Sözün kılıcıyla, açsan da yara.
Kan gibi üstünde, hicranım olsun.
Vurdursan boynumu, feryadım çıkmaz.
Boğazımda tuttuğum, hıçkırık olsun.
Dipsiz kuyulara, atsan da beni.
Neydi maksadın.
O gün,
sandıklardan çıkardığın
beyhude hatıraları,
Saçıp ortasına odanın
gözlerinin kılavuzluğunda,
Dimdik bakan gözleriyle,
Anılar beynimde ayaklanıyor,
Elinde meşaleler.
Kuytularımda unuttuklarımı
İsyana sürüklüyor.
Oradaydın.
Bir adım ötedeydin.
Masanın üstünde
kıpırdamadan duruyordun.
Saçlarının üstünde uykulara daldığı
yeşil bir kazak vardı üstünde
Oturmasaydın orada,
olmasaydın,
ve keşke görmeseydim seni o akşam.
Adını bile bilmediğim bir şehirde yaşasaydın.
Neden siyah saçların sanki,
Nasılda kaygısızdım doğan güne merhaba derken…
Göklerin ıslandığı bir akşamda,
Hayata acımasız bakışlarımı aldın
Yaprakları okşayan bir rüzgâr gibi
okşayınca ellerin gözlerimi, büyüdüm bir anda.
Göklere sıcaklığın izini bırakır gibi,
Bu şehrin bacalarından kömür kokusu sızardı,
Sızlardı ciğerleri bütün kuşların,
neylesinler ufaktı hepsinin kanatları.
Bir otel odasında, hohlayarak ısıttığım ellerimle
Buğulu camlar kütüphanesine resmini çizdim kuşların,
İşte, saçlarının arasından geçip rüzgârlar,
Bu şehrin bütün sokaklarını sarıya boyadılar.
Bir ressamın son fırça darbesi gibi,
Aklımın kuytularında saçlarını bıraktılar.
Tahta masalar üstünde unutulsada konuştuklarımız,
Ufukta ki kızıl bulutlar,
bağrında bir rüzgâr gezdirirken.
Kanatlarıyla martılar,
omuzlarıma saçlarını
bırakıp da giderdi…
Sus…
Yüreğimin heybesine
doldurma ayrılıkları.
Senaryosundan
kan damlıyor bu sevdanın
ve kim yazdı bu hazin tiyatroyu.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!