Olgun Ekinci Şiirleri - Şair Olgun Ekinci

0

TAKİPÇİ

Olgun Ekinci

Yasal olmayan kelimelerden
İllegal imgelerdir ürettiğim
Anayasal olmayan
Aşk çiziyorum dalgasız denizlere..

Saklanan imgelerin

Devamını Oku
Olgun Ekinci

Uzanırken akşamlarda yatağıma
Yastığım kağıt
Başım kalemim olur

________Yazarım

Devamını Oku
Olgun Ekinci

Sevdasında şair
Doğurganlığında
Aşk yaratan kadın

Ağlarken,
Gözlerin sığınağım

Devamını Oku
Olgun Ekinci

Yine ölmedim…! ! !
Güneşin batımını fark etmediğim akşamın
Yola düşme saatlerinin hazırlığında
Sana çıkan yolların uzantısındayım
Bu akşam ve her akşam..
Birazdan,

Devamını Oku
Olgun Ekinci

……… Sınıfsız, savaşsız, sömürüsüz bir dünya ve ülke için işçi ile kentlerde, köylü ile kırsalda, biz öğrencilerin önderliğinde verilecek halk savaşının ardından sosyalizmi kurmaktı ütopyamız… Ne işçi ile işçi, nede köylü ile köylü olmayı beceremediğimiz, ama bir dilim ekmeğimizi üniversite ve yurtlardaki yoldaşlarımızla yürekten paylaştığımız yıllardı… İnsan gibi, kadın gibi, adam gibi… Melike Demirağ’ın ‘’ARKADAŞ’’ı o yıllardan yüreğimize çıkmamak üzere yerleşmişti…

……… Emek en yüce değerdi ve bu yüzden işçi, şoför, memur, esnaf, subay olan babalarımızın yolladığı, emeklerinin bir bölümü olan para ile birkaç gün idare olurdu ancak, bu yüzden komün öğrenci hayatının içinde, kendimizi kurtaramadan ülkeyi kurtarmaya soyunmuştuk ve bir türlü giyinemedik halkım, işçim, köylüm ile… Tunceli’de Ali, Artvin’den Cemal, Hicran, Kastamonu2dan Hayati, İhsan, Kıbrıslı Zeki, Tekirdağ’dan Gülfer, Gülser, Diyarbakır’dan Fikret, Gaziantep’ten Fuat, Laz Servet, Malatyalı Ahmet, Erzurumlu Salih, İzmirli Metin, Reha, Balıkesirli Sevtap, Manisalı Ekrem, Adana’dan mensalı demirci Mehmet ve daha nice güzel, nice yürekli insanlar… Akademik, demokratik mücadelemizin kısa soluklu bir-iki saat arasında, Kumkapı’da tahta masa, sandalyeli bir çay bahçesinde mola verirdik, elimizde ince belli çay bardaklarıyla… Yan masada bizi tanımızdan gelen içimizden biri, elinde ince belli bardak belki yoktu ama gazete okur gibi yaparken, belinde bizi koruyan silah olurdu… Suların İstanbul’da kesik olduğu, kayık kiralayıp Kumkapı’dan açılarak denize girip banyo yaptığımızı zannettiğimiz ve bizi koruyan silahı denize düşürdüğümüz yıllardı…

……… Vefa, bozasını tatmadığım ama karşısında ki Unkapanı’nın surlarına yazı yazmamız istendiğinde, tehlikeli ve yakalanma riskinin yüksek olduğunu dile getirmek, korkaklık, mücadeleden kaçmak olduğundan gece yarısı hazırdık boya ve fırçalarımızla… En yiğit yoldaşlarımızdan biriydi ilk kurşunu sol ayak bileğine alan Hayati ve ömür boyu o kurşunun ayağını sakat bırakacak olmasına aldırmadan… Çapa’da bir hafta ranzaya zincirli, ardından Bayrampaşa cezaevi ve ömür boyu sekecek bir ayak…‘’Günler ağır, günler ölüm haberleriyle geliyor’’ du… Lalelide Mustafa, Kadırgada Ahmet aynı hafta içinde ‘’sizde halk çocuğusunuz, ateş etmek istemiyoruz ‘’ demeseler, mavi berelilerin kurşunlarıyla can vermeyip, bugün belki hayatta, aramızda olabileceklerdi…‘’En güzel dünyaları yaktık ellerimizle / Ve bundan dolayı biz unuttuk bağışlamayı’’… Profesör, gazeteci, işçi, memur, sendikacı, parti il-ilçe başkanları, demokrat kamu görevlileri katlediliyor, ta o yıllarda polis teşkilatının İslami faşistlerin eline geçmesini seyreden başbakan, ‘’bana milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz’’ diyerek ülkenin bugüne gelmesine o günden zemin hazırlıyor ve bugün Güniz sokakta eli öpülüyor, oysa ona öptürülecek o kadar şey varken… Yurt içindeki sinemalarda seks furyasıda onun döneminin ürünüydü…

