Bir çocuğa son paranızla alıp verdiğiniz çikolatanın yere düşmesidir...
bir pazar günü bir aileyi uzaktan izlerken aile reisinin gelip sizden fotoğraf çekmenizi istemesidir...
dünyada insanlar açlıktan ölürken yediğiniz yemekten utanmanızdır...
kimsenin gelmediği bir adada, kimsenin gelmeyeceğini bile bile beklemektir...
gecenin en güzel saatlerinde ayın yansımasını demir parmaklıklar arasında izlemenizdir...
Nöbette beklerken size sıkılan kurşunla yere yığıldığınızda, elinizin sevdiğinizin vermiş olduğu mendile gitmesidir....
Çöp kutusundan bulduğunuz atıl bir oyuncak arabayı akşam çocuğunuza getirmektir...
Yaşlı bir insanın yıllardır yaşadığı eşini kaybettiği halde çocuklarına destek olmasıdır...
hüzün; bir kaybedişe gülümseyiştir, hüzün; hayatın güzelliğini görmektir en büyük acılar içinde, hüzün; peş parasız sokaklarda gezerken cebindeki son parayla aldığı ekmek arası döneri bir kediyle paylaşmaktır...
Padişah, bir iki vezirini ve diğer erkânından bir kaç kişiyi yanma alarak payitahta (başkente) yakın yerleşim merkezlerinde bir gezintiye çıkmıştı. Payitahttan ayrılıp birkaç saatlik yol katettikten sonra, yol üzerindeki bir nar bahçesinin kıyısında dinlenme molası verdiler. Olgunlaşmış, tam kıvamını bulmuş olan narlar insanın iştahını kabartıyordu. Padişah bahçe içinde çalışmakta olan yaşlı bir adamı yanma çağınp sordu: 'Bu güzel nar bahçesi kimin?' 'Bu nar bahçesi benimdir efendim, babamdan miras kaldı.' 'Oğlun, uşağın var mı?' 'ALLAH bize oğul uşak vermedi efendim, bir kan kocadan ibaret iki kişilik bir aileyiz.' 'Peki, ben de bu ülkenin hükümdanyım, şuradan bir nar şerbeti sıksan da içsek.' İhtiyar, 'Baş üstüne!' dedi ve hemen gidip bahçe içindeki kulübeden kalaylı, tertemiz bir tas getirdi. En yakındaki ağaçtan iki nar kopardı ve sıktı. İki nar tam bir tası doldurdu. Padişah içti ve çok beğendi. Bütün vücuduna bir zindelik ve ferahlık yayılmıştı. İhtiyar çiftçi padişahın beraberindeki herkese sırayla nar şerbeti ikram etti. Padişah ve adamları bedenlerinin kazandığı bu zindelikle biraz yol almak için ihtiyara veda edip yola koyuldular. Yolda şeytan, padişahın kafasını karıştırmaya başladı. 'Madem birer ayakları çukurda olan bu yaşlı karı kocanın mirasçıları yok, ne yapacaklar böyle güzel nar bahçesini? Karşılığında birkaç kuruş verip de bu bahçeyi ellerinden alayım.' diye düşündü. Padişah ve adamları akşama doğru geri dönerlerken aynı bahçenin yanında yine konakladılar. Padişah ihtiyardan bir tas daha nar şerbeti yapmasını istedi. İhtiyar sabahki kadar candan ve gönülden olmasa da bir tas nar şerbeti yapıp sundu. Fakat padişah bu defa nar şerbetinin tadını pek beğenmedi. Sabahkine hiç benzemiyordu. Sordu:'Baba ne oldu böyle, bu nar şerbeti sabahki ile aynı nardan değil mi? Bunun tadı hiç de hoş değil.' 'Aynı nardan evlat! Aslında tadında da bir değişiklik yok, asıl değişen sizin kalbiniz. Tebaanızın malına göz koydunuz, bunun için de narların tadı değişti.'
Hüzün nedir bilir misiniz?
