Merhaba Sevgili/Dostum Sana kaçıncı kez yazıyorum biliyormusun, ben hatırlamıyorum da. Öylesine yorgunum ki, masamda duran 'yarımlara' aldırmıyorum bile. Ama seni istiyorum. Çünkü, anlıyorsun beni. Çünkü sezebiliyorsun, kelimelerin cümle içindeki ahengini, sarsmayarak, rakslarını selamlıyorsun. Aslında sana çok şey yazmam, belki de saygısızlık, çünkü biliyorum, birşey söylemek için, birşey söylemek yetiyor sana. Seninle olmak istedim, belki de, birşey söylemek için herşeyi söylemekten kaçıyorum herşeyin'hiçbirşey' olmasından... belki de Raskolnikov'un tek şahidiydim gece karanlığında, baltanın keskin ucu, Sokrates'lerin boynunda ışıldarken, sürgünlerdeydi gönlüm, daha 15 yaşın romatizmalarıyla titrerken yatakta biraz erken sevmiştim belki bir-az geçti, kucağımda kuruttuğum güller hani tek suçlu da ben değildim diyorum, Ağustos sıcağında randevu veren gözlerine, tek günahkar ben değildim elbet, Ganj nehrini kirleten, her ne kadar günahım çok olsa da...
Ve Godot'ya sarılırken, nedendir bilmem, hep titrerdim, sana sarılırken de, bekliyordum beklemesine ya, gelmeyeceğini bile bile karşı tepelerden lodos mu esiyordu, bilmem, başımda sevda yeli mi, ama bil ki, kahrolası gönlüm, ben artık üşüyorum....
Ya geç kalmalarım, Musa'nın arkasından Kızıl Deniz'i geçerken, olmadık mısralar dökülüverdi dilimden. Halbuki Musa, beni sevenlerr ardımdan gelsin diyordu, benim gözlerim ta piramidlerin ucundaki ufku yakalıyordu, toz dumana karışıyordu ya, gelen senmi(ydin) , bilmem, yoksa Nil'de 'boğulan' ben mi?
Ve son gördüğümde seni, belki bir ağıttım, belki bir hıçkırık, düğüm düğüm elveda diyen boğazlarda ve elveda derken sana, inan belki de, son şarkımı söylüyordum Endulus'te Ela gözlerim doldu karanlıkla göz göze diz dize oturduğum akşamlarda hasretin ela hasretin bu gece yalnızlığında yine beni buldu. o gün yalnızlığın akşam kefenine girdiği saatlerde ve her gece görücüye çıkarken ölümlere usulca uzat yanağını ama usulca öylesine bir akşam de bir an dur ve bakın...
Ve Monaliza ve bana gülümseyen yalnız kız, hiç sormadım adresini. Biliyordum, sonbahar gelmemişti kapılarıma, ikinci bahar hiç gelmeyecekti ve yine sen gelmeyecektin, yokluğun gölgesine düşlerde bile ah Monaliza, sonsuzluk şarkıları söylenmiyor şimdi...
Genç Warter, ikinci hayatı seçmeseydi bir gece yarısı, bir gece yarısı en son şiirini yazmasaydı, belki de düşlerimde yalnız kalmayacaktım belki de, (kimbilir) genç Warter'i asan ipi, yalnız aramayacaktım ah, bilemezsin, kalem tutan ellerimden sarı tütün içtiğimi, bilemezsin, her güneş doğduğunda, kendimden geçtiğimi...
Ve mızraklarımız göğü delerken, en son sefer demiş, ne de sevinmiştim, kapını çalmaya gelirken, unutmuşum meydanlarda 'öldüğümü' unutmuşum Monaliza'nın bir ölüye son defa güldüğünü...
Ve yine gözlerim yaşlı, son mektubunu tekrar tekrar okurken, ilk mektubundu zaten, hepsi bu. Ferhat delmeseydi dağları, çölleri hiç bilmeseydi Mecnun, yine ben bilirdim elbette, bu çocuksu halimle yine de sevilirdim. Ağlama diyemiyorum kendime ama, artık sen ağla mutluluk bu, belki bir kuş kanadında gelir, belki de bir tan vakti kapılarında...
Ve yine Grnata, ellerinden tutulmuş masum bebeler ve yollara 'dökülmüş' 'yalnız' anneler. Ama bir çocuk masumluğu ile değil artık ağlayışları. Neyse, biliyormusun, önceki gece karlar yağdı Ankara'ya. Once, gökyüzü pamukcuklarla doldu sonra yeryüzü, gözlerimde soldu bir bir akşamlar. Yunuslar ne 'haldedir' bir bilsen, akşam güneşine doğmuş gözleri, ihtirasla öpmüşler o gün denizi, kavrulmuş dudaklarıyla, okumuşlar denizin kulağına şarkımızı...
Söylesene, hangi sevginin ah çekişine yürüyorsun bu gece vakti. Uykuların neden bölünüyor. Kahırlarımla dopdoluyum. Karanlık(lar) da, bir ayak sesiyaklaşırsa arkandan, ne olur korkma, o giden bendim ama bak şimdi dönüyorum.
Kahırlarım, sana, ne bana, bir gül tutmasını, öğretmeyenlere....
Şimdi yeryüzü dondu. Ve herkes kayıp. Ben de ayrılıyorum, gözlerim ağrıyor. Ama lütfen kızma, ayrılsam da, uzaklara değil, aslında hep seninleyim. Çünkü dünya kurulalı da, zaten ikimiz vardık....
.
Merhaba Sevgili/Dostum
Sana kaçıncı kez yazıyorum biliyormusun, ben hatırlamıyorum da.
