‘’Geçmiş geleceğin feneridir! ’’ derler ya… biz de geçmişten başlayalım, bu günümüzü aydınlığa çıkaracak kararları alırken…
Timur
Timur 1360’ta tahta çıktığında Moğol hanlıkları küçük parçalara bölünmüş, ortada Moğol imparatorluğu kalmamıştı. Cengiz soyundan gelen Hanlar, kuzey bozkırdaki bölgelerde birbirlerini yiyordu.
Moğollar, fethettikleri kültürlere ayak uydurmuş büyük dinleri kabul etmiş, yerleşik nüfusları yönetmekte ustalaşmış, göçebe tebalarının birçoğuyla karşılıklı evlilik bağları kurmuş ve onların konuşma dillerini kabul etmişlerdi.
Çağataylılar artık doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılmışlardı. Doğu Çağataylı hanlıların batıda çıkarları vardı. Söz dinlemeyen batı hanlıklarını ‘terbiye’ etmek için hemen askeri güçlerini seferber ediyorlardı.
Timur 1370’in bu dünyasını kahredici bir güçle darmadağın etti.
En büyük kentlerin denetimi ve müdafasıyla, bürokratları aracılığıyla yerleşik toprakların vergilerini düzenleyip toplamakla ve sonraki seferleri için bu topraklardan topladığı askerleri kullanmakla ilgilendi. Kendi sınırları içinde de iktidarını sürdürebilirdi, ama, onun saltanatına karşı çıkan birçok yerleşik önder oldu. Güçlü ordusuyla küçüklerle baş etmek kolaydı. Büyükleri ise yenip ikinci defa fidye almakta hiçbir sakınca yoktu.
Fetihlerinin eşi görülmemiş hızı kapsamı konusunda, gerekli ideolojiyi Moğol İmparatorluğundan almıştı. Cengiz hanedanlığının sürmekte olan benzersiz karizmasından yararlanmayı da iyi bildi.
Kabul gören Moğol İmparatorluk geleneklerine göre, ancak Cengiz soyundan gelenler han ünvanını alıp hükümranlık iddiasında bulunabiliyordu. Dolayısıyla Timur’un herhangi bir hanedan mensubiyetinin olmayışı, onun hükümdarlığının meşruiyeti önünde resmi bir engeldi.
Cengiz soyundan bir prensesle evlenerek güregen, yani kraliyet ailesinin güveyi ünvanını aldı.
Bunu da, Kendi kaderine hükmeden, hükümranlık kariyerini Allah’ın inayetinin bir delili olarak gören bozkır geleneği, kişisel iktidarın meşruiyetini onayladı.
Eşsiz bir talihin sahibiydi ve böyle bir kişiye karşı çıkmak, Allah’ın iradesine karşı çıkmaktı.
* Nereden bilebilir ki bozkır halkı kavimlere zorla boyun eğdirdi, prensesi zorla sahiplendi…
Tüm başarısını ilahi müdaheleye borçlu olduğunu beyan edercesine işe sıfırdan koyulduğunun altını çizdi. Bozkır halkı, davar hırsızlığından İmparatorluğa yükselen bu mücivezi olaya, tanrının el attığına nasıl inanmasın?
Timur’un fetihleri, sadece kapsamı ve başarıları açısından değil, uyguladığı vahşet açısından da sıra dışıydı. Fethettiği ülkelerden pek azının yabancı bir ülke olduğu düşünüldüğünde, bu daha da çarpıcıdır.
Timur’un yaşam hikayesinden fışkıran ve bizi en çok çarpan özellik, onun olağanüstü zekasıdır. O, her şeyden önce göçebe vatandaşlarının sadakatini kazanmayı ve sürdürmeyi bilmiş, son derece kaypak bir siyasi zeminde, hem iş görmeyi, hem de bu yapıyı dönüştürmeyi başarmış Dinden en çok fetihlerini haklı göstermek için yararlanmış… Şeyh Ahmet Yesevi Türbesini yaptırmış…
Oğullarını ve torunlarını memleketlerinde vali atamış ama güçlenmelerine de izin vermemiş…
Araştırmacılar, kabilelerin hem yapı hem de üyelik anlamında esnekliğini vurgularlar.
Aşiretin tüm mensuplarının ona aynı derecede bağlı olmadığı açıktır; çoğu kabilede bir merkez bir de çeper mensupları vardır. Kendi içlerinde üyelik derecelendirmesi vardır.
Yol, ezildiği için yoldur, bürokratlar patika, emekçiler otoyoldur.
Ulus siyasetinin kaypaklığı ve mensupları arasındaki ittifakların değişkenliği aşırıydı.
Hasımlarının çoğu bir noktada müttefikiydi… Birbirlerini iyi tanırlardı.
Kuvvetler denkse savaşa girilir, savaş en fazla iki gün sürer, uzarsa taraflardan biri kaçardı. Savaş öyle son bulurdu. Bu suretle savaşlar yıllarca sürerdi…
Timur, Barlas kabilesi önderliğine ilk kez Moğol istilası sırasında soyundu. Timur’u kabilenin reisliğine getiren Moğol Hanı’ydı. Barlas ulusunun başsız kalırsa kargaşaya düşeceği korkusuyla verilen reisliği Timur aşiretin önderliğini ele geçirmek için fırsat olarak kullandı.
Sonra Moğol kabile reisi Barlas tekrar reisliği ele almak istediyse de başaramadı.
