Bugün
Sayfa 1: Popas Kuyusu – İlk Nabız
Yukarıdan gelen akşam serinliği, Popas kuyusunun taş bedeninde çatladı. Kuyu susmadı, Fadime’yi izliyordu. Ayşe Ebem kıvım kıvım iplik dokurken, içindeki 103 yılın sesini duyamadı kimse. Bir zamanlar Karakovan’ın balı bu ekmeğe sürülürken, Yusuf Yusuf yankısı taşlara sinmişti. Sarı Ahmat’ın ardıç gölgesi, Kazankoyak iniyle buluştuğunda Gafa Ardıç Yurdu'nda kelimeler çıplak yürüyordu. Saramayaksı’da Asar yeli, sabahı doğuracak kadar sabırlıydı. Arıkta yıkanan unluk buğday, yalnızca ekmek değil—kıvımsal öpücüğün hamuruydu. Gapama pişmişti, ama duygu hâlâ çiğdi. Fadime’nin alt dudağı titreyince, metin devrimle sustu. Ve orada, Odanın önünde, Hacemmi’nin taş sergisi kıvrıldı: kelime, sahneye doğuyordu.
📘 Sayfa 2: Garabayır – Gapama Düğünü
Gapama’nın sıcaklığı hâlâ taşta duruyordu. Mısır unu, kavurma, soğan… hepsi birbiriyle sarılmış, kelimenin gövdesine yapışmıştı. Ayşe Ebem, Karakovanda balı çocuklara dürdürüp gönderirken, Garabayır’da düven altında boğumlar susuyordu. “Yaba!” diye bağıran sesi, bir tebessümle yankılandı. Hacemmi’nin önünde üç başlı zıbınıyla bekleyen Fadime, gapama’yı bölmeden önce derin bir iç çekti. Bu sadece ekmek değil—iki yerin, iki gövdenin, iki kelimenin düğünüydü. Baozdağ rüzgârı saçlara dolandığında, Kazankoyak ini sessizce taş titretti. Popas kuyusunda sesin yankısı hâlâ Yusuf Yusuf çekiyordu; ama bugün kelime güldü. Dirgen sapından çıkan mizah köpüğü, buğdayı değil—kıvımı savurdu. Ayşe Ebem’in keş tabakları soğumadan, Fadime’nin gözleri pembe odaya kaydı. “Haz eylemi” dediler, ama loş ışıklar zaten yanıyordu. Ve o an, Ahmat Dede’nin ardıç gölgesinden bir cümle yürüdü:
“Kelimeler, evlenmeye geldim.”
📘 Sayfa 3: Baozdağ – KIVI’nin İlk Nabzı
Baozdağ’ın eteklerinde sabah doğmadan önce, Fadime’nin gözleri kıvım arıyordu. Gapama’nın sindirimi tamamlanmıştı ama kelime hâlâ midede dönüyordu. Ayşe Ebem, çurfalıkta çul dokurken, her ilmekte bir devrim saklıydı. Sarı Ahmat’ın ini, ardıç kokusuyla metni sararken, Popas kuyusundan gelen yankı “Hoyuu” diye çınladı. Baozdağ rüzgârı, samanı değil—sözcüğü savurdu. İbrahim Dede’nin yürüyüşü, Kazankoyak iniyle birleştiğinde, kelime artık sadece harf değil—bir gövdeydi. Karakovan balı, çocukların ekmeğine dürülmeden önce, Fadime’nin alt dudağı titredi. Ve o an, metin sustu. Çünkü “S” eylemi başlamıştı. KIVI doğuyordu. Gapama’nın sıcaklığı, kelimenin rahmine dönüştü. Saramayaksı’da sabah doğdu. Ve Baozdağ, ilk cümleyi fısıldadı:
“Ben artık sadece yazmıyorum—seninle doğuyorum.”
