Bir ayrılık ki bu,
gökyüzüne asılmış bir mektubun yırtılması gibi,
her harfini ben yazdım,
ama sen…
hiçbir satırında kalmadın.
Bir ayrılık ki bu,
dalından düşen bir nar gibiydi yüreğim,
her tanesi ayrı bir acı,
her sızısı…
seninle başlamış zamanın yankısı.
şehrin en eski sokağında unutulmuş
bir çocuk çığlığı gibi,
sustuğum her gece,
kulağımda yankılanıyor sesin.
Sen gittin…
arkanda yalnızca iz bırakmadın,
yolun kendisini alıp götürdün.
Artık hiçbir yokuş çıkmıyor içimden,
hiçbir inişte durmuyor kalbim.
Bir ayrılık ki bu,
sigarasını söndüremeyen bir sarhoşun
iç geçirmesi gibi
içim içime batıyor…
senin adını andığım her gece.
Bakışların vardı ya senin,
bileğime sarılmış sonbahar gibi,
her düştüğümde biraz daha sararıyordum…
oysa ben ilkbahar olmak istemiştim sana,
çocuksu, gülüşlü, masum…
Bir ayrılık ki bu,
gözyaşından yapılma aynalarda
kendini tanıyamamak gibi.
Ne zaman seni hatırlasam,
bir yabancı giriyor içime,
ve ben çıkamıyorum ondan.
hiçbir trenin uğramadığı bir istasyonum artık,
ne gelen var,
ne bekleyen…
yalnızca çürümekte olan valizlerim
ve içlerinde sakladığım eski "biz".
Bir ayrılık ki bu,
ağlayan bir duvar saatine benziyor zaman,
Ne yelkovan, Ne akrep, hiçbiri
ama hiçbiri
seninle aynı dakikaya denk gelmiyor.
Bir ayrılık ki bu,
hiç yazılmamış bir şarkının
nakaratında takılı kalmak gibi…
bir kez daha “gel” diyemem,
çünkü suskunluğunda öldüm.
Gidişin, uykuma saldıran bir çığlıktı,
ne yana dönsem, karanlık içindeydim.
Seninle birlikte
şehrin kaldırımları da beni unuttu,
her taşta bir eski biz vardı,
ve ben her taşa yeniden çarpıyordum.
Bir çiçeğin susuz kalması değildi bu,
düşünsene;
gökyüzü, kendi yıldızını inkâr etti.
Benim içimde parlayan şey artık ışık değil,
kül…
Ben seni severken,
bir barışın en güzel yerinde
kendi ismimi unuttum,
ve sonra sen gittin.
Ben... bense
şimdi; bir savaşın tam ortasında kaldım.
Yetmedi, giderken kokunu da götürdün.
Şimdi odamda
yalnızca yastığa sinmiş hayalin var.
Ve aynaya baktığımda
seninle konuşuyorum hâlâ.
Ama o da beni duymazdan geliyor.
Sen yoksun.
Güneş doğarken bile
soğuk geliyor sokaklara.
Çünkü senin adın,
gökyüzünden eksilmiş bir harf gibi
her duada eksik kalıyor artık.
Bir şairin ağzında çürüyen kelimeler gibi
çürüdüm ben de…
Aşkla değil,
aşksızlıkla yandım.
Senin yokluğun,
bana kendimle sarhoş olmayı öğretti.
Artık içimde
bir kuyu kazıyor her düşünce.
Senin sesin,
en derininden yankılanıyor gecemin.
Kimse duymuyor,
ama ben boğuluyorum…
bir zamanlar "sen" dediğim suyun içinde.
Artık adını anmak bile
bir günaha dönüşüyor içimde.
İnançla andığım her cümle
seninle birlikte küfre döndü.
Ve ben her gece,
affedemediğim duaların ortasında
senin hayaline secde ediyorum.
Gözlerin hâlâ ezberimde.
Karanlığa her baktığımda
senin gözbebeklerin beliriyor.
Yani sen gitmedin aslında,
beni karanlığa terk ettin.
Bir cami avlusunda unuttun beni,
ezanla uyanan çocukların hüznünde,
ve gülmeyen bebeklerin gözyaşında bıraktın.
Ben, bir annenin
duaya sardığı son fotoğraf gibiyim şimdi.
Ayrılık dediğin şey
bir boşluktan sızan sessizliktir.
İnsanın kendi kalbini susturmasıdır.
Ve ben bunu her gece deniyorum.
Ama olmuyor.
Kalbim hâlâ senin ses tonunda atıyor.
Şimdi....
Bir hüzünlü kent kadar yalnızım,
Artık, yağmurlar bile yağmıyor yüzüme.
Bir canım vardı, onuda sana feda ettim...
Ayrılığına, armağan olsun
Poyraz Can
Kayıt Tarihi : 24.7.2025 12:53:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!