(şimdi; mihman’ım kasved'inen herc û merc olmuş şéb’e /..ağrılarımın / acılarımın boylu boyundan revan'oluyor çapûl edilmiş bi kürd ili! ../ ve sancılıyım iki bahr'a gebe muaveraünnehr misâli, yeis içreyim, ve bir hâyli de ölüme beniz vermiş bir ahvâldeyim…// birden! ../..ama birden; / birden ama! ../..yapay bi nevzuhûr’u koyup gideceğim, kimseciklerden habersiz fî’den kélâm eline…/ ve az sayıdaki âli inayet ve ihsân sahibi manâ-î mefhum; çok ıraklarda bir mahâldeki hışm ile avuçlarını kanatarak kimliğimi bir kebâir û cünha olarak şerh düşecekler tarihe…// çıkmayan canın umudu gibi; ola ki terkib-i nâkıs, kocamış bi dengbej’e méyyâl olur; / yaralanmış ahaliye ve “A” haline acıya değmemiş yanından, kadim bi gülüş olsun için “ah” halindeki şi’r.../ birdenbire kekre bi özlem bulur mülâhazat hanesinde şair. / insanın, doğduğu yerde ölememesi çileli bir müşküldür...// sevdam; /..beni kendinde öldür! ..)
bu dağlar gabbar, soğuk olur güzelim,
tezek yanar kışları dağ evlerinde.
“tezek”
bu kelime yabancındır bilirim;
davar bokuna tezek derler bizim oralarda sevdiğim.
nimettir.
alaşafağı kendine kundak bilen yoksul eve duvar,
ocağa inzivada ateştir.
kaynanalar çöker taşra çiçeği kızlara,
uğruna adam ölür;
tanesi bir liraya satılan kara duvaklı gelindir.
ki dağlarda kol gezen sezgici ayrılıklar
ve öfkemizin doğurganlığı
el değmemiş yağır yaralar,
otuz üç kurşun*
ve ürkek bir ceren gibi kıyısına sokulduğumuz bu havar bizimdir.
sen, bedeli ödenmiş ağlayışın biriktiği dağları,
güze durmuş / tezek kokulu damları bilmezsin.
senin ellerin beyaz, dudakların güldür sürmelim.
ben; dağların asılsız ihbar edilmiş çocuğu
hayatın, kurşuna dizilmiş oğluyum.
ellerim nasırlı, dudaklarım çatlak/ kuru,
aynadaki yüzümü intiharlara çağıran tutkum delicedir.
sevilmeye hasret kalmışım yıllarca
ve hasrettir dudaklarım ilk öpüşe.
simsiyah saçlarım var benim
bıyıklarımı buza kesen mevsimlerim.
bir de ölmüş anamın koynumda sakladığım bir tutam saçı nicedir.
ne olursun güzelim, bana bakma öyle işveli.
ben, yıllardır kurumuş bir çam dalı gibiyim.
yanmaya hasretken bir newroz ateşi gibi dağlarda
veya bir şehrin en kalabalık yerinde;
/ b a k ı ş l a r ı n d a n _ t u t u ş a b i l i r i m /
(seninle hayat bulacak gülüşler bekliyor bizi.../ ancak seni de katabilirsem sevinçlerim gülecektir.../ günün umut olsun, ışık olsun cevahir yüreklim...) [1]
Gürkal Gençay
13.Kasım.2006.Pazartesi / S – 15:19
Yeşilköy – İstanbul
[1]Songül Düzgün
* Ahmed Arif’in, katledilen otuz üç Kürt Yurttaş için kaleme aldığı ve aynı isimle yayınladığı “Otuz üç Kurşun” şiirine konu olan olaylara vurgu yapmak için kullanılmıştır.
