Mustafa CEYLAN
Evet merhaba! Can kardeşlerim selam ve saygılar size...
Nasılsınız bakalım?
İnşallah iyisinizdir?
Sevgili Dostlarım; bugün sizlerle EDEBİ SANATLAR konusunu ele almaya çalışacağız.
Önce, edebi sanatların en ilgi çekenini ve bana göre en hoşuma gideni olan MECAZ' ı sizlere anlatmaya çalışayım.Hani GÜL dediğinizde, bu GÜL kelimesinin o güzel renkli GÜL bitkisini, yada kahkaha atmak, gülmek anlamına geldiğini veyahut hani Osman Emmi'nin kızı Gül vardı ya, onun adı olduğunu ve böylece sadece bir kelimenin GÜL kelimesinin yazılışının aynı olmasına rağmen bir çok anlamının bulunduğunu, kullanıldığı cümledeki yer ve konuma göre değişik anlamlar kazandığını görüyoruz, değil mi?
a. Mecaz:
Kelime veya kelime gruplarını bilinen ilk anlamından başka bir anlamda kullanmaya mecaz denir. Mecaz edebî eserlerde kullanıldığı gibi zaman zaman günlük konuşmalarda da kullanılır. Mesela 'yüreksiz' kelimesi 'korkak' manasında kullanıldığı zaman mecaz sanatı yapılmış olur.
Şayet, kelimeye kazandırılan anlam ile asli anlam arasında bir benzerlik var ise bu mecaz; hiç bir ilgi yok ise 'mecaz-ı mürsel' adını alır. Akif'in ' Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal' mısraındaki 'hilâl' kelimesi ile Türk bayrağı kastedildiği için mecaz-ı mürsel sanatı yapılmıştır. “Ankara bu konuda kararlı.” Cümlesinde kararlı olan Ankara değil, Ankara’daki hükûmettir. Bir ilgi dolayısıyla Ankara kelimesi hükûmet anlamında kullanılmıştır.
Mecaz kelimesi sözlükte gelip gidilen, geçilen yol; geçilmesine izin (cevaz) verilen sınır ve gerçeğin zıddı anlamlarındadır.
Bir edebî terim olarak ise mecaz, bir kelimenin gerçek anlamlarında kullanılmayıp, benzetme maksadı yada bir şeyle benzetme ilgisinin başka anlamlarda kullanılmasıdır.
Kelimelerin mecâzî anlamlarında kullanılmaları duygu ve hayali şahlandır, sözün etkisini arttır. En çok da şairlerimiz mısralarına bu yolla şekil vermeye çalışırlar.
Böylece de mecaz kullanımı sayesinde bir konunun daha iyi kavranması yada kavratılması sağlanır.
Mecaz, başlı başına bir edebî sanat olmaktan ziyade, teşbîh, istiâre, kinâye, mecâz-ı mürsel vb. gibi değer bazı sanatların ortaya çıkmasına yardımcı olur.
Bir diğer ifadeyle bu tür sanatlarda mecâzî anlamda kullanılmış bir kelime olacağından burada ağırlıklı olarak vurgulanan, tespit edilen sanata ilaveten mecaz sanatı da vardır.
Mesela:
Bir babanın oğluna “aslanım” demesinde istiâre sanatı vardır. Zira iki unsur arasında bir benzetme ilgisi (ilişkisi) ve maksadı vardır ve bu unsurlardan sadece biri mevcuttur. Ayrıca mevcut olan unsur (aslan-kendisine benzetilen) mecâzî anlamda kullanılmıştır, geçek anlamda kullanılmalarına imkân yoktur. Burada mecâzî anlamda kullanılan “aslan” kelimesi ile yerine kullanıldığı “oğul” arasında bir benzetme ilgisi ve maksadı vardır.
Şayet,bir kelime mecâzî anlamda kullanılmış ve bu kullanımda yerine kullanıldığı kelime ile arasında bir benzetme, benzerlik ilgisi, ilişkisi yada maksadı varsa orada gerçek mecaz sanatı var demektir. Bu tip mecazlar sadece mecaz diye de anılırlar ve mecaz-ı mürselden farklıdırlar.
Mehtâp her gece yeri, semâları dolaştı; gümüşlerini manzaralar üstüne döktü.
Burada gerçek mecaz sanatı vardır zira;
1. Gümüş kelimesi gerçek anlamının dışında mecâzî anlamda kullanılmıştır. Buradaki gümüşleri ile ayın parlak hâlinden saçılan ışıklar kastedilmiştir.
2. Dolayısıyla ayın parlak hâlinden saçılan ışıklar gümüşlere benzetilmiştir. Yani saçılan ışıklar ile yerlerine kullanılan ve mecaz yapılan gümüş (ler) arasında bir benzetme ilişkisi (benzetme ilgisi) ve maksadı vardır.
1- Benzeyen: mehtabın saçılan ışıkları (yok)
2- Kendisine benzetilen: gümüşler (var)
Mecazı (gerçek mecazı) , mecaz-ı mürselden ayırmada dikkat edeceğimiz en önemli husus bu benzetme ilgi ve maksadını tespit etmektir. Şayet böyle bir ilgi ve maksat var ise orada istiâre sanatı vardır ve bu sanatın olduğu yerde ise mecaz-ı mürselin olması imkânsızdır.
b. Teşbih:
Benzetme sanatıdır, sözün anlamını kuvvetlendirmekte kullanılır.
Aralarında ilgi kurulabilen iki şeyden, ilgili oldukları konuda zayıf olanın kuvvetliye benzetilmesine teşbih denir.
