A’mâk-ı Nihan Şiiri - Esra Erdoğdu

Esra Erdoğdu
37

ŞİİR


22

TAKİPÇİ

A’mâk-ı Nihan

Sualler sıralanır kelimeler ardılı batın da
Kimdir lâl i vuran bir avuç sorguya

Kalemim dilim, dilim yüreğim.
Yüreğim her zaman senin için sesim

Mührü lâl bir kelepçe dilden yüreğe.
Sen de ne lâl var ne kelepçe.

Naçarsa biçare, olmuş adı zalime.
Ne yapsın çare, el dönmez ki yer e

Lâl vurulacaksa düşe, hani nerde belce
Düşme sakin çeşm(e) ,akmasın gece

Günahkâr olan ne eldir ne de dil,
Lâl i mührü vuran… Alın yazısı, iki dağ arası.

İki kaş arası ıslık sesi
Çıkmayan sesteki es i, mimler eceyi

Pes midir esen es te,
Bir tutam es, bir tutam ses, bin tutama eş.

Abdal olan anlar, ne gerek var söze
Söz kelamdan yoksunsa, bir fiske vurur çeşm(e)

Naçarım, dünyamın hali duman.
Od umdur her yani ataşa tutan.

Ben ne yüksekteyim ne yerde.
Ben dünya ile ahvalde.

Ben kimim ki bu bedende.
Emanettir yüreğim senle

Ey maî liginde boğulduğum derya,
Yumma dalgalarını bana.

Elbet gelir seda Kalubela da
Adını anarsa âdem çığlığına.

Sen beni bana, bende seni sana.
Ne hacet bu dünyada anlatmaya.

Hak’tandır hakana sesi.
Yok, başka bir dili.

Yükü bilen ve körükleyen Şeyda.
Şeydanın adi Mecnun ya da Leyla.

Mihri kesmiş yalnızlığa, atmış imzasını söze.
Âdem küskün kalmış ateşe.

Murat var mı ki bülbülde,
Gül bilmez olmuş bu hale.

Gül bekler bülbülü yürek bağda,
Yürek dağda, bülbül nerde, gül orda, od orda

Fukara dır yüreğim, Kâbe yolunda.
Kâbe dır ki hep göz ucunda

Ne yapar bu fani sana, senden yana,
Saklanır mısralara, mısralardan saklananlara

Ben el verdim düşe, düş gecede,
Düş palandöken de düş dökmekte

Gözlerim aynandır gerisi beri
Yok, başka cihanda bir adı

***

Bilmeceler bilmeceleri bilmece gibi konuşur

Pervane midir od la yanan.
Ataş mıdır pervane olan

24.08.2007

Esra Erdoğdu
Kayıt Tarihi : 24.8.2007 20:46:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Rüstem Ahmet Gözübüyük
    Rüstem Ahmet Gözübüyük

    Pervane midir od la yanan.
    Ataş mıdır pervane olan

    ablacığım final ne müthiş olmuş.. tebrikler

    Cevap Yaz
  • Ömer Taşoğlu
    Ömer Taşoğlu

    bu palandöken bizim palandöken mi merak ettik..şiirden anlıyorum derim yalnız başıma kendimle konuşmalarımda ama bu şiirler ters yüz etti zihnimi...şiirler fazlasıyla doyurucu ah işte buydu aradığım dedirten bir şiir okudum yine..şiir sanki bir destan, duyguların gerçeğin destanı...size rastlamak güzeldi...takipciniz oalcağım..zevkle...

    Cevap Yaz
  • Dilek Işık
    Dilek Işık

    ve hala...

    Cevap Yaz
  • Özay Sağlam
    Özay Sağlam

    mükemmel...........................................................işte tek kelime....özeti........saygılar