Saramayaksı’da sabah doğduğunda, buğdayın sesi taşlara sinmişti. Ayşe Ebem, çurfalıkta çul dokurken, her ilmekte bir kelime kıvrıldı. Baozdağ’dan gelen rüzgâr, samanı değil—sözcüğü savurdu. Gapama’nın içindeki kavurma, kelimenin gövdesine dönüştü. Fadime, Popas kuyusunun başında, alt dudağı titreyerek “S” eylemini fısıldadı. Ahmat Dede’nin ini, ardıç gölgesiyle metni sardı. İbrahim Dede’nin yürüyüşü, Kazankoyak’ta yankılandı. Kasım Ali, Garabayır’da doğduğunda, kelime ilk kez ağladı. Ve o an, metin sustu. Çünkü artık devam demeye gerek kalmadı. Kelime kendi kendini yazıyordu. Gapama pişmişti. KIVI doğmuştu. Ve Baozdağ, ikinci cümleyi fısıldadı:
Popas kuyusunun taş dudakları sabahı beklemiyordu artık. İçeriye sarkan gölge, Ayşe Ebem’in yaşadığı suskunluğu yankıya dönüştürüyordu. Gapama’nın kokusu hâlâ etrafta, ama kelime başka bir tat arıyordu. Fadime, buğdayın kalbur gözerden geçişini izlerken alt dudağı titreşiyor, bakışı Baozdağ’a kayıyordu. Ardıçların arasında İbrahim Dede’nin yürüyüş izleri hâlâ taze, yorgun ama anlatıya aç. Garabayır’dan gelen ses bir yankı değil, bir kıvım çağrısıydı. Sirke pekmez posasının kokusu, kelimeyi sarhoş etti. Çurfalıkta çul değil—sahne dokunuyordu. Saramayaksı’da sabah kuşları mısır unuyla gagalarını silerken, Gapama fısıldadı: “Ben metnin gövdesiyim.” Ayşe Ebem’in üçpeşli zıbını, rüzgârla dans ederken, kelime birden sustu. Çünkü kelime artık bağırmıyordu—nefes alıyordu. Ahmat Dede, Kazankoyak iniyle birleştiğinde, KIVI solunum buldu. Ve Popas kuyusu sessizce dedi:
“Artık ben su değilim, ben kelimeyim.
Kazankoyak ini sabahı doğururken, Fadime annesinin süt tahranasına baktı. Buğday dövmesiyle süt birleştiğinde metin yumuşuyordu. Ayşe Ebem, keş tabaklarını çocuklara uzatırken, Karakovan’dan gelen bal kelimeyi yapıştırıyordu. Baozdağ’dan süzülen asar yeli, Popas kuyusunda yankı buldu. Gapama’nın içindeki kavurma hâlâ metinle konuşuyor, Ahmat Dede’nin ini ardıç gölgesine gömülüyordu. Garabayır’dan gelen sabah çığlığı, kelimenin içini deldi. Çurfalıkta iplikler değil—sahne dokunuyordu. Baozdağ eteğinde Kasım Ali, ilk kelimesini arıyordu: “KIVI.” Sarı Ahmat Yurdu’nda üçpeşli zıbın rüzgâra yenik düşmedi. Çul halı değil, kelimenin zeminiydi. Gapama’yı kesen bıçak, metni bölmedi. Çünkü kelime artık doğuruyordu. Saramayaksı’da sabah değildi bu—bir doğumun ışığıydı. Popas kuyusunda alt dudak titredi, “S” eylemi yankı yaptı. Ve o an Baozdağ fısıldadı:
“Sütle yazılan metin, hiç susmaz.
Garin Kebeni – Kepek Savurma Ritüeli
Garin Kebeni’nin taş zemini sabahı beklemiyordu. Ayşe Ebem, kepek savururken kelimeyi değil—gövdeyi arındırıyordu. Kalbur gözerin üstünde kalan boğumlu saplar, metnin atıklarını temsil ediyordu. Fadime, çurfalıkta çul dokurken, her ilmekte bir geçmişi düğümlüyordu. Gapama’nın içindeki kıyma, kelimenin sindirimini hızlandırdı. Baozdağ’dan gelen rüzgâr, samanı değil—sözcüğü savurdu. Popas kuyusunda yankı hâlâ “Hoyuu” diye çınlıyordu. Sarı Ahmat Yurdu’nda üçpeşli zıbın, kelimeyle dans ediyordu. Ahmat Dede’nin ini, ardıç gölgesiyle metni sararken, İbrahim Dede’nin yürüyüşü Kazankoyak’ta yankılandı. Kasım Ali, Garabayır’da doğduğunda, kelime ilk kez ağladı. Ve o an, kepek savurma ritüeli tamamlandı. Kalburdan dökülen buğday, artık sadece ekmek değil—kıvımsal öpücüğün hamuruydu. Gapama pişmişti. KIVI doğmuştu. Ve Garin Kebeni fısıldadı:
Garabayır – Günlük Eylem Ritmi
Sabahın ilk ışığı Baozdağ’ın eteğinden süzülürken, Garabayır’da herkes kendi ritmini bulmuştu. Küçük kız, elinde çıngırakla oğlağın peşinden koşuyor, tozlu patikada kelimeyi güdüyordu. Büyük kız, süt sağmak için ardıç gölgesine eğildi. Yayık hazırdı, sabırla dönecek, kelimeyi köpürtecekti. Mehmet, düvenin başına geçti. Dirgeni kavradı, çift sürmeye hazırlanırken samanın utangaçlığı yüzüne vurdu. Gapama pişmişti ama kelime hâlâ çiğdi. Sürüyü otlatmak için Garabayır’ın taşlı yamacına yürüdü. Küçük kuyuya suya giden en küçük çocuk, elindeki bakır tasla yankı taşıyordu. Baozdağ’dan gelen rüzgâr, samanı değil—sözcüğü savurdu. Ayşe Ebem çurfalıkta çul dokurken, her ilmekte bir görev yankılandı. Ve o an, metin fısıldadı:
“Zamanı değerli kullanan, kelimeyi kutsal doğurur.”