Tam bir teşbihte dört unsur vardır:
(Aslan gibi kuvvetli çocuk) cümlesinde mesela;
1.Benzetilen: Aslan
2.Benzetme edatı: Gibi
3. Benzetme yönü: Kuvvetli
4.Benzeyen: Çocuk
Evet, can dostlarım; bir de 'Teşbih-i Beliğ var, size ondan da bahsedeyim olmaz mı? Teşbih-i Beliğ demek, 'En güzel şekilde söylenmiş teşbih, yani benzetme; adı üstünde BELİĞ-GÜZEL demektir.
Bana göre başarılı bir ŞİİR' de GİBİ, KADAR, SANKİ,NİTEKİM, ADETA gibi kelimeler, yani benzetme edatları bulunmaz. Benzetme edatları olan GİBİ, KADAR, SANKİ vb leri BENZETME YÖNÜ'nü blirleyen edatları içinde bulundurmayan teşbih'e TEŞBİH-İ BELİĞ denir.
Şimdi konunun biraz daha derinliğine inelim. Olmaz mı?
Teşbîh sanatında en az iki, en fazla dört öge bulunur demiştik.
Yapılan teşbîhde bu ögelerin bulunup bulunmamalarına göre teşbih, bazı isimler alır.
Bu dört benzetme ögesi (erkân-ı teşbîh, teşbîhin rükunları, ögeleri) şunlardır:
1- Benzeyen (müşebbeh, teşbîh edilen, benzetilen) : Birbirine benzetilen şeylerden nitelik bakımından güçsüz olanıdır.
2- Kendisine Benzetilen (Müşebbehünbih, kendisine teşbîh edilen, benzetmelik) : Birbirlerine benzetilen şeylerden nitelik bakımından daha üstün ve güçlü olanıdır.
3- Benzetme Yönü (Vech-i Şebeh) : benzeyen ve kendisine benzetilen arasındaki ortak noktadır. Zaten benzetme bu ortak noktayı belirtmek için yapılır. (Ancak bu ortak nokta her zaman vurgulanarak zikredilmeyebilir.)
4- Benzetme Edatı (Edat-ı Teşbîh) : Benzeyen ve kendisine benzetilen arasında benzetme ilgisi kuran kelime veya ektir. Teşbîhte genellikle şu kelime yada ekler benzetme edatı olarak kullanılır:
Âdetâ, andırır, benzer, bigi, çü, çün, gibi, gûnâ, gûne, gûyâ, gûyiyâ, kimi, mânend, meger ki, misal, misillü, misl, nitekü, nitekim, sanki, sıfat (gül- sıfat) , tek, tıpkı, -asâ, -vâr, -veş vb.
Aşağıdaki örnekte benzetme ögelerini topluca görebilmekteyiz.
Durmuş zaman gibiydi geçmeyen zaman.
Yahyâ Kemâl
1- Benzeyen (benzetilen, müşebbeh) : zaman
2- Kendisine benzetilen (mişebbehünbih) : durmuş saat
3- Benzetme yönü (Vech-i şebeh) : durup geçmemek, ilerlememek, durmuş
4- Benzetme edatı (edat-ı teşbîh) : gibiydi
Bu örnekte geçmeyen zaman durmuş bir saate benzetilmektedir. Bu mısrada kullanılan kelimelerin tamamı gerçek anlamlarında kullanılmıştır. Bununla birlikte “durup geçmeyen zaman” gerçekten durmuş bir saat değildir. Mecâzî bir benzerlik söz konusudur. Yani kelimeler gerçek anlamlarında kullanıldıkları halde meydan getirdikleri anlam bütünlüğü mecâzî bir yapı kazanır. Bu örnekte, şair kendi ruh sıkıntısından doğan zamanın bir türlü geçmeyişini, durmuş bir saate benzeterek okuyucu üzerindeki etkiyi arttırmaya çalışmıştır.
TEŞBÎH ÇEŞİTLERİ: Benzetme ögelerinden (erkân-ı teşbîhten) birisinin yada birkaçının kullanılıp kullanılmamaları açısından yaygın tarife göre dört türlü teşbîhten söz etmek mümkündür.
1- Mufassal Teşbîh (Teşbîh-i Mufassal, tafsilatlı, ayrıntılı teşbîh) : Benzetme ögelerinin tümünün bulunduğu teşbîhe mufassal teşbîh denir.
Ali aslan gibi cesurdur.
1- Benzeyen-benzetilen: Ali
2- Kendisine benzetilen: aslan
3- Benzetme yönü: cesaret
4- Benzetme edatı: gibi
Meltem’ in gözleri deniz rengi gibi masmavidir.
1- Benzeyen: Meltem’ in gözleri
2- Kendisine benzetilen: deniz rengi
3- Benzetme yönü: masmavilik
4- Benzetme edatı: gibi
Bir güzel yırtıcı kuş gözleri gördüm, baktım
Som mücevher gibi kan kırmızı tırnaklarına
Yahyâ Kemâl
1- Benzeyen: tırnaklar
2- Kendisine benzetilen: som mücevher
3- Benzetme yönü: kırmızılık, kırmızı renkte oluş
4- Benzetme edatı: gibi
2- Muhtasar Teşbîh (Teşbîh-i muhtasar, kısaltılmış, ayrıntısız teşbîh) : Teşbîhin ögelerinden (erkân-ı teşbîhten) benzetme yönü (vech-i şebeh) söylenilmeden yapılan teşbîhtir. Yani bu tür teşbîhlerde benzetme yönü bulunmaz.
