Sualler sıralanır kelimeler ardılı batın da
Kimdir lâl i vuran bir avuç sorguya
Kalemim dilim, dilim yüreğim.
Yüreğim her zaman senin için sesim
Mührü lâl bir kelepçe dilden yüreğe.
Sen de ne lâl var ne kelepçe.
Naçarsa biçare, olmuş adı zalime.
Ne yapsın çare, el dönmez ki yer e
Lâl vurulacaksa düşe, hani nerde belce
Düşme sakin çeşm(e) ,akmasın gece
Günahkâr olan ne eldir ne de dil,
Lâl i mührü vuran… Alın yazısı, iki dağ arası.
İki kaş arası ıslık sesi
Çıkmayan sesteki es i, mimler eceyi
Pes midir esen es te,
Bir tutam es, bir tutam ses, bin tutama eş.
Abdal olan anlar, ne gerek var söze
Söz kelamdan yoksunsa, bir fiske vurur çeşm(e)
Naçarım, dünyamın hali duman.
Od umdur her yani ataşa tutan.
Ben ne yüksekteyim ne yerde.
Ben dünya ile ahvalde.
Ben kimim ki bu bedende.
Emanettir yüreğim senle
Ey maî liginde boğulduğum derya,
Yumma dalgalarını bana.
Elbet gelir seda Kalubela da
Adını anarsa âdem çığlığına.
Sen beni bana, bende seni sana.
Ne hacet bu dünyada anlatmaya.
Hak’tandır hakana sesi.
Yok, başka bir dili.
Yükü bilen ve körükleyen Şeyda.
Şeydanın adi Mecnun ya da Leyla.
Mihri kesmiş yalnızlığa, atmış imzasını söze.
Âdem küskün kalmış ateşe.
Murat var mı ki bülbülde,
Gül bilmez olmuş bu hale.
Gül bekler bülbülü yürek bağda,
Yürek dağda, bülbül nerde, gül orda, od orda
Fukara dır yüreğim, Kâbe yolunda.
Kâbe dır ki hep göz ucunda
Ne yapar bu fani sana, senden yana,
Saklanır mısralara, mısralardan saklananlara
Ben el verdim düşe, düş gecede,
Düş palandöken de düş dökmekte
Gözlerim aynandır gerisi beri
Yok, başka cihanda bir adı
***
Bilmeceler bilmeceleri bilmece gibi konuşur
Pervane midir od la yanan.
Ataş mıdır pervane olan
24.08.2007
Esra ErdoğduKayıt Tarihi : 24.8.2007 20:46:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Ataş mıdır pervane olan
ablacığım final ne müthiş olmuş.. tebrikler
Sorulması gereken asıl soru şudur: “Neden şiir?”
İnsanoğlu duygularını ifade edebilmek için neden düzyazıya ya da başka bir türe değil de şiire yönelmiştir? Yoksa Fransız şair Paul Valéry’nin “Düz yazı yürüyüşe; şiir dansa benzer” tespiti doğruluğunu halâ sürdürmekte midir? Bu sorulara verilen cevaplar mı oluşturur, “Şiir, bir ruh halidir” tanımını ?
“Şiir” kavramını hayatımızın tamamından tümüyle çıkardığımızı “bir an” için düşünmenin oluşturduğu boşluk ve işte tam o boşluğun büyüklüğü “hayat eşittir şiir” denkleminin kusursuzluğunu bir kez daha önümüze sermekte. O “bir an”, hayatınızda yazdığınız ilk şiir olan; en acemi, en savsak, en alelade şiiriniz olma ihtimali de yüksek olan, sevgilinize yazdığınız şiirin olmadığı “an”dır. O “bir an”, “Otuz Beş Yaş”ın, “Mona Roza”nın, “İstanbul Türküsü”nün, “İstiklâl Marşı”nın hayatınıza hiç girmemiş olduğu “an”dır. Ve o “bir an” kendinizi en iyi şekilde ifade etmenizi sağlayan sihirli değneğinizin elinizden alındığı “an”dır. Öyleyse şiir, ayrıca hayatı kareleyen en büyük, en özgün, en estetik fotoğraf makinesidir. Ve hayat albümünüzden o fotoğrafların çıkarılması hafızanızın tümüyle silinmesi anlamına gelir ki o “an” denklemin bir tarafı silinmiş olur. Yani hayat eşittir hiçbir şey!