Timur bir Emirin infazına hükmettiğinde, Ulus önderleri arasında yaygın olan bir usulle, suçluyu haksızlık etmiş olduğu birisine teslim eder. Böylece hem ceza ağır olur hem de elini kirletmemiş olurdu.
Güçlü ve tehlikeli olunca rakip çıkamaz, rakibin olmaması başarının önünü açar.
Böylece siyaset meşgalesinin yerine fetih meşgalesini ikame etmiştir.
Çağatay Ulusu’nun yönetici sınıfı olan bu gurup kısa zaman içinde aileyle maiyet arasındaki karşılıklı evliliklerle pekişerek, kapalı ve kendini sürdürebilen bir sınıf halini aldı. Timur’un maiyetinden bir kısmı onun hısımıydı. Diğerleri de onun varisleriyle evlenmeye devam ettiler.
Timur zamanında aynı aile ile karşılıklı kız alıp vermek gibi güçlü bir eğilim vardı ve bu Türk-Moğollar arasında da yaygın bir gelenekti.
*İkide bir aramızda yıllarca kız alıp verdik diyenler, 600 yıllık geleneklere sığınıyorlar…
Bu yeni seçkinler Timur’un şahsına sadık ve bulundukları yeri ona borçlu idiler. *Borçlandırarak diyet ödeme zorunda bırakılmışlar.
Timur maiyetinin siyasetle uğraşmasını, kısmen onları sürekli seferden sefere koşturarak önledi.
Çağatay ulusu ordularının gerçekten ayrı bir bölümü, ya da prenslerin sahiden bağımsız aktörler olduğu sanılmamalıdır. Timur çeşitli yöntemlere başvurarak onların gücünü sınırladı.
İktidarına zarar verecek odakların gelişmesine olanak vermedi, bunu, hem kendini, hem de yandaşlarını Çağatay ulusu dışında sürekli meşgul tutacak bir fetihler savaşına girerek yaptı.
* şimdi basın kamuoyunu değişik haberlerle meşgul etmesi gibi…
Timur seferlerinde, ilerde tehdit oluşturabilecekleri ortadan kaldırmayı bilirdi. Mensuplarının çoğunu katlederek ortadan kaldırıyordu.
Timur’un piyadelerinin tümü kısa vadeli kullanım için toplanmış köylülerden ibaret değildi. Piyadelerin çoğu yayalardan oluşurdu. Yayalar savaşlarda tabansızlık (ağır yürümek) ettikleri için hakim karşısına çıkarılırdı. Verilen cezalar, her birinin 50 veya 100 at tedarik etme cezasıydı. Yani dolaylı olarak at hırsızlığına zorlanmış oluyorlardı.
* Bunu beceremeyenleri akibeti belirsizdi… Timur’a karşı konulamazdı, öyleyse itaat akıl karıydı…
Timur, maiyetine, halkın ödeyemeyeceği kadar ağır yükler altına sokmasına izin vermekle kalmıyor, zaman zaman onları buna teşvik ediyordu.
Timur, yolsuzluğu teşvik ettiği su götürmeyen, görevlilerin hükümdara son derece ağır hediyeler sunması biçimindeki Moğol geleneğini de devam ettirdi.
Ama bu haraçlarla ilgili, gerektiğinde birini idam da ettiriyordu.
Yerleşik bürokratların yerel halkı arkasına alarak güç elde etmelerinin önüne de böyle geçiyordu.
‘’Çizgiyi aşan’’ bürokratı halkın gözü önünde cellata vererek cezalandıran Timur, böylece tebasının hakkını arayan kişi rolüne giriyordu.
Herhangi bir kişiye, büyük bir güç tanımak hiç akıl karı değildi.
Timur’un yakın aile çevresi dışında, hem toprağı hem de büyük ihtiyat bölüklerini denetleyen ancak bir-iki kişi vardı. Bağımsız kuvvete sahip bir sınıf yaratmak, daha da tehlikeliydi.
Timur, maiyetindekileri ödüllendirirken, onları hükümdarlık topraklarının denetimine imkan veren mevkilere getirmeyerek bağımsızlık kazanma fırsatlarının önünü kesiyordu.
Bozkır hükümranlık töresince devlet bir ölçüde yönetici soyun ortak mülküydü.
O her türlü imkanı kendi kişisel gücünü pekiştirmede kullandı. Bu, hükümranın tüm tebasını denetlemek ve önemli tüm ipleri kendi eline tutmak üzere her türlü oynamayı yapabilmesi için tasarlanmış bir sistemdi.
Timur, Kadife kaleyi de, mancınıkla kale içine kesik insan başları fırlatıp kale içindeki insanları şok ederek fethetmiştir. (Börklüce – Bilge Umar)
Askeri makamlarla taşra makamları arasındaki ayrım, özellikle daha büyük bir önem kazanır.
Elinde kabile gücü olanları, kendi maiyetinin mensubu bile olsalar bu rütbelerden yoksun bırakarak kurduğu yeni düzende kabilelerin bir yer edinmesine engel oldu ve onların bağımsız bir siyasi faaliyet odağı olarak güçlerini daha da törpüledi.
Timur’un iktidarı, kişileri ve gurupları birbirine karşı kullandığı bir idareydi.
Kaynaklar
2. Timur ………….: Kitap yayınevi TİMURLENK (Beatrice Forbes Manz) Davar hırsızlığından İmparatorluğa…
Kayıt Tarihi : 17.2.2013 01:04:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!