Ali aslan gibidir.
1- Benzeyen: Ali
2- Kendisine benzetilen: aslan
3- Benzetme yönü: -
4- Benzetme edatı: gibi
Hizmetçiye gel der gibi Azrail’e gel der.
Yahyâ Kemâl
1- Benzeyen: azrail
2- Kendisine benzetilen: hizmetçi
3- Benzetme yönü: -
4- Benzetme edatı: gibi
Âb-gine içinde mey gibidir
Leb-i la’lin hayâli dilde müdâm
leb: dudak
la’l: yakut
müdâm: devamlı, sürekli,daima
âb-gîne: billur, kristal; şişe, sürahi; kadeh; ayna, elmas; kılıç; gözyaşı; şarap
mey: içki, şarap
(Yâkuta benzer, yâkut renkli dudağının hayâli gönülde devamlı kadeh içindeki şarap-içki gibidir. / Yada: ey sevgili, senin yâkuta benzer dudağının hayâli gönlümde sürekli kadeh içindeki içki-şarap gibidir. / Senini dudağının hayâli hiç aklımdan, hatırımdan gitmiyor, çıkmıyor.)
La’l (yâkut) : Kırmızı; kırmızı renkte bir taş. Şarap da kırmızı renktedir. Kadehin şekli de kalp şekline benzer şeklinde düşünülmüştür. Şarap da dudağa götürülerek içilir vs. Dudak-lal aynîleştiriliyor, özdeşleştiriliyor. Şairin dudağında tıpkı mey tadı, lezzeti veriyor ve onun gibi aklımı başımdan alıyor, sarhoş ediyor.
1- Benzeyen: Sevgilinin dudağının hayâli
2- Kendisine benzetilen: Kadeh içindeki şarap, mey
3- Benzetme yönü: Sarhoş etme, aklı baştan alma, kırmızılık
4- Benzetme edatı: gibi
3- Müekked Teşbîh (Teşnîh-i müekked, te’kid edilmiş, eksiltilmiş) : Benzetme edatı bulunmayan teşbîh türüne denir.
Yalnız bu katta mümkün olur dâimî uçuş
Her hamlesiyle rûh, o çelikten kanatlı kuş
Yahyâ Kemâl
1- Benzeyen: ruh
2- Kendisine benzetilen: çelik kanatlı kuş
3- Benzetme yönü: uçma, uçuş (ruhun da uçar gibi göğe yükseldiği fikri)
4- Benzetme edatı: -
Sürekli sevgiyi duydukça anne topraktan
1- Benzeyen: toprak
2- Kendisine benzetilen: anne
3- Benzetme yönü: sevgi duymak, göstermek
4- Benzetme edatı: -
4- Beliğ (güzel, uz) Teşbîh (Teşbih-i Beliğ) : Sadece benzeyen ve kendisine benzetilen ögeleriyle yapılan teşbîh türü olup teşbihin en makbul çeşididir.
Som gümüşten sular üstünde giderken ileri
Yahyâ Kemâl
1- Benzeyen: sular
2- Kendisine benzetilen: som gümüş
3- Benzetme yönü: -
4- Benzetme edatı: -
Fark etmez anne toprak ölüm mâceramızı
Yahyâ Kemâl
1- Benzeyen: toprak
2- Kendisine benzetilen: anne
3- Benzetme yönü: -
4- Benzetme edatı: -
Hulyâ tepeler, hayâl ağaçlar
Yahyâ Kemâl
1- Benzeyen: tepeler, ağaçlar
2- Kendisine benzetilen: hulyâ, hayâl
3- Benzetme yönü: -
4- Benzetme edatı: -
Bu örnekte görüldüğü üzere birden fazla unsurun da birbirine benzetildiği olur. Hatta özellikle birden fazla unsur arasında yapılan edebî sanatlar vardır.
Edebî sanatlardan bahseden eserlerde teşbîhin bu yaygın dört çeşidinin dışında, kullanışlarına göre de teşbîh çeşitleri hakkında bilgi verilmiştir.
c. İstiare:
İki temel unsurundan (benzetilen ve benzeyen) sadece biri söylenerek yapılan teşbihe istiare denir.
İstiarelerde ya benzeyen veya benzetilen vardır. Yalnız benzetilen söylenmiş ise açık istiare, yalnız kendisine benzetilen söylenmiş ise kapalı istiare denir. Örnek: “Şu karşımızdaki mahşer kudursa çıldırsa” mısraında düşman ordusu mahşere benzetilmiştir. Ama benzeyen (düşman ordusu) belirtilmemiştir. Bu bir açık istiaredir. “Can kafeste durmaz uçar” mısraında ise can bir kuşa benzetilmiştir. Ancak benzetilen açıkça yazılmamıştır. Bunu diğer unsurlardan anlıyoruz. Bu sebeple bu bir kapalı istiaredir.
Teşbihin ana öğelerinden sadece kendisine benzeyen ya da kendisine benzetilenle yapılan teşbihe istiare denir.Kendisine benzetilenle yapılana 'açık istiare' kendisine benzeyenle yapılana 'kapalı istiare' denir.
İstiare
Açık İstiare Kapalı İstiare
Benzeyen-Yok Benzeyen-Var
Benzetilen-Var Benzetilen-Yok
*Bir ihlal uğruna Ya Rab ne güneşler batıyor.
K.Benzetilen
*Uludağ etekleri al ipekten bu akşam.
