üzerine yağıyordu. Acı oluyordu, hüzün oluyordu, öfke oluyordu, hasret oluyordu. Korku bedenini sarmış, öylece izliyordu. Sonra çok uzaklarda küçücük bir nokta haline geldi. Büyüyerek yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı. Sonra bir yüz belirdi. Saçları sonbahar yaprakları sarılığında, gayet sakin bakışları ve gülen gözleri ile karşısında tüm canlılığı ile duruyordu öylece. Titreyen dudaklarını aralayıp kısık bir seslendi:
- Seni çok özledim.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!