-
* İşbu Şiir Şairinin Adına Kayıtlıdır. Kayıt Tescil No: 582446121371
****************************************************************************
Kayıt Tarihi : 15.11.2006 10:05:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
* http://www.trtube.com/hozan-besir-munzur-75861.html _______________________________________________________ _______________________________________________________ * 33 KURŞUN ve ORGENERAL MUSTAFA MUĞLALI OLAYI 30 Temmuz 1943 günü akşamüstü, Van’ın Özalp ilçesinde 33 Kürt köylüsü, gözaltında tutuldukları sınır karakolundan alındılar ve içlerinden 32’si kırsal bölgede kurşuna dizilerek öldürüldü. Katliamdan kurtulan tek kişi, bir taşın arkasına gizlenmiş ve cinayetleri başından sonuna kadar izlemişti. Aslında köylüler olaydan birkaç gün önce gözaltına alınmışlardır ve suçları sınırı izinsiz geçerek hayvan ticareti yapmaktır. Daha sonradan TBMM Soruşturma Komisyonu’nun saptadığına göre aslında kaçakçılıktan hisse alan bir devlet çetesi başından beri vardır. “Anlaşıldığına göre” deniliyor raporda, “İranlı çapulculara misilleme yapmak için sorumluluğu olmayan çeteler kurmak fikri şu üç kişinin kafasından çıkmış bulunmaktadır: Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Jandarma Kumandanı Yüzbaşı Vasfi Bayraktar ve Hudut Tabur Kumandanı Binbaşı Şükrü Tüter. Bu üç resmi memur söz ve fiil birliği halinde çeteyi kullanmakta ve İran hudutları içerisine sokarak hayvan talan ettirmektedirler.” Bu talan operasyonlarından birinde askerler İran sınırından içeri girip Mehmedi Mısto isimli aşiret reisinin hayvanlarını gaspettiklerinde, Mısto, önce güzellikle hayvanlarını geri ister. Aldığı yanıt: “Gelir karını da alırız” olur. Bu kez harekete geçen Mısto, sınırdan içeri girer ve hayvanlarını geri alır. Böylece aslında o gün katliam kararı alınmıştır bile. Önce olay, “Rus askerleri sınırı geçti” diye sağa sola abartılarak bildirilir. Sonra operasyon başlar ve Mısto ile birlikte 40 köylü gözaltına alınır. Ancak Özalp Sulh Mahkemesi sanıkları suçlu bulmaz ve serbest bırakır. Ancak iş bu kadarla kalmaz, artık olaya 3. Ordu Müfettişi Mustafa Muğlalı da karışmıştır. Muğlalı, 24 Temmuz günü Van’a ulaşır ve daha orada generallerle yaptıkları toplantıda bu köylülerin yeniden gözaltına alınıp öldürülmeleri kararı alınır. 25 Temmuz’da biri kadın, biri 11 yaşında çocuk, biri kıtasından izinli gelmiş muvazzaf çavuş ve biri de hava değişimli er olmak üzere 33 kişi yakalanıp Özalp polis karakoluna konulur. Bu arada, İçişleri Bakanlığı müfettişi Avni Doğan, bu kadar açık bir cinayet kararından biraz rahatsız olur ve Muğlalı ile görüşmek ister. Ancak general, bu talepleri reddeder. Daha doğrusu yine komisyon raporuna göre, Muğlalı, ‘’Memleketin çıkarı için babamı bile asarım, Avni Doğan bu işe karışmasın, onu kırbaçlarım’’ gibi bir yanıt verir. Özalp’te yanındakileri dairede bırakıp tutukluları görmeye giden Avni Doğan’dan gözaltındaki köylüler yardım istediklerinde, Şükrü Tüter, “Efendim, bunlar casusturlar, ordunun konuşunu düşmana bildiriyorlar, Harp Divanına verileceklerdir’’ diye müdahale eder. Bu cevap karşısında müfettiş işin büyüdüğünü anlar ve geri çekilir. Artık karar kesindir. Ertesi gün, Muğlalı Özalp’tan ayrılır ve geride bir yazılı emir bırakır. Emir aynen şöyledir: “Van Mıntıka Komutanlığına 1. Özalp mıntıkasındaki teftişlerimde Özalp hudut mıntıkasını çok iyi tanıyan ve sık sık memleketimiz içlerinde çapulculuk yapan aşiretler hakkında çok iyi bilgi sahibi oldukları anlaşılan ilişik listede isimleri yazılı kişilerin çeşitli gruplar halinde, subay ve erlerin beraberliğinde hudut mıntıkasına götürülerek kendilerinden esaslı bilgi alınmasını ve İran hududunun gizli ve çapulcuların görünmeden gelmesine elverişli yol ve patikaların öğrenilmesini çok faydalı buluyorum. 