Nesrin Ay - Hakkında Yazdığı Tanıtım Yazısı


Nesrin Ay             ...
Üç evresi var her şeyin...
Doğdun, büyüdün, öldün...
Merhaba, seni seviyorum, bitti...
... evresi var hayatın...
            ...



'''Benden önce zaman yoktu/ Benden sonra da olmayacak/ zaman benimle başladı/ ve benimle son bulacak' (Daniel Von Czepko)






Benden sonra tufan edebiyatının yaratıcılarının(!) düştüğü yer, alışkanlıkların ve kolayın dar cenderesidir. insan, alışkanlığın ve kolayın çocuğudur. ilkin kendi içindeki çocuğa yabancıdır.


Alışkanlığın ve kolayın yarattığı insan, kendi içindeki çocuğa tahammül ve sabır göstermez... Çocuktur bu, dur durak bilmez, 'büyük' sözü pek dinlemez... Sabahın alaca karanlığıydı, ama yıldızlar kaybolmamıştır. Çalıştığı fabrikaya giden annenin elinden tuttuğu çocuk umarsız bir tavırla, yüz ifadesiyle hep ağaçlara, göklere bakıyordu. Çocuğun beyninde ve yüreğinde doğallık vardı. Sadece bakmıyor, görüyordu da... İşine yetişmenin telaşıyla, bin bir sorunun yarattığı kafa ve ona bağlı gözlerle yürüyen anne, iki de bir 'avare' çocuğun ellerini çekiştiriyordu. Biraz da canı acıyan çocuk iç direncini sürdürüp 'Anne yıldızlara bak ne güzel!' diyordu alışkanlıkların ve dayatılan günlük yaşamın cenderesinde ufalan anneye... Yabancılaşmayı dayatan 'dünyanın' bize verdiği en büyük hediye, at gözlükleridir. Evrene, dünyaya ve doğaya sadece o gözlüklerin elverdiği, gösterebildiği kadarıyla bakabilirsin... Çocukla beraber yıldızlara bakmak, onların doğuşunu, batışını anlatmak 'zorluğu' yerine, çocuğu çekiştirmenin kolaylığına sığınıyordu anne. Yaşımız, başımız ne olursa olsun, içimizde hep bir çocuk yaşar. Ki o çocuk alışkanlıkların ve kolayın sersemleticiliğinin, darlığının esiri, kölesi değildir. O çocuk evren ve dünyamızın düş kurucusudur, özgürdür. 'Herkes düşlerinin büyüklüğü kadar özgürdür' gibisinden tehlikeli düşüncelere sahiptir.  

Yabancılaşmış, yabancılaştığımız dünyada zaten en büyük suç düş kurmak değil midir? İçimizdeki yetişkin düşleri, müşleri pek-hatta hiç-sevmez, çocuğa hep telkinlerde bulunur. Hele de düş kurmak gibi bir israfı çok anlamsız bulur. Çocuk diretti mi, paylar, azarlar, paylar, hatta beşkardeşi okkalı bir tarzda yapıştırır çocuğun yanağına ya da poposuna... Alışkanlığın ve kolayın yoldaşı içimizdeki yetişkin, çocuğun -ve hele de dişiyse- egemenliğinden korku duyar... Öyle ya, bir kez daha düşünün, alışkanlığın ve kolayın teslim alamadığı çocuk özgürlüğe alışıktır, ve sizi de oraya doğru sürükleyecektir. Sürükleneceğiniz yerde de sizi alışkanlıklar, kolaylar değil, 'kaybolma', 'hapishane', 'işkence', 'yargısız infaz' gibi öcüler bekliyordur. Aldırış etmeyin içinizdeki çocuğun dürtüklemelerine... Yetişkinliğinizin verdiği egemenlik ve otoritenize sığının ya da alışkanlığın ve kolaylığın karanlığına... Bakmayın, dinlemeyin içinizdeki çocuğun zırlamasına, sızlanmasına... Gerekirse basın tokadı... Sen O'nu -çocuğu- tokatlamadın mı, birileri seni tokatlar... Boş verin öyle düş kurmak, yıldızlara bakmak gibi moktan, acaip şeyleri, adam olun adam (içinizdeki yetişkin gibi) ...

'Karanlıkta ışığın parlıyor./ Nereden geliyor bilmiyorum./ Çok yakındaymış gibi görünüyor,/ oysa o kadar uzak ki... Bilmiyorum adın ne/ ne olursan ol;/ Parla - parla küçük yıldız! (Bir İrlanda çocuk şarkısından)

Dip not: İçimdeki Çocuğa... Artık ses ver/ 'Sobe' yok/ Saklanbaçta ne derdik sahi/ belki de gelemeyeceğim/ SON BULUSMAYA...''
 

(Alıntı)