TÜRK ŞİİRİNİN YÜZ AKI BİR ŞAİR
ARİF EREN
VE ŞİİRLERİ
-Tahlil-
Mustafa CEYLAN
Arif EREN üstadla yüzyüze hiç karşılaşmadık. İnternet ortamında şiirlerini okudukça ve resmine de baktıkça, içimden ona karşı sımsıcak bir duygu oluştu ve ılıman dostluk ırmağı akmaya başladı. Aradan bir zaman dilimi geçtikten sonra, dostum, ağabeyim Özkan GÖNLÜM’ den bir haber aldım. Yaz tatillerinde gittiği yazlıkta Arif EREN üstadla komşularmış. Bunun üzerine ağabeyim Özkan GÖNLÜM’ ü soru yağmuruna tuttum. Arif Hoca’ mı bana bir güzel anlattı… Yanılmamıştım. Hislerim doğruydu…Yüzünü görmeden sadece net ortamından mısralarını okuyarak tanıdığım bu usta şaire doğru yüreğimden akıp giden o ılıman dostluk ırmağı ile bir kere daha övündüm… Zaman geçince, günlerden bir akşam üstü telefondaki ses: “Aziz kardeşim ben Arif EREN… Özkan’ ın da selamı var” demez mi? Dünyalar benim oldu. İşte o günden beridir de, ne zaman üstaddan bir telefon alsam, içimi tarifsiz heyecanlar kaplar. Gönül kuşum kanat kanat yükselir şiirin doruklarında. Yüreğim ten kafesimde bir başka atmaya başlar… Üstad Arif Eren kimdir? Nerelidir? Merak ettim ve o pırlanta dizelerin usta kaleminin bugüne nasıl geldiğini öğrendim. Daha da mutlu oldum. Arif Eren, 20 - 11-1939'da Kahramanmaraş'ta doğmuştu. Kahramanmaraş Türk Edebiyatında, özellikle şiirde önemli isimlerin, usta şairlerin doğduğu mübarek bir vatan toprağı… En çok Karakoç ve rahmetli ağabeyim Hayati Vasfi Taşyürek’ le ben de şiirin beşiği olarak yer etmiş bir şehrimizdir. Bugün 60 yaşını geçmiş olan üstadım Arif Eren, 1963’ te Erzurum Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü 'nü bitirmiş. Yıllarca liselerde edebiyat öğretmenliği yapmış ve 1993’ de kendi isteğiyle emekli olmuş. Şiirleri, benim de şiir ve tahlillerimin bazılarında yayınlandığı dergilerde yayınlanmış. Bunlar: Çağrı, Defne, Toprak, Elif, Ilgaz, Varlık Yıllığı, Hisar, Türk Edebiyatı, Milli Kültür, Kültür ve Sanat, Doğuş Edebiyat, Dolunay, Tepe Edebiyat, Güneysu, Çınar, Palandöken, Genç Kardelen, Kırağı, Şardağ, Kümbet, Harman, Esinti, Alkış gibi çeşitli fikir ve sanat dergileri… Yorumumuza hocamızın bir şiirinden dizlerle girelim mi? Ne dersiniz? İşte:
“Gözlerimin uyku perdesini açtırdı tren düdüğü
Pencereden birkaç ev ve raylar gözlerimin gördüğü
Bulunduğum kompartımanda herkes uyuyor
Onlara veda etmek mümkün olmuyor
İstasyonda inecekleri indirip gitti tren
Bu yolculardan biriydi Arif Eren
Gündüzün kınından çıkmasını beklerken memurun odasında
Bir bereket vardı sohbet sofrasında
Nüktedan bir insan hareket memuru
Ağzında mayalanmış söz hamuru
Yalnızlık özletmiş ona gülmeyi
Şöyle nükteli bir sohbet etmeyi
Otel odasına yerleşince açtım pencereyi
Gözlerimle gezip durdum ilçeyi
Bahçeli evlerin en görkemlisi iki katlı
Baktım beton binalardan daha saltanatlı
Saysan beşi geçmez apartman sayısı
Daha bozulmamış ilçenin doğa yazgısı
Vefasız gözler gibiyken ilkyaz
Sevgisiz bir yürek burukluğunda geldi yaz
Can sıkıntısı denen o cendere
Nefes aldırmaz oldu hayâllere
İnsan, yalnızlık girdabına bir düşünce
İnce duyarlığını yitiriyor düşünce
Yüreğimi bir bıçak gibi kanattı güz ayları
Kader dostlarım oldu tren rayları
Yürürsem yürürler, durursam dururlar
Susarsam ağızlarına kilit vururlar
Yalnızlığın saltanat sürdüğü bu yerde
Raylarla dost olmak varmış kaderde”