Bir çocuğa son paranızla alıp verdiğiniz çikolatanın yere düşmesidir...
bir pazar günü bir aileyi uzaktan izlerken aile reisinin gelip sizden fotoğraf çekmenizi istemesidir...
dünyada insanlar açlıktan ölürken yediğiniz yemekten utanmanızdır...
kimsenin gelmediği bir adada, kimsenin gelmeyeceğini bile bile beklemektir...
gecenin en güzel saatlerinde ayın yansımasını demir parmaklıklar arasında izlemenizdir...
Nöbette beklerken size sıkılan kurşunla yere yığıldığınızda, elinizin sevdiğinizin vermiş olduğu mendile gitmesidir....
Çöp kutusundan bulduğunuz atıl bir oyuncak arabayı akşam çocuğunuza getirmektir...
Yaşlı bir insanın yıllardır yaşadığı eşini kaybettiği halde çocuklarına destek olmasıdır...
hüzün; bir kaybedişe gülümseyiştir, hüzün; hayatın güzelliğini görmektir en büyük acılar içinde, hüzün; peş parasız sokaklarda gezerken cebindeki son parayla aldığı ekmek arası döneri bir kediyle paylaşmaktır...
Hüzün nedir biliyormusunuz; 16. kattan aşağıya atladığınızda yüzünüzdeki gülümsemenin kaldırımda çıkmasıdır...
Padişah, bir iki vezirini ve diğer erkânından bir kaç kişiyi yanma alarak payitahta (başkente) yakın yerleşim merkezlerinde bir gezintiye çıkmıştı.
Payitahttan ayrılıp birkaç saatlik yol katettikten sonra, yol üzerindeki bir nar bahçesinin kıyısında dinlenme molası verdiler. Olgunlaşmış, tam kıvamını bulmuş olan narlar insanın iştahını kabartıyordu.
Padişah bahçe içinde çalışmakta olan yaşlı bir adamı yanma çağınp sordu:
'Bu güzel nar bahçesi kimin?'
'Bu nar bahçesi benimdir efendim, babamdan miras kaldı.'
'Oğlun, uşağın var mı?'
'ALLAH bize oğul uşak vermedi efendim, bir kan kocadan ibaret iki kişilik bir aileyiz.'
'Peki, ben de bu ülkenin hükümdanyım, şuradan bir nar şerbeti sıksan da içsek.'
İhtiyar, 'Baş üstüne!' dedi ve hemen gidip bahçe içindeki kulübeden kalaylı, tertemiz bir tas getirdi.
En yakındaki ağaçtan iki nar kopardı ve sıktı. İki nar tam bir tası doldurdu. Padişah içti ve çok beğendi. Bütün vücuduna bir zindelik ve ferahlık yayılmıştı. İhtiyar çiftçi padişahın beraberindeki herkese sırayla nar şerbeti ikram etti.
Padişah ve adamları bedenlerinin kazandığı bu zindelikle biraz yol almak için ihtiyara veda edip yola koyuldular.
Yolda şeytan, padişahın kafasını karıştırmaya başladı.
'Madem birer ayakları çukurda olan bu yaşlı karı kocanın mirasçıları yok, ne yapacaklar böyle güzel nar bahçesini? Karşılığında birkaç kuruş verip de bu
bahçeyi ellerinden alayım.' diye düşündü.
Padişah ve adamları akşama doğru geri dönerlerken aynı bahçenin yanında yine konakladılar. Padişah ihtiyardan bir tas daha nar şerbeti yapmasını istedi.
İhtiyar sabahki kadar candan ve gönülden olmasa da bir tas nar şerbeti yapıp sundu. Fakat padişah bu defa nar şerbetinin tadını pek beğenmedi. Sabahkine
hiç benzemiyordu.
Sordu:'Baba ne oldu böyle, bu nar şerbeti sabahki ile aynı nardan değil mi? Bunun tadı hiç de hoş değil.'
'Aynı nardan evlat! Aslında tadında da bir değişiklik yok, asıl değişen sizin kalbiniz. Tebaanızın malına göz koydunuz, bunun için de narların tadı değişti.'