Öylesine yorgunum ki, masamda duran 'yarımlara' aldırmıyorum bile.
Ama seni istiyorum. Çünkü, anlıyorsun beni. Çünkü sezebiliyorsun,
kelimelerin cümle içindeki ahengini, sarsmayarak, rakslarını
selamlıyorsun. Aslında sana çok şey yazmam, belki de saygısızlık,
çünkü biliyorum, birşey söylemek için, birşey söylemek yetiyor sana.
Seninle olmak istedim,
belki de,
birşey söylemek için
herşeyi söylemekten kaçıyorum
herşeyin'hiçbirşey' olmasından...
belki de
Raskolnikov'un tek şahidiydim
gece karanlığında,
baltanın keskin ucu,
Sokrates'lerin boynunda ışıldarken,
sürgünlerdeydi gönlüm,
daha 15 yaşın romatizmalarıyla titrerken yatakta
biraz erken sevmiştim belki
bir-az geçti,
kucağımda kuruttuğum güller
hani tek suçlu da
ben değildim diyorum,
Ağustos sıcağında
randevu veren gözlerine,
tek günahkar
ben değildim elbet,
Ganj nehrini kirleten,
her ne kadar
günahım çok olsa da...
Ve Godot'ya sarılırken,
nedendir bilmem,
hep titrerdim,
sana sarılırken de,
bekliyordum beklemesine ya,
gelmeyeceğini bile bile
karşı tepelerden
lodos mu esiyordu,
bilmem,
başımda sevda yeli mi,
ama bil ki,
kahrolası gönlüm,
ben artık üşüyorum....
Ya geç kalmalarım, Musa'nın arkasından Kızıl Deniz'i geçerken, olmadık mısralar dökülüverdi dilimden. Halbuki Musa, beni sevenlerr ardımdan gelsin diyordu, benim gözlerim ta piramidlerin ucundaki ufku yakalıyordu,
toz dumana karışıyordu ya,
gelen
senmi(ydin) ,
bilmem,
yoksa
Nil'de 'boğulan'
ben mi?
Ve son gördüğümde seni, belki bir ağıttım, belki bir hıçkırık, düğüm düğüm elveda diyen boğazlarda ve elveda derken sana, inan belki de, son şarkımı söylüyordum Endulus'te
Ela gözlerim doldu
karanlıkla göz göze diz dize
oturduğum akşamlarda
hasretin ela hasretin
bu gece yalnızlığında yine
beni buldu.
o gün
yalnızlığın akşam kefenine girdiği saatlerde
ve her gece görücüye çıkarken
ölümlere
usulca uzat yanağını
ama usulca
öylesine bir akşam de
bir an dur ve bakın...
Ve Monaliza ve bana gülümseyen yalnız kız, hiç sormadım adresini.
Biliyordum, sonbahar gelmemişti kapılarıma, ikinci bahar hiç gelmeyecekti
ve yine
sen gelmeyecektin,
yokluğun gölgesine
düşlerde bile
ah Monaliza,
sonsuzluk şarkıları söylenmiyor şimdi...
Genç Warter, ikinci hayatı seçmeseydi bir gece yarısı, bir gece yarısı en son şiirini yazmasaydı,
belki de
düşlerimde yalnız kalmayacaktım
belki de, (kimbilir)
genç Warter'i asan ipi,
yalnız aramayacaktım
ah,
bilemezsin,
kalem tutan ellerimden
sarı tütün içtiğimi,
bilemezsin,
her güneş doğduğunda,
kendimden geçtiğimi...
Ve mızraklarımız göğü delerken,
en son sefer demiş,
ne de sevinmiştim,
kapını çalmaya gelirken,
unutmuşum
meydanlarda 'öldüğümü'
unutmuşum
Monaliza'nın
bir ölüye
son defa güldüğünü...
Ve yine gözlerim yaşlı, son mektubunu tekrar tekrar okurken, ilk mektubundu zaten, hepsi bu. Ferhat delmeseydi dağları, çölleri hiç bilmeseydi Mecnun, yine ben bilirdim elbette, bu çocuksu halimle
yine de sevilirdim.
Ağlama diyemiyorum
kendime ama,
artık sen ağla
mutluluk bu,
belki bir kuş kanadında gelir,
belki de
bir tan vakti kapılarında...
Ve yine Grnata, ellerinden tutulmuş masum bebeler ve yollara 'dökülmüş' 'yalnız' anneler. Ama bir çocuk masumluğu ile değil artık ağlayışları.
Neyse, biliyormusun, önceki gece karlar yağdı Ankara'ya.
Once,
gökyüzü pamukcuklarla doldu
sonra yeryüzü,
gözlerimde soldu bir bir akşamlar.
Yunuslar ne 'haldedir'
bir bilsen,
akşam güneşine doğmuş gözleri,
ihtirasla öpmüşler
o gün denizi,
kavrulmuş dudaklarıyla,
okumuşlar
denizin kulağına şarkımızı...
Söylesene, hangi sevginin ah çekişine yürüyorsun bu gece vakti. Uykuların neden bölünüyor. Kahırlarımla dopdoluyum. Karanlık(lar) da, bir ayak sesiyaklaşırsa arkandan, ne olur korkma, o giden bendim ama bak şimdi dönüyorum.
Kahırlarım,
sana,
ne bana,
bir gül tutmasını,
öğretmeyenlere....
Şimdi yeryüzü dondu. Ve herkes kayıp. Ben de ayrılıyorum, gözlerim ağrıyor. Ama lütfen kızma, ayrılsam da, uzaklara değil, aslında hep seninleyim.
Çünkü dünya kurulalı da, zaten ikimiz vardık....