Evet üstad, raylarla dost olmuş… Ben de üniversiteden Makine mühendisi olarak mezun olduğumda T. C Devlet Demiryolları’ nda stajyer mühendis olarak göreve başlamış, tren ülkemin hangi noktasına giderse gitsin, oralara gitmiş birisiyim. Bu şiir, o kadar güçlü ki, beni 2005 yılından koparıp 1975-76’ lı yıllara aldı götürdü…. Başarılı şiir budur, böyledir işte. Okuyucusunu bulunduğu ortamdan kendi can köküne var oluş duygusuna getirip bağdaş kurdurur… Üstad bu şiirinde kader dostu olan tren raylarını ve çevreyle bütünleşen yüreğini ne güzel sergilemiş. Eskiden buharlı lokomotifler vardı… Hiç unutmam 55000’lik çorçil makineyi… Ve hiç unutmam, mühendis olmama rağmen ilk okul mezunu bir makinistin yanına sırf demiryolculuğu öğrensin diye verdikleri ateşçilik görevimi.. Trenimizi Ankara’ dan Kars’a kadar götürmüştük… Şu şiirin gücüne bakın hele! Beni yıllar öncesine nasıl alıp götürüyor… Demiryolculukta bir kural vardı. Tren istasyonda tek düdük öttürürse tren ileri gidecek demekti, çift düdük öttürürse geri gelecek demekti. Üstadımın şiiri HEP İLERİYE giden ve insanın gönlünü, yüreğini dipten doruğa kaplayan bir güce sahip. Serbest vezin bir şiir ama, sanki hece vezninin inci tanesi… Kafiyeler, mısra sonlarındaki uyumlar ve şiirin başından sonuna dek seyir grafiği mükemmel… Zaten ben, hep demişimdir: Heceyi bilemeyen serbestte başarılı olamaz diye… Üstadın şiirleri benim bu tezimi doğrulamaktadır… Bir de üstad şiirlerinde, konu bütünlüğüne çok dikkat etmekte… Gördüğüm önemli hususlardan birisi de bu. Yani şiirin sanki bir nesir gibi, giriş, gelişme ve sonuç bölümü diyelim; yani şiirin başı, ortası ve sonu arasında bir bütünlük, bir buyum mutlaka bulunmakta… Kopukluklar yok. Baştan sona doğru gelirken çevreyi ihmal etmiyor, rengi, kokuyu, mevsimi ve zamanı mutlaka işliyor üstad.. Bu işleme sırasında güzel dilimiz Türkçe’ yi çok iyi kullanıyor ve ritm, ahenk gibi hususlara da dikkat ediyor… Zaten Arif EREN demek, kalıcı ve has şiirin günümüzdeki önemli temsilcisi demektir. Kimileri günümüzde şiirimizin can çekiştiğini söylese de işte Arif EREN gibi bir elin parmakları kadar az sayıda da olsalar, şiirimizin can çiçekleri gibi, nakış nakış, renk renk has şiirin ürünlerini verip durmaktalar… Bu şiirde “Vefasız gözler gibiyken ilkyaz /Sevgisiz bir yürek burukluğunda geldi yaz” deyişine bakın hele ve sonra “Yüreğimi bir bıçak gibi kanattı güz ayları / Kader dostlarım oldu tren rayları…” deyişine bir bakın… İşte bu ikisinin arasında bir ilçeye gelişi, memurla karşılaşması, otele yerleşmesi, pençereden ilçeyi seyri… İstiklal Marşı Şairimiz rahmetli Mehmet Akif ERSOY “safahat” ında ki şiirlerde konuşma dilini şiire ne kadar ustalıkla getirmiş ve bir ressam titizliliğiyle doğa-obje ve çevre’yi gönlünde çalkalayıp inanç ve iman ufkunun rengiyle boyayıp şiirinin coğrafyası yapmıştı…
Arif Eren üstad, da şiirinde belki konuşmaları, kulağına gelen sesleri ve söylenceleri açıkça yazmıyor amma, belli belirsiz bir şekilde hissettiriyor… Onun mısralarını okurken, asla rahatsız olmuyorum. Kulağımı tırmalayan, yüreğimi delip geçen bir kelime yok. Konuyu huzur ve rahatlık içinde seyreden bir izleyici gibiyim. Sanki, o şiirde giden ve zamanı yaşayan yolcu o değil benim… “Han Duvarları” nda Çamlıbel’ in Anadolu’ dan sunduğu manzaraları tamamiyle Arif Hoca’ nın mısralarında görüyor ve içime ışıltılı bir bereket yağmuru yağıyor sanki… Üstadın bir şiirinin içine daha dalalım hele. Diyor ki:
“Yağmur nasıl kandırırsa bozkırı
Öyle kandırdın beni
Umut denen o solmaz çiçeği
Söküp attın can-evimden
Kendi elimle dövdürdün beni
Kendi elimle yazdırdın adımı
Divane defterine
Hiçbir şeyde rastlamadığım
Buruk bir tat veriyordu konuşman
Güzelliğini ustaca kullanıyordun
Bense yağmurla beslenen
Bir ırmak gibi sana akıyordum
Kendi suyumla boğdurdun beni
Kendi suyumla yok ettin
Yine de inkar etmedim seni
Hatıran, hiç yitirmedi kutsallığından
Bu hüzün, bu yalnızlık
Bir şey eskitemedi senden
Hâlâ durur güzelliğin gözlerimde
Gel, onu sana vereyim
Sonra bulamazsın aynalarda”
