Tren yolculuklarını oldum olası sevmişimdir...
İster şehirlerarası olsun, ister banliyö trenleri olsun, bir başka lezzeti getirirler hakir yürek soframa.
İstasyonlar, her ne kadar şehrin içinde olursa olsunlar, adeta çok uzaklarda ve terkedilmiş gibidirler. Peronlarda, insan kalabalıklarına rağmen bir kasvetli yalnızlık kol gezinir ve gündüz saatlerinin ışımaları, gecenin renkli neon ışıkları, reklâm panolarının, sokak lâmbalarının gösterişli aydınlatmaları peronların hüzünlü karanlığını süpüremezler.
Merdivenler her ne kadar “yürüyen” olsa bile, sanki taş basamaklardan tırmanılıyor gibidirler.
Şehirlerin vücudunda bir doku uyuşmazlığı misali gibidirler. İnsanlar mecbur olmadıkça trenleri hatırlamazlar, bilmezler. Ama; hep kalabalıktır peronlar ve hep yalnızdırlar…
Trenler şehrin içinden ciddi yüzleriyle, vakur geçerler.
kızıl kızıl dağılıyorsun elimde kalıyor iki nokta
atıp kırmızı bir gül kalbimin tam ortasına
kaçıyorsun mevsimlerden mevsimlere
tahtı çalınmış bir padişahım oysa
kayboluşunu arayan hesapsız yolculuklarda