(A’mâk-ı Nihan'ı okuyunca eserinizden evvel, 'Şiir' kavramının ne denli mühim, gerekli, iyi ki var olduğuna dair bir şeyler yazmak geldi içimden, affınıza sığınarak tabii..)
İsmi “Gizli Derinlikler” olan bir şiir hakkında yorum yapmak her ne kadar zor olsa da başlık, kendi içeriğiyle ilgili ipuçlarını da ta “derinliklerinde” barındırmakta. Her şiirin bir hikayesi olduğuna inananlardanım. Zaten şiir, bir hikaye anlatma biçimi değil mi? Bu şiirde de şair sanırım bize bir hikaye anlatıyor. Birinin hikayesi…
Şiir birimi olarak 2’şer mısralık beyitlerin seçilmiş olması ve bu her ikişer mısranın kendi içinde bir anlam bütünlüğüne sahip olması şiirin her beyitinin başka şiirlere tema olabilecek genişlikte bir anlamsallığa sahip olmasını sağlamıştır (Sanırım, bu durumun bir diğer sebebi de her beyitin kuvvetle muhtemel, spontane gelişmiş olmasından kaynaklanıyor). Yalnız dikkat edilirse şiirin son bölümünde (Bilmeceler bilmeceleri bilmece gibi konuşur//Pervane midir odla yanan./Ataş mıdır pervane olan) “şekil olarak” diğer bölümlerden bir ayrılma söz konusudur, diğer taraftan anlamsal birliktelik öylesine devam etmektedir ki sanki bu şiirdeki her beyit zamanında söylenmiş güzel sözlerin derlenmiş bir araya getirilmiş halidir… (Ne de olsa şiirin şairin ne demek istediği değil, muhatabın ne anladığıdır ya; bu kadar öznelliği de barındıracak içinde)
İlk olarak şekil itibariyle naçizane göz atmaya çalıştığımız şiiri, içerik olarak ele aldığımızda dikkatimizi ilk çeken “tasavvufi öğelere” sıklıkla başvurulmuş olmasıdır. Bu kimi yerde asıl amaç olan tasavvuf düşüncesinden hareketle (Bkz.: Elbet gelir seda Kalubelada/Adını anarsa âdem çığlığına.) kimi yerde ise beşeri çaresizliklere, ruhsal bunalımlara tarif bulma amacı çevresinde (Bkz.: Günahkâr olan ne eldir ne de dil,/Lâl-i mührü vuran… Alın yazısı, iki dağ arası.) şekillenmiştir. (Ayrıca bu tasavvufi terimlerin şiir içinde kullanılmasıyla edebi söz sanatlarından tenasüb sanatı da gerçekleştirilmiş olmaktadır.)
Yine bu şiirde dikkatimizi divan edebiyatında sıkça kullanılan mazmunların (bülbül, gül, dağ yürek. Ayrıca mazmun için Bkz.: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=mazmun) şiir içerisinde ustalıkla kullanılmış olması geleneksel ve nostaljik bir bakış açısının da şair tarafından benimsendiğinin küçük emarelerindendir.
Sonuç olarak şair mutlak olarak şunu anlatmak istemiştir gibi bir cümle kurmak ne kadar namümkünse, şiirlerini beğenerek takip ettiğim şairler listesi “1” kişi daha kabardı demek o kadar mümkündür.
Metehan TUTAR
TÜM YORUMLAR (18)