İşte bir has şiir daha… Eskiler, halk ozanlarımız “usta malı” derlerdi ya, hah işte o! ...”Yağmurun bozkırı kandırması ve kendi çıkmazına, divane defterine kendi eliyle düşen ve sonra sevdiğine bu hüzün ve bu yalnızlık, senden hiçbir şey eskitemedi, güzelliğin gözlerimin önünde, aynalarda bulamazsın, boşuna bakma aynalara, gel, istiyorsan o güzelliği sana vereyim” diyen dizlere bakın dostlar… Arif Eren şiirinin bana göre 3 öğesi bulunmakta. Şiirin başlangıç bölümünde konuya ilham olan olay yer almakta, sonuç bölümünde ise üstadın sevgiye, dostluğa, huzura dayalı söylemi yer almakta. Asıl olan ise şiirinin ana gövdesi, ağacın gövdesi misali karşımızda durandır. O gövdede şairin canının çekirdeği, duyguları, yüreği yer almaktadır. Ben yanılmam! bakın üstadın bütün şiirlerine, bu dediklerimi görecek ve siz de benim gibi şiirin büyüsünde kendinizi kaybedeceksiniz… Okuduğumuz şiirde
“Hiçbir şeyde rastlamadığım
Buruk bir tat veriyordu konuşman
Güzelliğini ustaca kullanıyordun
Bense yağmurla beslenen
Bir ırmak gibi sana akıyordum
Kendi suyumla boğdurdun beni
Kendi suyumla yok ettin”
Bölümünden de bunu rahatlıkla görebilirsiniz… Burada yüreğinden kandırarak söküp atan bir sevgiliye sesleniş var. Ve sevgiliyi anlatış var…Yürek yangını var… Şiirin bir Türkmen halısı benzerince dokunuşuna bakınız… Birinci bölümün sonunda;
“Kendi elimle dövdürdün beni
Kendi elimle yazdırdın adımı”
Derken ikinci bölümün sonunda ise
“Kendi suyumla boğdurdun beni
Kendi suyumla yok ettin”
Demektedir… Ustalığını böyle göstermekte şair… Şiirin dokusunu mükemmel bir kent planı gibi çizen kalem işte bu… Tekerrür sanatını nasıl da ustaca kullanıyor değil mi? Tam yerinde ve zamanında… Has şair, milyonlarca insan içinde, yığınla insan dolu terminalde, ya da günde yirmi-otuz trenin geçtiği istasyonda kendi yalnızlığını yaşayan şairdir. Kâinat, eşya, olaylar ve doğa canhıraş feryatlarla bağırıp, çağırıp, dönüp dururken; ve birbirini yutma savaşı verip büyük gürültüler çıkarırken, o şair ki, kendi yüreğini kaleminin ucuna takmış, kendi ruh kökünde ki ihtilâllerle boğuşmadadır… Çünkü şaire Yüce Mevlâ tarafından verilmiş bir kabiliyet vardır. Duygu ve yazma diye… Şiiri doğuracağı zaman sancılanır şair… Kıvranır, sanki yağmura gebe bulut gibi olur… O anı yaşamayan bilemez… Deli taylara döner şair… Ama şiiri yazdı mı, yakamoz olur yıkanır sularda… Ay gibi ışık saçlarını salar suların serin gölgesine… O feryad, o figan, o sancı gidiverir içinin dehlizlerinden…
Arif Eren üstadın, gene bir istasyonda tren kalkış saatini beklerken kaleme aldığı mısralarına birlikte göz atalım. Olmaz mı? Üstad diyor ki:
Bu Kent Sende Kalsın
“Sen, evinde olacaksın
Bir kış gecesi
İstasyonda tren
Kalkış saatini beklerken
Gene yedi kat gökyüzü
Yırtılır gibi gürleyecek
Ve yağmur yağacak
Dudağımda sigaram, elimde valizim
Caddeler boyu
Gölgemi bile
Yanımda bulamayacağım
Bir gece yarısı terk edeceğim
Bu kenti
Arkamdan ne el sallanacak
Ne de iki damla gözyaşı akacak
Gelişim gibi
Yine yalnız gideceğim bu kentten
Senden başkası
Neden, böyle gitti diyecekler
İnan
Gerçek nedeni hiçbir zaman
Öğrenemeyecekler
Aradan yıllar geçecek
Çoluk-çocuğa karışacaksın
Bir gün
O şarkı söylenirken
Ansızın
Yüreğinde bir sızı duyacaksın
İçinden
Bizim şarkımızdı
Bu diyeceksin
Kiminle olursan ol
Kendini yalnız hissedeceksin”
İşte bu… Üstad Arif EREN bu…”İnsan dünyaya yalnız gelir, ama benim gidişimde bir gece yarsısı yağmur yağarken yalnız gideceğim, yapayalnız… Ve gidişimin nedenini başkaları öğrenemeyecekler… Yıllar geçecek aradan ancak bizim şarkımızı duyduğunda yüreğin sızlayacak ve beni anımsayacaksın. Çoluk çocuğun olduğu halde ne kadar yalnız kaldığını hatırlayacaksın” diyor. Sadece bu şiir üzerine bir film senaryosu yazılabilir. Bu şiirle usta şair, çoğu şiirlerinde olduğu gibi müşahhas olayın içine yüreğini sermekte… Manzaranın tam ortasına, can alıcı yerine şair yüreğinin sesini koymakta. İşte kelimelerle resim yapma sanatı olan şiirin