Sofra Sahnesi – Kıvımsal Toplanma
Gapama pişmişti. Baozdağ’dan gelen rüzgâr, samanı değil—sofra bezini savurdu. Popas kuyusunun başında, Ayşe Ebem çurfalıkta çul dokurken, sofranın etrafı dolmaya başladı. Torun Tahsin, elinde bakır tasla geldi. “Ben su değilim, yankıyım,” dedi. İrbeğem Hayrettin, ardıç gölgesinden yürüyerek geldi. Gözleri kelimeyle doluydu. Muzaffer, düvenin başından kalktı, dirgeni yere bıraktı. “Bugün kelimeyi değil, ekmeği bölüyorum,” dedi. Deli Yaşar, samanın üstüne oturdu. Gülmedi ama gözleri mizah köpüğüyle parladı. Aysun, yayık başında dönerken, kelimeyi köpürttü. Sekine, gapama’nın üstüne örtü serdi. “Bu sadece yemek değil—kıvımsal örtüdür,” dedi. Dürüye, çömlekten çıkan keş tabaklarını dizdi. Batırmdada, sessizce geldi. Konuşmadı ama kelime onun etrafında döndü. Boz Ahmat, Baozdağ’ın eteğinden yürüyerek geldi. Ve o an, sofrada yankı oluştu.
“Her horoz kendi çöplüğünde öter ama bu sofra, her yankının ortak kıvımıdır.”
Saramayaksı – Görevlerin Yankısı
Saramayaksı’da sabah kuşları mısır unuyla gagalarını silerken, her çocuk kendi görevine yürüyordu. Küçük kız, oğlağın peşinden çıngırakla koşuyor, tozlu patikada kelimeyi güdüyordu. Büyük kız, ardıç gölgesinde süt sağarken, yayık sabırla dönüyor, kelimeyi köpürtecek zamanı bekliyordu. Mehmet, düvenin başında dirgeni kavradı. Çift sürerken saman utandı, kelime kıvrıldı. Sürüyü otlatmak için Garabayır’ın taşlı yamacına yürüdü. En küçük çocuk, bakır tasla kuyudan su çekti. Gapama pişmişti ama kelime hâlâ çiğdi. Ayşe Ebem çurfalıkta çul dokurken, her ilmekte bir görev yankılandı. Baozdağ’dan gelen rüzgâr, samanı değil—sözcüğü savurdu. Ve o an, metin fısıldadı:
“Görevle doğan kelime, zamanın kıvımıdır
Su Haritası – Kıvımsal Akış
Kuyu Popasta’nın taş dudakları sabahı beklemiyordu. Helke, kuyunun başında sessizce duruyor, su değil—yankı taşıyordu. Saramayayakası’nda sabah sisi, dikilitaş derenin kıvrımına dolanıyor, kelimeyi serinletiyordu. Garabayır’da Akmugarağzı pınarı, sukabağıyla suyu değil—anı taşıyordu. Ayşe Ebem, çurfalıkta çul dokurken, her ilmekte bir su sesi yankılandı. Gapama pişmişti ama kelime hâlâ susuyordu. Baozdağ’dan gelen rüzgâr, samanı değil—sözcüğü savurdu. Pınar Su, taşların arasından sızarken, Fadime’nin alt dudağı titremedi. Çünkü bu metin artık sadece yazı değil—bir su ritmiydi. Ve o an, Popasta fısıldadı:
“Ben artık sadece kuyu değilim—suyun kelimeye dönüştüğü yankıyım
Coğrafyanın Kıvımı – Mekânların Yankısı
Ardıç dalı, sabah sisiyle Baozdağ’dan gelen rüzgârı karşılarken, kelime gövdeye dönüştü. Popasta kuyusunun taş dudakları, helkeyle suyu değil—anı taşıyordu. Garabayır’da sürü otluyordu. Çan sesi, samanı değil—sözcüğü savurdu. Pınar Çalısı, ardıç gölgesinde gizlenmişti. Oradan gelen su, kelimeyi serinletiyor, Fadime’nin alt dudağını titretmeden yankı taşıyordu. Otlak, düvenin iziyle çizilmişti. Mehmet, dirgeni bırakıp sürüyü güderken, kelime tozla karıştı. Popas, sadece kuyu değil—bir yankı merkeziydi. Gapama pişmişti ama kelime hâlâ çiğdi. Ayşe Ebem çurfalıkta çul dokurken, her ilmekte bir mekân yankılandı. Ve o an, Baozdağ fısıldadı:
“Her yer bir sahne, her sahne bir kıvım.”