2. Bu adamların her ne kadar görevi yerine getireceklerine söz vermelerine rağmen sözlerinden dönmeleri ve fırsat bulurlarsa kaçmaları her an olanaklı bulunduğundan müfrezelerin çok uyanık bulunmaları gereğinin müfreze komutanlığına bildirilmesini, şayet bu hale cüret edenler ve erlerin silahlarını almak amacıyla üzerlerine saldıranlar bulunduğu takdirde derhal silah kullanılmasının hiçbir zaman unutulmamasını önemle rica ederim.” Bu, kesin bir öldürme emridir. Gerçekten de 33 Kürt köylüsü karakoldan alınıp Çilli Gediği denilen bölgeye getirildiklerinde karar uygulanır ve biri dışında tümü kurşuna dizilir. 'Baktı otuz üçten biri Karnında açlığın ağır boşluğu Saç, sakal bir karış Yakasında bit Baktı kolları vurulu Cehennem yürekli bir yiğit Bir garip tavşana Bir gerilere.' Daha sonra da kaçarken vuruldukları yolunda tutanak düzenlenir. Orgeneral Mustafa Muğlalı ise Genelkurmay Başkanlığı’na raporunu şöyle yazmaktadır: “Özalp mıntıkasındaki teftişimde, Özalp mıntıkasını çok iyi tanıyan ve İran topraklarında akrabaları olup sık sık memleketimiz içinde çapulculuk yapan aşiretler hakkında çok iyi bilgi sahibi oldukları anlaşılan kişilerin, çeşitli gruplar halinde hudut mıntıkasına götürülerek esaslı bilgi alınması ve İran hududunun gizli ve çapulcuların görünmeden hududumuza girmelerine elverişli yolların öğrenilmesini ve bu mıntıkada öteden beri meydana gelen çapulculuk olaylarının önlenmesi bakımından çok faydalı buldum. Emir üzerine subay komutasında çeşitli gruplar halinde hudut mıntıkasına sevk edilen 32 kişi Çilli Gediği mıntıkasına götürülmekteyken, hududumuz dışında gruplar üzerine ani olarak açılan ateşle beraber bir kısmı korunmalarına memur edilen süvarilerin hayvanlarını almaya ve diğer bir kısmı da hududu geçerek kaçmaya teşebbüs etmişlerse de, derhal silah kullanmak zorunda olan muhafızlarla, hududun dışından açılan ateş arasında kalan ve kısmen hududun dışına çıkmayı başaran kişilerin çarpışma sonucunda, firarlarına meydan verilmeden tamamen imha edildiklerinin tahmin edildiği; çarpışma gruplarının birine komuta eden subayın elinden yaralandığını ve grupların görevlerini çok iyi bir surette yaptıklarını Van Mıntıka Komutanlığı’nın bilgilerine atfen arz ederim.” Oysa TBMM Komisyonunun raporunda olay şöyle özetlenir: “30 Temmuz 1943 Cuma günü sabahleyin nezarette bulunan 30 sivil ve iki asker dışarı çıkarılmış elleri arkalarına ve kişiler birbirlerine iplerle bağlanmak suretiyle adı geçen iki teğmenin komutasındaki takımın önüne; katılarak Çilli Gediği yönünde sevk edilmişlerdir. Bu sırada zaten öldürüleceklerini bilen elleri bağlanan mağdurların yalvarıp yakarmaları, feryadı figanları çok yürekler acısı bir sahnedir. Kafile Çilli Gediğine geldiğinde ikiye ayrılmış, işaret mangasının havaya ateş etmesi üzerine, iki teğmen emirlerindeki mangalara ateş emrini vermişler erler piyade tüfekleri ve hafif makineli tüfeklerle 32 masum vatandaşı yaylım ateşi altına alarak katletmişlerdir. Bundan sonra yine Şükrü Tüter’in evvelce verdiği sözlü emir gereğince mağdurların üzerleri aranıp para ve saatleri gaspedilip kişilere dağıtılmıştır.” Daha sonradan; o süreçte ordunun oligarşi içindeki yeri ve konumunun, bugünkü düzeyinden oldukça uzakta olmasının da etkisiyle, biraz da Demokrat Parti’nin popülist politikaları sonucu başlatılan yargılamalarda, 1950’lerin başında Muğlalı idam cezasına çarptırıldı ve bu ceza 20 yıl hapse çevrildi. 1951 yılında cezası infaz edilirken kalp krizi geçiren General Muğlalı cezaevinde öldü. Böylece sömürgeciliğin tarihindeki en kanlı olaylardan birinin üstü de kapanmış oldu. Bu olayda katledilen köylülerin çocukları ve torunları hala aynı köyde yaşamaktadırlar. Geçtiğimiz yıllarda Özalp merkez kışlasının adı bir kararname ile MUSTAFA MUĞLALI KIŞLASI olarak değiştirildi. Devlet-i Alimiz burada yaşayanlara bu olayı unutturmamak için hala elinden geleni yapıyor. Olayda katledilenlerin çocukları torunları bu ismin buraya verilmesini büyük tepkiyle karşıladılarsa da karar aynen uygulandı...