*Kara dutum,çatal karam,çingenem
Nar tanem,nur tanem,bir tanem
*Varsın rüzgar bahçelerde gezsin
*Ay zeytin ağaçlarından yere damlıyordu.
d. Teşhis:
Canlı veya cansız varlıklara insan benliği vermek, yani onları şahıs gibi kabul etme sanatıdır.
Örnek: “Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal” mısraında bayrağın çehresi çatık bir insan olarak düşünülmesi ile teşhis sanatı yapılmıştır.
varlıklarla ve insan dışındaki canlılara insan özellikleri vermeye teşhis sanatı denir dedik, değil mi? Bir başka örnek daha verelim:
*Onun ölümüne gök yüzü ağladı.
*İçmiş gibi geceyi bir yudumda,
Göğün mağrur bakışlı bulutları.
*Ay suda bestelerken en güzel şarkısını
Küreklerim de suya en derin şiiri yazdı.
e. İntak:
Kelime olarak söyletmek konuşturmak manasına gelir. Canlı ve cansız varlıkları insan gibi konuşturmak sanatıdır. La Fontaine'in küçük hikâyeleri bu sanatın en güzel örneklerini verir.
Örnek:
'Benim adım dertli dolap
Suyum akar yalap yalap'
mısraları su dolabının konuşması olarak düşünüldüğü için intak sanatı vardır.
Cansız varlıkların ve insan dışındaki canlıları şahsiyet kazandırıp onları konuşturmaya intak denir dediğimize göre bir örnek daha vererek konuyu daha anlaşılır hale getirelim dostlar! .
*Mor menekşe:’’Bana dokunma; ’’diye bağırdı.
*Minik kuş:’’Anne beni rüyalar ülkesine götür.’’diye yalvarıyordu.
*Sabahleyin kozasından bakan gelincikler sorar bu dünyaya
-Ne dersin?
Kanatlanıp uçalım mı?
Çiçek olup açalım mı?
Ve önemli bir not: İntak sanatının olduğu her yerde doğal olarak teşhis sanatı vardır.
f. Tariz:
Söylenen bir sözün; alay etmek veya sitemde bulunmak maksadıyla tam tersinin kastedilmesi sanatıdır.
Örnek: “Eski eş'arda dürbin ile mana görülür (eş’ar:şiirler)
Yeni eş'arda mana gibi bir külfet yoktur.” beytinde yeni şirin mana yönünden yetersizliği ile tariz sanatı yoluyla alay edilir.
*Düşük alan bir öğrenciye:’’Allah nazardan korusun,bu ne büyük başarı.’’demek gibi.
*Bize kafir demiş müfti efendi.
Tutalım ben ona diyem müselman
Varıldıkta yarın rüz-ı mahşerde
İkimiz de çıkarız anda yalan
g. Kinaye:
Bir sözün aynı anda hem gerçek hem de mecazi manada kullanılması sanatıdır.
Örnek:
Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın
beytindeki taş bağırlı deyimi ile hem dağların taş ve topraktan meydana gelmiş olması; hem de merhametsiz, yüreksiz olmak anlamı kastedilir. Buradaki merhametsiz mecazi anlamdır.
*Kötü gününde elinden tuttu.
*Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın?
*Ali gözü açık bir çocuktur.
h. Mübalağa:
Bir şeyin vasıflarını veya bir olayı olduğundan fazla büyüterek veya küçülterek ifade etme sanatıdır.
Örnek: “Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın.” mısraında şair bir şehidin tarihe sığmayacağını ifade ile güzel bir mübalağa örneği veriyor.
*Alem sele gitti gözlerimin yaşından.
*Ölüm indirmede gökler,ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir; savurur enkaz-ı beşer.
*Aramazdık gece mehtabı yüzün parlarken
Bir uzak yıldıza benzedi güneş sen varken.
ı. Tezat:
Aynı varlığın iki zıt yönünü bir arada ifade etme veya birbirine zıt iki kavram arasında ilgi kurma sanatıdır. Örnek: 'Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz' mısraında birbirine zıt iki kelime aynı beyitte kullanılarak tezat sanatı yapılmıştır. ÖRNEK:
*Ağlarım hatıra geldikçe gülüşlerimiz.
*Gülmek ol goncaya münasiptir.
Ağlamak bu dil-i hazine gerek.
*Neden böyle düşman görünürsünüz.
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar.
*Bende gördüm güneşin doğarken battığını
i. Tecahül-i Arif:
Şairin çok iyi bildiği bir şeyi bilmezlikten gelmesi sanatıdır.
“Edrine şehri mi bu ya gülşen-i me'va mıdır
Anda kasr-ı padişahi cennet-i a'lâ mıdır” (Meva: cennet, kasr: köşk)
beytinde gördüğü yerin Edirne mi cennet mi olduğunu soruyor, yani bilmezlikten geliyor.
*Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
*Geç fark ettim taşın sert olduğunu
Su insanı boğar,ateş yakarmış.
*Göz gördü,Gönül sevdi seni yüzüm mahım
Kurbanın olam varmı benim bunda günahım
j. İstifham:
Anlatımı etkili kılmak için soru sorarak anlatmaya denir.
Örnek: Değildim ben sana mail sen ettin aklımı zail
Bana ta’n eyleyen gafil seni görgeç utanmaz mı
beytinde şair kendisini ayıplayanların sevgilisinin ne kadar güzel olduğunu görünce utanacakları soru sorarak ifade ediyor.
Hüsn-i Ta'lil:
Sebebi bilinen bir olayı, bir durumu, gerçek sebebi dışında daha güzel bir sebebe bağlama sanatıdır.