    Cevap Yaz
  • Metehan Tutar
    Metehan Tutar

    “Şiir, güle feryat eden bülbül, sessiz çığlıklarla sevgilisini arayan mecnundur…” gibi cümlelerle başlayabilirim söze ya da “Şiir, dilin en üst düzeyde bireysel kullanımından doğan, coşkuya dayalı metindir. Şiirde dil göstergeleri bilinen anlamlarının dışına çıkar ve imge kazanır. Şair dış dünyayı kendi hayal dünyasında yeniden yaratır; varlık, nesne ve kavramları simgeye dönüştürür. Ses, imge, ritm, ölçü, tema, anlam… şiirin öğeleri arasındadır…” gibi teknik bilgiler de verebilirim. Ama öyle yapmayacağım. “eti için bülbülü öldürmek” istemem!
    Sorulması gereken asıl soru şudur: “Neden şiir?”
    İnsanoğlu duygularını ifade edebilmek için neden düzyazıya ya da başka bir türe değil de şiire yönelmiştir? Yoksa Fransız şair Paul Valéry’nin “Düz yazı yürüyüşe; şiir dansa benzer” tespiti doğruluğunu halâ sürdürmekte midir? Bu sorulara verilen cevaplar mı oluşturur, “Şiir, bir ruh halidir” tanımını ?
    “Şiir” kavramını hayatımızın tamamından tümüyle çıkardığımızı “bir an” için düşünmenin oluşturduğu boşluk ve işte tam o boşluğun büyüklüğü “hayat eşittir şiir” denkleminin kusursuzluğunu bir kez daha önümüze sermekte. O “bir an”, hayatınızda yazdığınız ilk şiir olan; en acemi, en savsak, en alelade şiiriniz olma ihtimali de yüksek olan, sevgilinize yazdığınız şiirin olmadığı “an”dır. O “bir an”, “Otuz Beş Yaş”ın, “Mona Roza”nın, “İstanbul Türküsü”nün, “İstiklâl Marşı”nın hayatınıza hiç girmemiş olduğu “an”dır. Ve o “bir an” kendinizi en iyi şekilde ifade etmenizi sağlayan sihirli değneğinizin elinizden alındığı “an”dır. Öyleyse şiir, ayrıca hayatı kareleyen en büyük, en özgün, en estetik fotoğraf makinesidir. Ve hayat albümünüzden o fotoğrafların çıkarılması hafızanızın tümüyle silinmesi anlamına gelir ki o “an” denklemin bir tarafı silinmiş olur. Yani hayat eşittir hiçbir şey!

    (A’mâk-ı Nihan'ı okuyunca eserinizden evvel, 'Şiir' kavramının ne denli mühim, gerekli, iyi ki var olduğuna dair bir şeyler yazmak geldi içimden, affınıza sığınarak tabii..)

    İsmi “Gizli Derinlikler” olan bir şiir hakkında yorum yapmak her ne kadar zor olsa da başlık, kendi içeriğiyle ilgili ipuçlarını da ta “derinliklerinde” barındırmakta. Her şiirin bir hikayesi olduğuna inananlardanım. Zaten şiir, bir hikaye anlatma biçimi değil mi? Bu şiirde de şair sanırım bize bir hikaye anlatıyor. Birinin hikayesi…

    Şiir birimi olarak 2’şer mısralık beyitlerin seçilmiş olması ve bu her ikişer mısranın kendi içinde bir anlam bütünlüğüne sahip olması şiirin her beyitinin başka şiirlere tema olabilecek genişlikte bir anlamsallığa sahip olmasını sağlamıştır (Sanırım, bu durumun bir diğer sebebi de her beyitin kuvvetle muhtemel, spontane gelişmiş olmasından kaynaklanıyor). Yalnız dikkat edilirse şiirin son bölümünde (Bilmeceler bilmeceleri bilmece gibi konuşur//Pervane midir odla yanan./Ataş mıdır pervane olan) “şekil olarak” diğer bölümlerden bir ayrılma söz konusudur, diğer taraftan anlamsal birliktelik öylesine devam etmektedir ki sanki bu şiirdeki her beyit zamanında söylenmiş güzel sözlerin derlenmiş bir araya getirilmiş halidir… (Ne de olsa şiirin şairin ne demek istediği değil, muhatabın ne anladığıdır ya; bu kadar öznelliği de barındıracak içinde)

    İlk olarak şekil itibariyle naçizane göz atmaya çalıştığımız şiiri, içerik olarak ele aldığımızda dikkatimizi ilk çeken “tasavvufi öğelere” sıklıkla başvurulmuş olmasıdır. Bu kimi yerde asıl amaç olan tasavvuf düşüncesinden hareketle (Bkz.: Elbet gelir seda Kalubelada/Adını anarsa âdem çığlığına.) kimi yerde ise beşeri çaresizliklere, ruhsal bunalımlara tarif bulma amacı çevresinde (Bkz.: Günahkâr olan ne eldir ne de dil,/Lâl-i mührü vuran… Alın yazısı, iki dağ arası.) şekillenmiştir. (Ayrıca bu tasavvufi terimlerin şiir içinde kullanılmasıyla edebi söz sanatlarından tenasüb sanatı da gerçekleştirilmiş olmaktadır.)

    Yine bu şiirde dikkatimizi divan edebiyatında sıkça kullanılan mazmunların (bülbül, gül, dağ yürek. Ayrıca mazmun için Bkz.: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=mazmun) şiir içerisinde ustalıkla kullanılmış olması geleneksel ve nostaljik bir bakış açısının da şair tarafından benimsendiğinin küçük emarelerindendir.

    Sonuç olarak şair mutlak olarak şunu anlatmak istemiştir gibi bir cümle kurmak ne kadar namümkünse, şiirlerini beğenerek takip ettiğim şairler listesi “1” kişi daha kabardı demek o kadar mümkündür.

    Metehan TUTAR


    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (18)

Esra Erdoğdu