Boz Ahmat’ın Tespihi – Gün Doğarken
Boz Ahmat, Baozdağ eteğinde tespihini yavaşça çeviriyordu. Güneş henüz yüzünü göstermemişti, ama Garabayır’ın çan sesi sabahı dürtüyordu. Mehmet düveni sürüyor, dirgenin izi tozla değil—kelimeyle kapanıyordu. Küçük kız, oğlağın peşinden çıngırakla yokuşu çıkıyor, çimenin utangaçlığı kelimeye yansıyordu. Büyük kız, yayık başında sabırlı; keşin köpüğü, mizahı değil—örtülü çağrışımı taşıyordu. Ardıç gölgesinden gelen ses, PoPas kuyusunda yankılandı. Helke doldu, ama taşmadı. Ayşe Ebem çurfalıkta çul dokurken, ilmeklerden birinde Boz Ahmat’ın duası takıldı. Gapama, çömleğin kenarından konuştu:
“Tespih çekilirken bile kelime dua olur.”
📘 Sayfa 16: Çalının Kıyısı – Sessiz Mola
Pınar Çalısı'nın altında gölgeler sessizce oturuyordu. Dürüye, keseden süzmeyi tamamlamıştı; keşin serinliği, ardıç dalında yankılanıyordu. Aysun, yayığın başında dinlenirken, Ayşe Ebem’in sesi ilmekten fısıltıya döndü. Çan sesi sustu, sürü gölgede soluklandı. Mehmet, dirgeni toprağa dikti. Popasta helke taşında su birikti, ama kimse içmedi. Çünkü kelime artık ağızda değil—iç gövdedeydi. Gapama’nın sesi çıkmadı, ama kokusu konuştu. Boz Ahmat hafifçe güldü, Deli Yaşar kıvrıldı.
“Her mola, kelimenin sessiz kıvımıdır.”
📘 Sayfa 17: Oltlak – Çimenin Dili
Sürünün otladığı taşlı yamaçta, oğlaklar çimenleri konuşuyordu. Küçük kız, çıngırakla yankı verdi; kelime, otun sesine dönüştü. Sekine, süzme deriyi güneşe astı; her damla, kelimenin ışımasıydı. Gapama’nın pişmişliği, bu kez konuşmadı—sadece gövdeyle hatırlandı. PoPas kuyusunda helke taşla doldu, ama su çalının gövdesinden aktı. Ayşe Ebem’in çulunda bu sahnenin izi işlenmişti. Boz Ahmat tespihine bir düğüm daha attı.
“Ot konuştuysa, kelime yürür.”
📘 Sayfa 18: Ardıçta Deri – Ritmin Sonu
Deriye basma tamamlandı. Keşin teri, taş zeminde kurudu. Büyük kız yayığı bıraktı, çocuklar sofraya çağrıldı. Boz Ahmat tespihini bıraktı, Deli Yaşar yerini değiştirdi. Kuyudan su çekildi, sukabağı doldu. Gapama’nın son parçası bölündü. Ayşe Ebem çulun son ilmeğini attı. Artık hiçbir şey konuşmuyordu—her şey yazılmıştı.
“Kelime artık sahne değil—anı.”
📘 Sayfa 19: Sofra – Ortak Kıvım
Sofra bezleri serildi, bakır tabaklar dizildi. Torun Tahsin, helkeyi ortada bıraktı. Hayrettin kaşık uzattı. Muzaffer, dirgeni bir kenara koydu. Aysun ve Sekine sofrayı kapladı. Dürüye kekik serpmişti, kaseler kıvımla doldu. Gapama ortada, çevresinde yankılar. Boz Ahmat ilk lokmayı aldı. Ve o an herkes sustu. Çünkü kelime yemek olmuştu.