Gül-i ruhsarına karşu gözümden kanlı akar su
Habibim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
beytinde şair çok ağladığı için gözyaşları bulanık yani kanlı akmaktadır. Oysa şair bunu ilkbaharda sular bulanık akar benim de gözyaşlarım senin yanağının gülüne karşı bulanık akmakta diye söyleyerek güzel bir sebebe bağlıyor.
*Ateşten kızaran bir gül ararda
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi
*Hak-i payine yetem der ömürlerdir muttasıl
Başını taştan taşa urup gezer avare su.
*O kadar çaldı ki yürekten
Türküler aşındırdı kavalı.
k. Tevriye:
Bir kelimenin aynı yerde birden fazla manada kullanılması sanatıdır. Kelimenin asıl anlamı yanında uzak anlamının da kastedilmesidir.
Örnek:
Sordum nigarı, dediler ahbab (nigar:sevgili)
Semt-i Vefa'da doğru yoldadır.
beytinde vefa 'bir semt adı ve sadakat' manalarıyla, doğru yol ' yolun düzlüğü ve seçilen tavrın doğruluğu' manalarıyla tevriyeli olarak kullanılmıştır. ÖRNEK
*Bir buse mi bir gül mü dedi gönlüm
Bir nim tebessümle o afet gülüverdi.
*Sordum nigara dediler ahbab
Semt-i vefa’da doğru yoldadır.
*Bize Tahir efendi kelp demiş
İltifatı bu sözde zahirdir
Maliki mezhebim benim zira
İtikadımca kelp Tahir’dir
l. Tenasüp:
Manaca birbirine uygun kelimeleri bir arada kullanma sanatına tenasüp denir.
Örnek: Ol peri-veş kim melahat mülkinün sultanıdur
Hükm anın hükmü bana ferman anın fermanıdır.
beytinde de padişahlık müessesesi ile ilgili olarak 'sultan, hüküm, ferman, mülk' kelimeleri birbiriyle ilgilidir.
*Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
*Nedir bu zulüm,bu haksızlık,bu işkence...?
m. Telmih:
Herkes tarafından bilinen geçmişteki bir olayı, bir veya birkaç kelime ile hatırlatma sanatıdır.
Örnek: “Yar sana
Çağlar sular yarsana
Çünkü Ferhat’ım dersin
Bulunmaz mı yar sana”
manisinde Ferhat’tan bahsediliyor. Ferhat’ın sevgilisi uğruna dağları yararak su getirmeye çalıştığı herkesçe bilinen bir olaydır. ÖRNEK
*Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi
Bedri aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
*Aşk-ı sadık menem Mecnun’un adı var.
n. Cinas:
Ses bakımından (okunuş ve yazılışları) aynı veya birbirine çok yakın fakat manaları ayrı kelimelerin bir arada kullanılması sanatıdır. Bu sanat daha çok mani ve hoyrat türünde kullanılır.
Örnek: Gam zedeler
Gam vurur gam-zedeler gam-zede: gam felaketine uğramış kişi
Sinem hakkak delemez gamze: yan bakış
Delerse gamze deler hakkak: taş kazıyıcı
Eyleme vaktini zayi, deme kış yaz oku yaz
*Kısmetindir gezdiren yer yer seni
Arşa çıksan da bu akıbet yer yer seni.
*Bu ne güzel bir gül
Hiç ağlama hep gül.
Yazılış ve söylenişleri -telaffuzları- aynı yada benzer fakat anlamları farklı olan iki kelimeyi şiirde bir arada kullanmak sanatıdır. Cinaslı kelimelerin bir ibârede (mırsa, beyit) kullanılmasına tecnîs denir. Cinas başarılı kullanıldığı takdirde güzel bir fikir oyunudur. (Bu sanat kadîm edebiyatçılar tarafından neredeyse harfe kadar indirgenerek pek çok çeşitlere ayrılmıştır. Biz dersin çerçevesi gereği fazla detaya girmeyerek bu sanatı da ana hatları ile göreceğiz. Bu açıdan baktığımızda cinas şu gruplara ayrılır.)
A- Tam Cinas (Cinas-ı tam, Tecnîs-i tam) : Cinas yapılan kelimelerin dört yönden -ki buna vücûh-ı erbaa denir- uygun, aynı olması gerekir.
1- Cinası meydana getiren kelimelerin harflerinin,
2- Harflerin sıralarının,
3- Bu harflerin sayılarının,
4- Bu harflerin ve harekelerinin aynı, uygun olması gerekir.
Niçin kondun a bülbül
Kapıdaki asmaya
Be yârimden vazgeçmem
Götürseler asmaya
Görüldüğü üzere hem yazılış, hem okunuş, hem harf sırası, hem sayı ve hem de hareke bu iki kelimede aynı.
Tam cinas; basit ve mürekkep (birleşik, karışık iki yada daha çok şeyden oluşmuş) olmak üzere ikiye ayrılır.
a- Basit Cinas: Bu tür cinaslar tek bir kelime ile yapılan cinaslardır. (Yani cinası oluşturan her iki kelime de tek bir parçadan oluşur. Yoksa sadece bir kelime ile cinas olmaz- en az iki kelime lazımdır.)
Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç
Yahya Kemâl
Geç: zaman bakımından
Geç: Geçmek fiilinden
Eyleme vaktini zâyî deme kış yaz oku yaz
Sünbülzâde Vehbî
Yaz: mevsim
Yaz: yazmak fiili
b- Mürekkep (Bileşik, birleşik Cinas) : Cinaslı kelimelerden birisi iki kelimeden oluşmuşsa, bu tür bu tür tam cinaslara mürekkep cinas denir.
