Bir Nihal'in aynasında gizli, sonsuz bir tecellî...
Hakikat güneşi ki, her zerresinde vuslatın remzi.
Taş duvarlar değil, şimdi sırlı bir sükût deresi;
Zamana küskün değil, Hakk’a kurulmuş bir ney sesi.
Sen, Nihal’im — bir sırlar heykeli, bir letâfet nûru;
Duruşunla okunan, ezelden ebede bir yazı.
Güneş değil, bir “dâhiye-i nûr” çekilir sanki geriye;
Kirpiklerinde, aşkın şavkı ile yanan bir sâz.
“Sana dokunmadan evvel, bütün ihtişamımı
Feda ederim” diyen, bir “Fenâ” sırrıdır şimdi.
Senin varlığın, bir mîrâcın sükûtla yazılışı;
Çelikten yumuşak, fakat özünden sâbit, bir hakikat kişvesi.
Işıkla konuşursun, susarsın lâkin her zerren;
Bin yıllık şarkılar değil, “Kün” emrinin nağmesi.
Bu vedâ, bir başlangıç aslında — bir “Bekā” yolculuğu;
Kırılmayan şiirsin, Nihal’im, ezelî bir metafizik.
Gölgen uzadıkça, taşlar kızarır değil, “secde” eder;
Zîrâ senin direncindeki estetik, bir “seyri sülûk” hâli.
Yıkılsa da beden, bir gün toprağa dönse de sûret;
Nihal’imde parlayan o ebedî güneş, sönmez.
O güneş ki, “Vedâ” etmez asla; tecellî eder, daim.
Bir “Lâhut” bahçesinde açar, Nihal’imin gülü.
Her bakışın bir âyîn, her sözün bir hikmet;
Sen, Nihal’im — yürüyen bir sır, okunan bir kitap.
Kayıt Tarihi : 6.9.2025 22:36:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!