resimden farkını ve üstünlüğünü ortaya koyan bir şiir… Şiir olmasaydı, bel ki müzik, bel ki resim, bel ki öteki sanatlar da zor olurdu. Sözlü edebiyat döneminde, sesin iletişim aracı olduğu, yazının insan yaşamına girmediği dönemlerde ki duyguların ifadesi, bakış, tavır ve sesle mümkündü. Düşünün hele, o günlerden asırları aşıp gelenleri ve de Ahmet Yesevi ve talebelerinin, ondan daha öncekilerinin, koskoca bir ulusun ruhunda yaktığı aşk kütüğünü… Ses ve kelimeler, şair-ressamların en önemli malzemesi… Başarılı şair de kelimelerin dansına ruhunu kaptıran değil midir? Günümüzde kalemiyle, ideal yaşantısıyla, içi- dışı bir, has şiirin özxge sevdalıları da bana göre günümüzün Yesevileridir, Dede Korkutlarıdır… Açtıkları ufuk, çizdikleri yol aydınlık ve huzur doludur. Onlar günü dünle hamur hamur yoğurup bize sunduktan sonra geleceğe uzatanlardır. Onlar kutlu gönül ikliminin yazıcılarıdır. Onlardan birisi de Arif EREN hocamızdır… Yahya Kemal’ in “Sessiz Gemi” sinin kişisel ve içsel söylemi olan yukarıdaki şiir, gönlümü yıllar öncesine alıp götürdü… Sevdanın, aşkın unutulmazlığını ve zamanı yenmesini işaret eden bir şiir… Yalın, arı, duru bir ifade biçimiyle hem de… Dostlarım, geliniz şimdi de Hoca’ mızın bir şiirine daha gönül gözümüzle bakalım. Olur mu? Hoca’ mız diyor ki:
“Harfler dilimde sıraya girdiler arkası arkasına
Sana bir hoş geldin demek için
Gözlerimin gözbebekleri heyecan içinde
Benden daha sabırsızlar seni görmek için
Bilirsin mutluluk için bir güvedir tereddüt
Artık gel, bir sebebin yok gelmemek için
Zaman yerinde durmaz, mevsim değişir
Şimdi tam zamanıdır karar vermek için
İnsanı hep engeller verilmeyen kararlar
Elimizde bir belge yok yarına güvenmek için
Rüzgâr sertleşir, yapraklar uçuşur, kuşlar gider
Kimse buyur demez yalnızlığınızı gidermek için
Her zaman bir sona doğru akar zaman
Fırsat kollar aynalar bunu söylemek için
Çok kez farkında olmaz insan eline geçen imkânın
Kıymetini bilmek lâzım sonra üzülmemek için
İnsana her zaman böyle yâr olmaz şansı
Gel artık, bu şansı küstürmemek için”
Kıskanılacak bir şiir… Hocam kusurumu bağışlasın. Keşke ben yazsaydım bu şiiri… Keşke benim kahrolası kalemimden dökülseydi bu dizeler. Ama her yüreğin kapısı açılmaz ki böyle duygulara… Her dil ağız zindanından böyle ışıklı ve ışıltılı çıkmaz ki… Arif EREN, zaman isimli o anlaşılmaz boyutun şairidir. Bana göre anlaşılmaz olan zaman boyutunu, usta şair anlaşılır hale getiriyor. Zaman, her zaman bir sona doğru akıp gider derken de, bize bazı hatırlatmaları yapıverir usta… Elimize geçen fırsatların nasıl da farkında olmayız ve sonradan “keşke” lerin akrep kıskacıyla kendimizi vururuz, öyle değil mi? Şans-baht veya talih… Ne derseniz deyin; hep zaman eleğinin arasından gelip geçer… Zaman gökle yerin arasında, iki değirmen taşının arasında un-ufak olan insan ve çevresi için… Hele hisleri… Hele söyleyemedikleri için… Anlayamadıkları, göremedikleri için, zaman nasıl bir olaydır ki, onlarında içinden su gibi akıp gider. Salkım söğüt saçlarımızı yıkar zaman. Farkında olmayız. Apak izler bırakır şakaklarımızda. Geriye döner ve eskileri anımsarız.. Tebessüm ederiz.. Kahkahayı koparıp bırakamayız. Tebessüm ve ince hüzün ile iğne deliğinin arasından geçiveririz… Kocaman göğsümüzle, yorgun ayaklarımız ve titrek ellerimizle…. “Kıymetini bilmek lâzım sonra üzülmemek için” diyen usta, aynı zamanda öğretmenlik görevini de yapmaktan çekinmez…
Evet, öğretmen şair Arif EREN, şiirinin ruh köküyle, okuyucusuna, ekmeğini yediği, suyunu içtiği, okullarında okuduğu, cadde ve sokaklarında yürüdüğü ülkesi ve ulusu için kendini sorumlu addeden ve ona gözünün bebeği kadar kıymet ve değer veren bir kişi. Şair, kalemini içinden yetiştiği topluma vefa borcunu ödemekte de ustaca konuşturur.