Ey kimsesizler, el veriniz kimsesizlere
Onlardır ancak el verecek kimse sizlere
Yahya Kemâl
Zülfü sünbül haddi gül cânâneden düştüm cüdâ
Kimse bilmez âh bir kim cânâ neden düştüm cüdâ
Bir evde dü zen olsa düzen olmaz o evde
Keçecizâde Fuat Paşa
B- Yarı Cinas (Cinâs-ı gayr-ı tam) : Cinaslı kelimeler arasında tam cinasta belirttiğimiz dört yönden (vücûh-ı erbaa) herhangi bir uygunluk yok ise (harflerin yazılışının, sıralanışının, okunuşunun vs. aynı olması hususu) bu durumlarda yarı cinas meydana gelir ve vücûh-ı erbaadan her birinin olmayışına göre de adlar alır, gruplara ayrılır.
1- Lâhik Cinas: Cinası oluşturan kelimelerde sadece bir harf bakımından uyumsuzluk-uygunsuzluk bulunan cinas türüdür.
Sebâtı yok bu âlemin ana kim itimâd eder
Ferah gelir terah gider terah gelir ferah gider
Terah: gam, keder, tasa
2- Noksan Cinas (Cinâs-ı Nâkıs) : Cinas yapılan kelimelerde harflerin sayıları bakımından uyumsuzluk var ise noksan cinas meydana gelir. Bu tür cinaslar da harfin kelimenin başında, ortasında ve sonunda bulunmasına göre ayrı ayrı adlar alır. Biz genel bir iki örnek vereceğiz.
Hâkimdi yerde ufka kadar uhrevî vakar
Bir çeşme vardı her tarafından ziyâ akar
Yahya Kemâl
Âni bir üzüntüyle rüyâdan uyandım
Tekrar o alev gömleği giymiş gibi yandım
Yahya Kemâl
3- Muharref Cinas (Bozulmuş, Tahrif Olunmuş) : Eski harflerde Aynı şekilde yazılan fakat okunuşu (harekelenişi) uymayan, aynı olmayan kelimelerle yapılan cinas türüdür.
Vasf-ı verd-i rûyun olmuştur bana vird-i zebân (Gül yüzünü anlatmak benim dilimde dua olmuştur) .
Verd: gül
Vird: dua
4- Mükerrer Cinas (Cinâs-ı Mükerrer, Cinâs-ı Müzdeviç) : Tekrar edilen cinas anlamındadır. Bir kelimenin son hecelerini taşıyan başka bir kelimeyi oan cinas olacak şekilde kullanmaktır.
Vâiz nihânî çekmiş o hînâ-geri geri
Eyler gelüp dükâna büt-i berberî berî
Çıksa ne dem kabâ-yı hevâ-gün ile o mâh
Pür-nûr eder bu kubbe-i nîlüferi feri
Şeyh Gâlip
Vezin: Mefûlü/Fâilâtü/Mefâîlü/Fâilü
Hînâ-ger: şarkı söyleyen, hânende, sâzende
Nihânî: gizli, gizlice
Dükân: dükkan
Berî: uzak,
Kabâ: elbise, kaftan
Hevâ-gün: hava, gökyüzü renkli; hevâ: arzu, istek
Dem: zaman, vakit
Fer: ışık
SECİ
Düz yazıda,kelimelerin kafiyeli olacak şekilde sıralanmasına denir
* 'Hisarad Türk’ün kuvveti,Küçüksu’da neşesi,Kağıthane’de zevk ve şevki,Eyüp’te manevi yazı surlarda atılışı,hava gibi tenefüs edilir,o kadar barizdir.'
ALİTERASYON
Mısra veya beyitte ahenk oluşturacak şekilde aynı sesin veya hecenin tekrarlanmasına denir.
*Dest busı arzusuyla ger ölürsem dostlar
Kuze eylen toprağım sunun anınla yare su.
AKİS SANATI
Bir zekâ buluşu olan akis sanatı, bir mısraın ya da mısradaki kelimelerin yerlerini değiştirerek -tersinden okuyarak- aynı mânâyı veren ve birincisinin yansımasından ibaret olan yeni bir mısra yapmaktır. Zihinde cinasla aynı tesiri yapan bu sanat, güzel düzenlendiği takdirde sözün anlamını kuvvetlendirir. Bu sanat kelimelerin dizilişine göre ikiye ayrılır.
a- Tam Akis (Aks-i Tam) : Mısra ve cümledeki söz sırasını bir öncekinin tam tersi olarak düzenlemektir. Şair Nazîm’e ait aşağıdaki beyitler bu sanata güzel bir örnektir.
Dîdem ruhunu gözler / gözler ruhunu dîdem
Kıblem alalı kaşın / kaşın olalı kıblem
Cennet gibidir rûyun / rûyun cennet gibidir
Âdem doymaz sana / sana doymaz Âdem (Yedi beyitlik bir gazeldir ve tamamı böyledir.)
b- Noksan Akis (Aks-i Nâkıs) : Akis sanatı yapılırken kelimelerin sırası değiştirildiği veya bazı ekleme ve çıkarmalar yapıldığı takdirde noksan akis meydana gelir.
Cihânda âdem olan bî-gam olmaz
Anunçün bî-gam olan âdem olmaz
Necâtî
Eskiden vardım ben, şimdi hiçim ben
Şimdi bir hiçim ben, eskiden vardım
Lütfi Bey
AKROSTİŞ SANATI
Mısraların baş harflerinin birleşmesi sonucu anlamlı bir kelime veya isim çıkacak şekilde şiir yazmaktır. Divân edebiyatında teşvi, istihracub adlarıyla anılır. Eski Yunan ve Latin edebiyatlarında da vardır.
