Yine fırtınalı bir Bosna Gecesi… Alışılmış bir şeydi Bosna’nın sert rüzgârları. Merkez günlük güneşlikken, Bosna’da üşümek, fırtınasında sürüklenmek, sert esen rüzgâra karşı yürümek, bu yürüyüşü hayallerle süslemek ve aheste adımlar boşluğunda yaktığım son sigaramı da rüzgâra içirmek…
Cumartesi Sabahı’na hasret, uykusuz bir gece ve bu gecenin fırtınasında sürüklenip giden hayallerim…
Sırf sözümü yerine getirmek için, sabah 08.00 otobüsüne yetişmek için, uykusuz bıraktığım şu bedenim…
Hayatım boyunca kalabalıktan hiç haz almazdım ama günün birinde kalabalığın seni bana getireceğini bilseydim, hep mahşer kalabalıklarında gezerdim. Hayatım boyunca hep rahatına düşkün bir insan oldum. Ta ki; o beni rahatsız eden küçücük taburenin sayesinde gözlerinin kıyısına geldiğim ana kadar… Hiç sevmezdim yolculuk etmeyi ama bitmesin istedim o gün, bitmesin…
Uzun uzun izledim önce seni. “Yüzünde güller açıyor.” ve “Yüzünde nur var.” sözlerinin sarf edilebileceği insan, sendin demek… Hep gülümsüyor, tebessüm ediyordun. İçime doldurduğun o tarif edilemez huzur, hep somurtan bana gülümsemenin ne olduğunu öğretti. Artık gülümsemek için seni görmek, seni düşünmek yeterli! Sen karşımda olmasan da gözlerimi kapayınca beynimde canlanan yüzün, o görüntün, benim gülmem için yeterli!
ALLAH bir şeyi yaratırken sadece: “Ol! ” dermiş. Acaba ALLAH sana benim için mi “Ol! ” dedi? Nasip, kısmet, kader üçgenim sende mi kesişti?
İzlemek, sadece izlemek seni, saatlerce…
Güneşi kapsayan çehreni, gülleri solduran yüzünü ve o ay gözlerini…
Gökteki ayı söküp gözlerini koydum yerine.
Kim demiş gece güneş doğmaz diye?
Gözlerinin gözlerime değdiği an, gözlerinin yüreğimdeki etkisini, ellerimin titrediğini ve kelimelerin boğazımda düğümlendiğini fark ettim. Nedir bu halin adı? Kimileri aşk diyor. Hayır, bu başka bir şey…
Kimsenin bilmediği yerlerde herkesin gözleri meraklı bakışlarla etrafı süzerken, benim gözlerim bir çift göze hapsoldu.
O mağaranın derinliklerinde, yerin 1500 metre dibinde, pusulam ay gözlerin oldu.
Düşen damlaların sesleri yankılanırken mağaranın dört bir yanında,
Gizli gözyaşlarım yüreğimde başka bir telden çalıyordu.
İki adım da olsa yürüdüm ya yanında,
İşte o an,
Yüreğimde başka başka sesler yankılanıyordu:
“O mağaranın tavanına adını yazan ALLAH’IM,
Ne olur bu güzeli de benim bahtıma, alnıma yaz! ”
Yemyeşildi dağlar, ağaçlar çiçeklerini sergiliyordu.
Cemreler; suya, havaya, toprağa düşmüştü bile.
Bahar gelmişti iklimi ruma.
Bir bahar da benim gönül yurduma…
Cemreler; suya, havaya, toprağa değil de,
Gönlüme, dilime, kalemime düştü bu baharda.
700 yıllık bir tarih, Eşrefoğlu Cami, muhteşem bir eser. Herkes O Cami’yi gezerken, ben gözlerinde kaybolmuştum. Hatırlar mısın, beraber el açıp Fatiha okumuştuk Cami’de? Sen sadece Fatiha okudun ama benim bir de duam vardı:
“700 yıl Bu Cami’yi ayakta tutan ALLAH’IM,
Bu Cami’nin her yerinde adı yazan ALLAH’IM,
Her şeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi ALLAH’IM,
Ay gözlü bu güzeli de benim bahtıma yazar mısın? ”
Göz alabildiğince mavi, Beyşehir Gölü,
Göz alabildiğince mavi, ay gözlerin…
Herkesin dikkati ve gözleri Beyşehir Gölü’nde ve batan güneşteyken, ben benliğimi yeni doğan güneşimde, ay gözlerinde yitirmiştim bile.
Deryalar kadar ilhamı doldurdun yüreğime.
Gün batıyormuş, Güneş batıyormuş, kime ne?
Bitmesin istemiştim ya gün, bitmesin… Bitti işte. Bu Akyokuş’tan 7. inişim.
Gece Akyokuş’tan bir yıldız gibi görünen memleketimi, ilk kez izleyemedim.
Ama pişman değilim.
“Keşke hep Akyokuş’tan insek, sen karşımda olsan…”
Unutmadan:
“Hani iki kez ateş istedin de sigaranı yaktın ya,
Aslında sen sadece sigaranı yaktığını sandın.”
Ben üçüncü yangına hazırım!
Ben üçüncü yangına hazırım!
Ben üçüncü yangına hazırım!
Kayıt Tarihi : 2.4.2010 03:24:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!