Karacaoğlan “Çıktım, seyreyledim Niğde’ yi, Bor’u / Acep gezsem mavi donlum var m’ola? / Güzeller durağı Tokat, Engürü / Acep gezsem mavi donlum var m’ola” dedikten sonra “Hey geri de deli gönlüm, hey geri / Adana, İlbeği, Göksun, Tekir’i / Otuz iki sancak Diyarbekir’i / Acep gezsem mavi donlum var m’ ola? ” dediği şiirinde “mavi donlu” sunu bulabilmek için diyardan diyara, ilden ile dolaşır. Arif EREN hoca’ da “son iki hecesi beş sesli” şehirlerimizi dolaşır. Bu şehirlerimiz Doğanşehir, Örenşehir,Viranşehir,Gülşehir, Nevşehir, Akşehir, Beyşehir, Seydişehir, Alaşehir, Kırşehir, Eskişehir’ dir. Dünyanın çoğu milletinde, bu tür, yani tek bir şiirde bu kadar şehir adı bulunan ve üstelik bu şehirleri de en belirgin özellikleriyle ifade eden, resmeden şiir türü yoktur. Bu bize ait bir hususiyettir. Karacaoğlan’ ın vezinli-ölçülü Türk Halk Şiirinde sevdiğini ararken izlediği metodu Arif Eren üstad’da bir şiirinde ne güzel işlemiş. Geliniz Eren üstadın bahsettiğim şiirine birlikte göz atalım:
“Güneş doğudan doğar Doğanşehir
Seninle dizilsin şiire son iki hecesi
Beş sesli kent ve ilçelerimiz
Sımsıcak bir merhaba sana Örenşehir
Ne selâmın gelir, ne haberin
Aynı anlamı taşıyor adlarınız
Bülbül çınlatsın kulaklarını Viranşehir
Bağlar, bahçeler beldesi Gülşehir
Yol boyunca o cömert güzellik
Gözlerimden süzülüp aktı gönlüme
Bu duygular içinde geldim Nevşehir
Tekrar Peri Bacalarını görmek için
Bir yazbahar da gene gelecek
Şimdi hoşcakal diyor şair
Nasrettin Hoca ayrı bir dünya Akşehir
Gülerken düşüne kalmış orda herşey
Yüzer durur gölünde ördekler
Güzellikler, beyler yöresi Beyşehir
Sana nasıl övgüler yazmam
Yediğim ekmekte emeğin var
Başak saçlı, buğday tenli Seydişehir
Kırkağaç kavununu unutamam Alaşehir
Âhilik kurumunu kuran Veli
Kerâmet sahibi Ahi Evren
Sende yaşadı, sende şehit oldu Kırşehir
Ve son iki hecesi beş sesli
Kent ve ilçelerimizin
Orta direği sensin Eskişehir”
Gördünüz değil mi? Son iki hecesi beş sesli kent ve ilçelerimiz ne güzel bir araya gelmiş! “Aynı anlamı taşıyor adlarınız” dediği bu yörelerimizin son iki hecesi ŞE_HİR’ olup, burada Ş-E-H-İ-R gibi beş seste bulunmaktadır. Ayrıca, Anadolu’ nun ortasında bulunan Eskişehir’i “orta direk”, Ahilik kurumunu kuran Ahi Evren’ in yaşadığı ve şehit olduğu Kırşehir, Kırkağaç kavunuyla Alaşehir, ekmeğini yediği Seydişehir, Nasrettin Hoca’mızla Akşehir, Peri bacalarıyla Nevşehir, bağlık-bahçelik Gülşehir, kulağını bülbül çınlatmasını istediği Viranşehir, merhaba dediği Örenşehir ve güneşi doğudan doğan, doğumuzun şehri Doğanşehir… Bu şiir bana göre okul kitaplarına mutlaka alınması gereken bir şiir. Öğrencilerimize Türkçe ders kitaplarında sunulması gereken bir şiir…
Sadece o şiir mi? Arif EREN üstadımızın daha bir çok şiiri abide şiirdir. Şiir göklerimizin en parlak yıldızları arasında yer alan nice şiiri var hocamızın… Parlak şiir yıldızlarımızdan birisi de, Dünya mimari sanatının da bir zirve eseri olan ve Anadolu’ nun Türk-İslam tapu senedi olan Selimiye Camii’ sine yazdığı şiirdir. Mimar Sinan’a ve o güzelim eserine de ancak böyle bir şiir yakışırdı.