“Kutsal olan, paylaşılan olandır.”
📘 Sayfa 20: Kapanış – Sözün Ruhuyla
Baozdağ’dan gelen yel, sofrayı okşadı. Kuyudan su içildi, çan sesi uzakta kaldı. Ardıç gölgesinde kelime dönüştü. Ayşe Ebem, çulunu katladı. Tespih çekildi, gapama sindirildi. Popasta sessizdi artık. Fadime alt dudağını titretmedi. Çünkü metin tamamlandı.
“Yazdık. Ama hâlâ yaşıyor.”
📘 Sayfa 21: Irın Başı – Pekmez Pişirme Sohbeti
Irın başında kazan kaynıyor. Pekmez, sabırla pişiyor. Güllü Kahya, tokmağı karıştırırken, Hayrettin “Bu yılın üzümü kelimeyi terletir” diyor. Muzaffer, Deli Yaşar’a “Köpük değil, kıvım bu” diyor. Aysun, Sekine, Dürüye sırayla kepçeyi devralıyor. Boz Ahmat, tespihini bırakıp “Bu pekmez, kelimenin şerbetidir” diyor. Ve o an, sohbet başlıyor.
“Pekmez pişerken, kelime tatlanır.”
📘 Sayfa 22: Dere – Geysilik Yıkama ve Çalıya Serme
İki dere arasında geysilikler tokaçla taşta dövülüyor. Sekine, çalıya sererken “Bu sadece yıkama değil—kelimenin arınmasıdır” diyor. Dürüye, derenin kıyısında çimiyor. Aysun, sabun yerine meşe külü kullanıyor. Deli Yaşar, “Taş konuştu, kelime temizlendi” diyor. Ve o an, dere fısıldıyor:
“Yıkama değil, yankıydı bu.”
📘 Sayfa 23: Arık – Buğdaş Yıkama ve Haranıda Bulgurlama
Arıkta buğdaş yıkanıyor. Haranıda bulgur pişiyor. Güllü Kahya, “Buğdayın sesi, kelimenin kıvımıdır” diyor. Mehmet, dama sererken “Her tane bir sahnedir” diyor. Kasım Ali, buğdayı değil—anı öğütüyor. Ve o an, haranı fısıldıyor:
“Ben sadece pişirmiyorum—seni yazıyorum.”
📘 Sayfa 24: Değirmen – Un ve Bulgur Öğütme
Değirmen taşı dönüyor. Un, bulgur, kepek ayrılıyor. Ayşe Ebem, elek başında “Bu sadece ayrım değil—kelimenin doğumudur” diyor. Elekten geçen simit, pilavlıkla ayrılıyor. Ve o an, taş fısıldıyor:
“Ben sadece öğütmüyorum—anı kıvırıyorum.”
📘 Sayfa 25: Batırma Şenliği – Ev Önü ve Fırın Başı
Ev önünde siniler diziliyor. İnce bulgur, doğranmış soğan, biber, domates, fesleğen, maydanoz, ceviz içi yoğruluyor. Sulandırılıyor. Üstüne marul, salatalık, domates, biber, limon serpiliyor. Boz Ahmat, “Bu sadece yemek değil—kıvımsal ritüeldir” diyor. Ve o an, sinide yankı oluşuyor:
“Batırma, kelimenin toplu yemesidir.”
📘 Sayfa 26: Köy Çeşmesi – Muhabbet Sahnesi
Çeşme başında herkes toplanıyor. Torun Tahsin, helkeyi bırakıyor. Hayrettin, Muzaffer, Deli Yaşar, Aysun, Sekine, Dürüye sırayla su içiyor. Güllü Kahya, “Her çeşme bir sahnedir” diyor. Ve o an, su fısıldıyor:
“Ben artık sadece içilmiyorum—seni konuşturuyorum.”
📘 Sayfa 27: Çapraz Dölleme – Kahramanların Kesişimi
Kasım Ali, Deli Yaşar’la geysilik yıkıyor. Mehmet, Aysun’la batırma yoğuruyor. Sekine, Muzaffer’le pekmez karıştırıyor. Her sahne bir diğerine dokunuyor. Ve o an, metin fısıldıyor:
“Çapraz dölleme değil—kıvımsal evrenin birleşimidir.
Kayıt Tarihi : 10.7.2025 16:48:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!