Nasıl ağlar hazan erince yapraklar
İntizar ile bî-mecâl sararıp düşerken
Hayâli kaplar ufku geçen yazın
Artık sâde hâtırası kalacaktır
Leylâklarda müteessir solan
ÎHÂM (Îyhâm)
İki ya da ikiden fazla anlamı olan bir kelimeyi bir mısra ya da beyit içinde bütün anlamlarını kastederek kullanma sanatıdır. Ancak bu yaparken beytin genel anlamıyla, kelimenin çeşitli anlamları arasında yakın bir ilgi kurmak gerekir.
Îhâmın kelime anlamı vehme, şüpheye, kuruntuya, tereddüde düşürmektir. Yani şair kelimeyi öyle kullanır ki okuyucu o kelimenin bütün anlamlarıyla şiiri anlayabilir, anlamlandırabilir. Dolayısıyla; okuyan, şair bu kelimeyi acaba hangi anlamda kullandı diye tereddütte kalabilir yada her okuyucu o kelimeyi (îhâm yapılan kelimeyi) şairin kendi anladığı anlamda kullandığını vehmeder, düşünür.
Her gelen rind kanar zevke bu mecliste Kemâl
Cânib-i rahmete son çektiği sâğarla döner
Yahya Kemâl
Sâğar: kadeh
Beyitte geçen “kanar” kelimesinde îhâm sanatı vardır. Zira kelimenin aldanmak ve doymak, kanmak şeklinde iki anlamı vardır ve beyit bu iki anlamın hangisiyle açıklanırsa açıklansın anlamlı olur.
“Kanar” kelimesini “aldanmak” anlamında alırsak beytin anlamı şu şekilde okur: “Kemâli, her gelen rind bu mecliste zevke aldanır ve rahmet tarafına, son çektiği kadehle döner.”
“Kanar” kelimesini “kanmak ve doymak” anlamında aldığımızda ise beytin anlamı şu şekilde olur: “Kemâl, her gelen rind bu mecliste zevke doyar, kanar (ve) rahmet canibine son çektiği kadehle döner.”
Her ne dem lutf eyleyüp bezmi müşerref eylesen
Ehl-i bezm ayağına yüz sürmeğe âmâdedir.
Bu beyitte îhâm sanatı “ayak” kelimesi ile yapılmıştır. Ayak, hem bacağın “bilekten sonraki kısmı” hem de “kadeh” anlamındadır. Bu iki anlam da beytin genel anlamıyla uyumludur.
Ayak kelimesini “bacağın bilekten sonraki kısmı” anlamında alırsak beytin anlamı şu şekilde olur: “(Ey sevgili) Ne zaman lutf edip içki meclisine şeref versen, oradakiler senin ayağını öperek saygı göstermek için (ayaklarına kapanmak için) (hazır) beklemektedirler.” (Kelimeyi bu anlamda aldığımızda hitap sâkiyedir. Zirâ ayak sâkiye ait bir organdır.)
Ayak kelimesini “kadeh” anlamında aldığımızda ise beytin anlamı şu şekilde olur: “Ne zaman lutf edip içki meclisine şeref versen oradakiler senin getirdiğin kadehe? ? senin içinde bulunduğun kadehe yüzlerini sürmek için hazır beklemektedirler.” (burada kelime kadeh anlamında alındığı için hitap hem sakiye hem de kişileştirme (teşbîh) yoluyla şarabadır.)
Taştîrimiz bu râyede az çok bahâ bulur
Bâkî kalır sahîfe-i âlemde âdımız
Bâkî
Bâkî: Şair Bâkî; sonsuz, ebedî
taştîr: Besleme; bir başka şaire ait bir gazelin her beytinin arasına aynı vezin ve kafiye üçer mısra eklemek.
BAZI NOTLAR:
Îhâm sanatını, kendisi ile benzerlikler gösteren tevriye ve kinâye sanatları ile karıştırmamak gerekir.
Îhâm sanatında kelimenin gerçek anlamları üzerinde durulur ve beyitte ikisi de anlamlıdır. Tevriye sanatında iki gerçek anlamlı ama uzak anlam kastedilir.
Tevriye sanatı da îhâm sanatı gibi kelimenin iki gerçek anlamı üzerine kurulur ancak tevriyede kelimenin uzak, dolaylı anlamı kastedilir. Îhâmda ise anlamların ikisi de yakın anlamlıdır ve şiire, beyte uyar.
Îhâmı kinâyeyle de karıştırmamak gerekir. Çünkü kinâyede kelimenin birkaç gerçek alamı değil, gerçek ve mecazlı anlamı bir arada kullanılır ve özellikle mecazlı anlamı kastedilir.
Îhâm-ı Tenâsüb: Birkaç anlamı olan bir kelimenin dize yada beyit içinde kastedilmiş yada vehmedilmiş -ki buna diğer başka bir kelimeyle işaret vardır- söylenmemiş anlamıyla, öteki kimi kelimeler arasında anlam ilgisi kurmaktadır. Bu sanat adından ve tanımından da anlaşılacağı gibi îhâm ile tenâsüp sanatının birleşmesiyle olur.