1-Şu tasvirlerdeki, şu teşbihlerdeki mükemmelliğe bakın hele…
-“Kafesine tekrar konmak üzere dört kuş gibi gökyüzüne havalanmış minareler…”
-“Gökyüzü benzeri kurşun kubbe ve boynunda ışık kolyesi pencereler, Ağrı Dağı’ na benzer ulu kubbe…”
-“İslam’ın şartı beş, mezhep 4; her pencerede beş kademe, beş kapı ve beş altın anahtarı, vaaz kürsüsü dört…”
-“Mermerlerindeki işçilik ibadet kadar temiz, çinilere Sinan’ ın eli vurmuş mührünü…”
-“Susayanların mermer şadırvandan içtiği zemzem suyu… Cennete sözlülerin, tutsakların, gazilerin, şehidlerin su içtiği şadırvan…”
-“Zafer kazanan bir hünkâr kadar saadetli hünkâr mahfili…”
-“Medeniyet akseder çinide, mermerde motif motif…”
-“Akıttıkları su gibi aziz musluklardaki işçilik”
-“İmanın şartı 6, 32 farz; ve altı merdiven, bir güneş ki altı yerden doğar imanlı kalplere; 32 yerden girilir külliyesine…”
-“Üçüncü şerefeden kanatlanan ve gökkubbeye yükselen Bilal usülü Ezan…
2-Şimdi de bu şahane şiirden Selimiye camiimizin özelliklerinin ne olduğunu anlamaya çalışalım:
-Edirne’ nin en görkemli yerine yapılmış, kuzey batıdaki son topraklarımız üstüne ve bakınca görünür Rodop dağlarından….”
-Dört adet olduğu halde, uzaktan hep ikiz görünen minaresi, arka minarelerde her şerefede buluşan yollar kesişmez, birbirini görmez; mimari incelik minarelerle yarışır, zarif mermer ve çinileri bulunan bir camimiz…”
-“Kurşun kubbeli ve boynunda pençereler…”
-Beş kapısı, dört adet vaaz kürsüsü olan, minberi ve minber külâhında çiniler bulunan bir camimiz…”
-Mermer mihrabı Amen-er Resulü ve Fatiha ile çevrilmiş…”
-Müezzin Ezan okurken sesini aynı ahenkte duysun diye akustiği sağlanmış, kubbenin orta yerinde İznik çinileriyle süslü mahfili bulunan ve mahfilin altında mermerden şadırvanı olan camimiz…”
-“Ki şadırvanın yerini veren şahıs- sahibesi- yani bayan “şartlı” vermiş… Şu olaya bakın… Bir şiirdeki sırrı açıklamaya bakın hele… Diyor ki, bu yeri sahibi “şartlı” verdiği için yapılan lâlenin birisi ters yapılmış… İşte mimarinin zerafeti, işte mesajın harikası bu değil mi? ”
-“Şadırvanın üzerine sıralanmış kubbeler ve bordürler…”
-Arka minarelerde altı merdiveni var uzanır şerefelere… Avlusunda 32 kapılı bir eğitim kurumu külliyesi bulunan bir camimiz…”
3-Bir de üstadın Dünya mimarlık tarihinin beş yıldızlı şahaseri camimizin yapmı için kullandığı tanımlamalara bakalım, olmaz mı? Üstad diyor ki:
-“sanat şahaseri, mimari incelik, ahşap, mermer ve çinide zariflik, bir benzeri bu genişlikte yapılmamış olan ulu kubbe, mimarlık sanatında kıble, beş altın anahtarlı, deha eseri minber, mermerde temiz işçilik, seçkin çiniler, paha biçilmez oyuk mermerler…”
Sözümüzün burasına gülden bir nokta koyalım da bahsettiğimiz şiirin Selimiyesi’ ni okuyalım bakalım:
“Gözler, bu sanat şaheserini görsün diye
Edirne'nin en görkemli yerine yapılmış Selimiye
Görünür o, kuzeybatıdaki son topraklarımız üstünde
Bakınca Rodop dağlarından, gözler önünde
Sanırsın, tekrar konmak üzere kafesine
Minareler, dört kuş gibi havalanmış gökyüzüne
Birbirine siper olmuş bu dört minare
Uzaktan hep ikiz görünürler gözlere
Arka minarelerde, birbirini görmez yollar
Her şerefede buluşur, üç ayrı merdivenden çıkanlar
Minarelerle yarışır Selimiye'de mimari incelik
Mermer ve çinide, ahşap ve sedefte aynı zariflik
Gökyüzünün bir benzeri kurşun kubbesi
Pencereler, kubbenin boynunda bir ışık kolyesi
Bakınca bir Ağrı dağı olur gözlerde
Bir benzeri yapılmamış aynı genişlikte
Dört köşesinden, göğe yükseltmiş minarelerini ulu kubbe
Selimiye, mimari sanatında bir kıble
İslâmiyet, ruh olmuş bu sanat doruğuna
Tek kubbesi, tanıklık yapar Allah' ın bir olduğuna
Her pencerede beş kademenin sırrı
İslâm kapısının beş altın anahtarı
Vaaz kürsüsünün dört oluşuna en sağlam kaynak
Bu son dinde dört mezhepte hak
Bir deha eseridir minberdeki incelik
İbadet kadar temiz mermerdeki işçilik
Minber külâhında çinilerin en güzeli
Üzerine mührünü vurmuş usta Sinan'ın eli
Mermer mihrap, bir hilâl gibi
