Onur BİLGE
Şerif Bey Amca, bembeyaz sakallı bir hacı… Yaratılanlara boş gözlerle bakmanın günah olduğunu söyleyen, göze çarpan her şeyde Allah’ı aramayı öğütleyen, mütefekkir bir insandı. Babam, öğrendiğini öğretmeden rahat edemeyen bir yapıya sahipti. Ne yapar yapar, çevresindekileri vakıf olduğu her konuda bilgilendirmeye başlardı. O kadar ki, ev ödevi vermeye başlayacağını sanırdım. Belki anlaşılıp anlaşılmadığını kontrol etme amacıyla hemen oracıkta bir sözlü sınav da yapabilirdi.
Yaptıkları bütün konuşmalardan, kabaca, Allah'ın varlığını, Bir'liğini anlayabiliyordum. Onları seyrediyor ve dinliyordum ama konuştukları, anlayabileceğim dilden değildi. Aradan çok uzun zaman geçmişti. O gün o arkadaşıyla orada neler konuştuklarını, olayı hatırlatıncaya kadar akla karayı seçtikten sonra babamdan alarak kaydettim. Ez Zahir de El Batın da benim o yaşta kavrayabileceğim sıfatlar değildi. Kopuk kopuk bir takım sözler kulağımda kalmıştı. Kaleme alırken, onların aralarını hep babam doldurdu. O günkü tefekkürü tekrar yaşamış oldu.
“Zahir, zuhur etmiş. Her yerden bakıyor. Her nesneden konuşuyor ve: “Allah var, bir! ..” diye haykırıyor. Ya Batın? İşte onun izahı çok zor. Öyle değil mi, arkadaşım? ” dedi, Şerif Bey Amca. Babamın, arayıp da bulamadığı… Bahçe masasına doğru yaklaşıp bir sandalye ona, bir sandalye kendisine çekip otururken, sakin sakin:
Yakında adem dirler bir şehre azîmet var
Uçdı bu fezâlardan mürg-ı dil-i nâlânım
Ârâm idemez oldum efkâr-ı seyâhat var