Mihr solmazsın bana rahm eylemezsin bunca kim
Sâye tek sevdâ-yı zülfün pây-mâl eyler beni
Fuzûlî
Beyitte “mihr” kelimesinin sevgi anlamı beytin genel anlamıyla ilgilidir. Zirâ sâye-i zülfün derken senin saçının gölgesi şeklinde sevgili muhataptır. Fakat “mihr”in bir de güneş anlamı vardır ve kastedilmemiştir. Sâye (gölge) sözcüğüyle de “mihr”in güneş anlamının ilgili olması îhâm-ı tenâsüb sanatını doğurur.
İRSÂL-İ MESEL (Örnek, misal getirme)
Yazılı ve sözlü anlatımda bilhassa şiirde ifade edilen düşünceyi ispat etmek, pekiştirmek yada daha etkili kılmak maksadıyla meşhur bir sözü yada vecizeyi söyleme, kullanma sanatıdır. Bu sanat özellikle muhatabı ikna etmek maksadıyla yapılır ve kullanılan atasözü ve vecizeler Türkçe’nin yanı sıra Farsça veya Arapça da olabilir.
Kirpikleri uzundur yârin hayâle sığmaz
Meşhur bir meldir “Mızrak çuvala sığmaz”
Hevâî
mesel: Örnek, benzer, numune; anlamlı ve dokunaklı etkili söz; ahlâka yararlı hikâye
darb-ı mesel: Atasözü
Sevgilini kirpikleri öyle uzundur ki hayâle bile sığma hâyâl dahi edilemez. Meşhur bir atasözü dür; Mızrak çuvala sığmaz.
Ey güzellik göğüne hurşid olan yakma bizi
Yerde kalmaz çün bilirsin dûd-ı âhı kimsenin
Necâtî
dûd-ı âh: Ah dumanı
hûşîd: Güneş
Ey güzellik göğüne güneş olan sevgili, bizi yakma zirâ bilirsin ki kimsenin âhı yerde kalmaz.
Geldimse ne var ben şuarâ bezmine âhir
Âdet budur “âhirde gelir bezme ekâbîr.”
Nev’î
ekâbir: Büyükler, ulular
şuarâ: Şairler
bezm: meclis
Ben şairler meclisine en son geldim ise bunda şaşılacak ne var? Meclise büyüklerin en son gelmesi âdettir, âdettendir.
KAT ‘ (Kesme, kesilme, sona erdirme, bitirme)
Sözü, etkisini arttırmak amacıyla, arkası kendiliğinden anlaşılacağı ve susmanın söylemekten daha tesirli olacağı bir noktada kesmektir. Bir diğer ifadeyle şair, sözünün etkisini arttırmak ve sonucunu okuyucunun canlandırma ve değerlendirmesine bırakmak amacıyla mısra yada cümleyi keser ve böylece kat ‘ sanatı meydana gelmiş olur. Bu sanat şiirden daha çok nesirde (düzyazı) kullanılır.
Ey mâder-i hicrân-zede! ey hem-ser-i muğber
Ey kimsesiz âvâre çocuklar! .. Hele sizler
Hele sizler...
Tevfik Fikret
Mâder-i hicrân-zede: hicramlı, hicrâna uğramış anne / mader: anne
Hem-ser-i muğber: gücenmiş, küskün, kırgın arkadaş
Âvâre: başıboş, serseri
Muğber: tozlu (gubardan) : gücenmiş
“Ey acılı, kederli anne; ey küskün arkadaş. Ey kimsesiz, başıboş çocuklar. Hele sizler... hele sizler...”
Şair bu mısralarda, çeşitli şart ve sıkıntılar içinde çaresiz kalmış acılı -kırgın- küskün anneleri ve annelerinden, yuvalarından çok çeşitli şart ve sebeplerle ayrı kalmış, koparılmış ve sokaklarda başıboş, kimsesiz kalmış çocukların hâlini tasvire ve okuyucuların dikkatini bu sosyal yaraya çekmeye çalışıyor. Ancak bu tablonun devamı olacak şekilde ve bilhassa başıboş çocuklar hakkında daha çok söylenecek söz var iken şair, sözünü tam olarak bitirmiyor ve okuyucu üzerindeki etkiyi arttırmak maksadıyla tam yerinde kesiyor. Belki de bu son sözlerle birlikte şairin boğazına bir şeyler düğümleniyor, belki de tam bu noktada söz bitiyor. Hangi sebeple olursa olsun şair bu tavrıyla âdetâ okuyucuyu vicdanıyla başbaşa bırakıyor ve ona bir nevi daha derin düşünme ve yorum imkânı veriyor.
Bir yer ki sevenler, sevilenlerden eser yok,
Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok
Yok... Yok...
Faruk Nafiz Çamlıbel
Bezm: meclis
“Öyle bir yer ki orada sevenlerden de, sevilenlerden de hiçbir iz, eser yok (kalmamış) . Meclislerinde kadeh kırdığımız, şen-şakrak deliler gibi eğlendiğimiz sevgililer de yok. Yok... Yok...”
Şair, bu örnekte “yok... yok...” kelimeleriyle mısraı keserek, “sevgililerden yoksun bulunduğunun, yalnızlığının, ezikliğinin ve hüznünün duyulmasını” okuyucuların değerlendirmesine bırakarak kat ‘ sanatı yapmaktadır.
KAYNAKLAR.
1-www.egze.com
2-CEYLAN şiir Tahlilleri
3-Prof Mehmet KAPLAN-Şiir Tahlilleri
4-Hüseyin YURDABAK-Türk Halk Edebiyatı Terimler Sözlüğü
............DEVAM EECEK.................
Mustafa CeylanKayıt Tarihi : 2.12.2006 12:05:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!