Âmen-er Resul-ü ve Fatihâyla çerçeveli caminin kalbi
Sesini aynı ahenkte duyursun diye müezzin
Mahfili orta yerinde kubbenin
Mahfilin altında bir mermer şadırvan
Musluklarından zemzem içer susayan
Bu lâleli yeri, şartlı vermiş sahibesi
Bu sebepten, mermer sütuna ters işlenmiş bir lâlesi
Mihrabın sol yanında hünkâr mahfili
Zafer kazanan bir hünkâr kadar saadetli
Mahfili seçkin çinileriyle süslemiş İznik
Saray edalı Elmalı pano ayrı bir güzellik
Medeniyet akseder mermer ve çinide motif motif
Selimiye, sanata ve tarihe en güzel tarif
Şadırvanın üzerine sıralanmış kubbeler
Değerine paha biçilmez yapmış oyulan mermer
Göz nuru, el emeği ürünüdür bordürlerdeki zariflik
Akıttıkları su gibi aziz musluklardaki işçilik
Burada abdest almışlardı: şehit, gazi ve tutsak olanlar
Cennete sözlü nur yüzlü insanlar
Arka minarelerden, altı merdiven buyur eder şerefelere
Bir güneş ki, altı yerden doğar imanlı kalplere
Mermer avlusunda sıbyân, kurra, hadis ve medrese yapıları
Hakk' a, sevgiye, ilim ve irfana açılmış kapıları
Otuz iki farz, hiç düşünülmemiştir böylesine
Otuz iki kapıdan girilir Selimiye külliyesine
Bu kutsal günü sabırla beklemişlerdi: Selim'ler, Sinan' lar
Ve ömürleri elvermeyen nur yüzlü ihtiyarlar
Derviş Zıllî'nin dâvudi sesi, üçüncü şerefeden kanatlanmış
Okuduğu Bilâl usûlü ezanla gök kubbe yankılanmış
Cemaat sıkışıp kalmış, yer bulamamışlar secdede
İlk Cuma namazı böyle kılınmış Selimiye' de…”
Bu muhteşem şiirin son kıt’asına – bölümüne- son dizelerine dikkatinizi çekmek isterim. Usta, baştan sona doğru gelmiş, gelmiş ve sonunda camiin ilk Cuma ile açılışını anlatarak eserinin “alem” ini ustaca resmetmiştir. Derviş Zilli’ nin Ezanıyla iğne atsan yere düşmeyecek kadar dolan bir camii… Secde edecek yer bulamayan bir cemaat ve bu cemaat içinde Selim’ler, Sinan’lar… Arif EREN üstadın, şiir tekniği de hep böyle işte. Şiirin sonunu gayet iyi bağlıyor…
Aslında sadece bu Selimiye şiiri üzerine dev bir tahlil eseri yazabilirim… Ancak, bu tahlil çalışmamda maksad bu olmadığı için, burada Hoca’ nın gene güzel bir şiirine bakalım, olur mu?
Ne demiştik?
Üstad, Milet- memleket sevgisi ile dolu bir yüreğe sahiptir demiştik. Anadolu kapılarının Malazgirt Zaferi’ yle Alpaslan’ ın kahraman Türk ordusuna açılışını anlatan dizelere bakın dostlar. Aynen şöyle:
“Dolunay kadar aydınlık yüreğinde
Zafer muştulayan turnalar uçar
Elindeki yalın kılıcın
Yalımı geceyi yırtar
Kutlu gün doğacak birazdan
Zaman, mutlu sancılar içinde
Yalnız Türk doğup Türk yaşayacak
Anadolu toprakları üstünde
Bu ülkü uğruna dövüşülecek
Sevinç suları akar göz oluklarından
Gemler çekili, atlar şaha kalkmış
Gökyüzü yankılanır duadan
Bir ses duyulur sonra
Gök gürlemesine benzer
Alp Arslan'ın hücum sesidir bu
Dev gibi atlarda dağ gibi yiğitler
Büyük Başbuğ'un buyruğu üzere
Ayrıkotları örneği
Söküp atarlar
Canım Anadolu'dan Bizanslıları”
Evet, bu güzel şiir rahmetli ağabeyim Göktürk Mehmet UYTUN’ un “Malazgirt Şiirleri” antolojisinde var mı, yok mu bilmiyorum… Ama güzel dilimizin, zaferlerle dolu tarihimizin nakış nakış sergilendiği bir şiir… Bu şiiri okurken hatırladığım üstadlarım var… Her birisiyle yaşadığım nice anılar geliyor gözlerimin önüne… Necip Fazıl Kısakürek, Arif Nihat Asya, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Halide Nusret Zorlutuna ve Tahir Kutsi Makal hocalarım canlanıverdi gözlerimde… “Mutlu sancılar içinde doğan bir zaman” ın şiiri… Eline, diline, kalemine, yüreğine sağlık Arif Eren Hocam… Beni yılar öncesine götürüp, rahle-i tedrislerinden geçtiğim hocalarımı hatırlattın…
yok, amma, nasip olurda bir fırsatını bulursam buna girişeceğimden emin olunuz…
Usta şairin bugüne kadar yayınlamış olduğu 'Bu Kent Sende Kalsın/ 1965', 'Yurt Tesbihi/1975-1977', 'Hayatı Huzura Ayarlamak/ 1985', 'Görkemli Denge/1966' adlarındaki eserlerini de teker teker okumam gerek. Ancak, net ortamındaki şiirlerinin bazılarını ele alarak bu “tahlil” denememizi yaptık.
Sonra, Eserleri Hakkında Yazılan Dergi ve Gazete Yazılarından Seçmeler ‘i, bir çoğunu yakınen tanıdığım, sohbetlerinde bulunduğum İlhan Geçer,: Talât Sait Hamlan, ağabeylerimYaşar Faruk İnal, İrfan Ünver Nasreddinoğlu, İsa Kayacan, M.Kemal Yılmaz, dostum Abdülkadir Güler, hocam Mehmet Kaplan ve Mehmet Çınarlı ve diğer dostlar, Beşir Göğüş, Nevzat Yalçın, Mehmet Önder,Muhsin İlyas Subaşı, Ramazan Avcı, Bahaeddin Karakoç, Şevket Bulut, Sevinç Çokum, Mustafa Özçelik,Hasan Hüsrev, N.Olcay Kılıç, Özcan Ünlü, Selami Yıldırım, Hasan Ejderha, Ahmet Beyoğlu, Durdu Şahin, Osman Aytekin, Turan Çay, Tebernüş Kireçci,Durdu Şahin’ in görüş ve önerilerini de sunmak isterdim.
KLİP YAPILAN ŞİİRLERİ’ ni ele alıp kendimce yorumlar getirmek istedim. Hakkında yapılan lisans tezini baştan sona okuyup, kendisiyle yapılan röportajlardan ipuçları yakalamak isterdim. Ve bütünüyle Arif EREN merkezli yoğun bir çalışmayı tamamlayıp, hoca’ mın yakın çevresini de tanıdıktan sonra, esaslı bir “tahlil”imi size sunmak isterdim.
Ancak, şimdilik bu kadarla yetinin dostlar, olur mu?
2. ANTALYA ŞAİRLER BULUŞMASI’ nda 2004 yılı şiirinin AKDENİZ ŞİİR ÖDÜLÜ PROJESİ’ ni duyan çoğu dostumuz, ŞİİRİMİZİN USTALARINA-BEŞ YILDIZLI ÇINARLARI’ na da yer vermemiz için günlerdir öneri üstüne öneri yağdırmaktalar. Hatta adını vermeyeceğim bir üstad, ARİF EREN ismini vererek İŞTE AKDENİZ ŞİİR ÖDÜLLERİ içinde BÜYÜK ÖDÜLE LAYIK ŞAİR’ ARİF EREN’ dir dedi. Bizde hocamıza bir dalda jüri üyeliği teklif ettik. Sağolsun, kırmadılar bizi. Teklifimizi kabul ettiler.
Yakında dostlarımızın bu önerileri doğrultusunda ŞİİRİMİZİN BEŞ YILDIZLI ÇINARLARI için AKDENİZ ŞİİR ÖDÜLÜ’ (Büyük Ödül) nü dostlarımıza ilân edeceğiz. Hoca’ mız da baş adaylarımızdan birisidir… Dostlarımıza şimdiden müjdelemek isterim.
Söz ipini fazla uzatmaya gerek yok…
Cümlenize kalbi selam ve saygılar. Arif EREN Hoca’ mıza da daha nice sağlıklı ömürler ve muhteşem ürünler vermesini Yüce Mevlâ’ dan niyaz ediyorum.
Saygılarımla...
Mustafa CEYLAN
Mustafa CeylanKayıt Tarihi : 2.12.2006 02:06:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
'Arif Eren ve Şiirleri' tahlil yazınızı Antoloji.Com'un E- Kart olarak düzenlediğini bir arkadaşımın bana göndermesi ile öğrendim. Şiirimizin saygın ismi Arif Eren Hocamızı ve o güzel yazınızdan dolayı sizi saygıyla tebrik ediyorum!
Gül Mertoğlu
Bugün şiirlerinizin ve düz yazılarınızın bir kısmını okumak fırsatı buldum! Anadolum Sana Doyamadım/ Türkülerimiz/ ve ' Arif Eren ve Şiirleri', 'Tahir Kutsi Makalın Karacaoğlan...'yazılarınızı zevkle okudum!
Tebrik ederim.
Gaye Yıldırım
*Murat Atlı*
TÜM YORUMLAR (8)