Devamını Oku
Olgun Ekinci

S_evdiğim….S_evdam…....S_evgilim…......ben yolunda Rome_O
E_fsanem…..E_vrimim…...E_ylemim….....ben aylarından Eylü_L
V_enüsüm….V_uslatım.....V_efalım….......ben alanlarda mitin_G
T_anrıçam….T_apınağım...T_ılsımım……..ben tenindeki o kok_U
A_danam…...A_ntalyam....A_nkaram.....ben nehrinden Ceyha_N
P_rensesim...P_amuğum...P_latolarındayım...parolamsın..

Devamını Oku
Olgun Ekinci

.......... Soğuktu, nemli camlardaki buğu yüreğe yansırken dışarıdaki soğuk, içerideki sıcaklık hiçti, hiçbir şeydi, anlamsızdı, kuş uykusundayken sen ve tüm kent uyurken... Kentinin orta yerinde zaman, gece yarısını ben geçe ve sen uyu zamanlarıydı, geçiyor muydum, hayal miydi, neredeydim? Diye sorgularken, direnen gözlerimdi uykuya ve sensizliğe...

......... Eflatun renkli sabaha yaklaşırken Bolu dağı tünelinde, neredeyse ülkenin bir yılık bütçesini buraya harcayan tüm siyasileri özlemle anarken nefesim daralıyor, çıkamayacağız bu tünelden diye düşünüyordum ki yine ve sonsuz yaşama dürtüsü ağır bastı... Korkum ölümden değil bilirsin ve sadece senin bildiğin içindi, öyleyse az kalmıştı çıkmaya...

......... Ve yoksa bir serçe miydim gözlerimin inanmaz ve şaşkınlığında mavi renkli laleleri gördüğümde, düşte miydim diye yolun sağı ve soluna bakarken genleriyle oynanıp üretilen onca renkli laleleri görünce hayretimi kendime sakladım koyunlaşmış yolcuların içinde... Ve başka seçeneğimde yoktu suskunluklarını kader olarak algılayan ve bu şekilde yaşamı seçmiş küçücük kalabalığın içinde... Körfez belediyesinin rengârenk lalelerle süslü yollarından alacaklı olduğum kente doğru uzanıyordu zaman ve otobüs...

Devamını Oku
Olgun Ekinci

S/aatler gün batımını gösterecek birazdan
E/n koyu sohbetlerin kıvamında keyiflenmeliyiz...
V/e günü ilk yenilecek akşam yemeğinin onuruna
T/atlandırmak, farkında lığımızla unutulmaz kılmak için
A/yaklarımızın, yüreklerimizin sürükleyeceği bir mekân değil
P/enceresinden yıldızları göreceğimiz bir yerde olmalıyız…

Devamını Oku
Olgun Ekinci

…………… Sarı kanatlı serçelerin ötüşünü dinlerken, çıkan sesin nasıl bu kadar ahenkli ve iç dünyamı dinlendiren, bestelenmiş gibi ritmli olduklarına anlam veremiyor, sana çeviriyorum yüreğimi ve bu kez anlamlar yüklemeden çam kokulu, göl kenarında bir doğanın atmosferine sarıyorsun beni ıssızlığında, sabahları kuş cıvıltılarının doldurduğu… Başka da hiçbir sesin duyulmadığı ve çamların buram buram iliklerime dolan serinletici buğusu yayılıyor bedenimde durmaksızın, çoğalarak, cıvıl cıvıl…

…………… Elma dallarından çiçeklere, otlara, toprağa, ahenkle ve ritmindeki uyumla uçarken kelebekler, oluşturduğu rengarenk kıvılcımlardan habersiz ne düşündüğünü ve uçmasının özgürlüğünde, nasıl paradokslar oluşturduğunu düşünüyorum…Beni görüyor mu ve nasıl algılıyor, belleğinde hangi şekle uygun görüyor? Diye sorgulayıcı yorgunluğa dalarken insanları doğadaki çeşitli sınıflara ayırıp seni bin bir renkli ve hiç birinin diğerlerine üstünlüğü olmayan kıvamda kelebeklendiriyor, kanatlarına sokak çocuklarının düşlerinde gördükleri uçan balonlar takıyorum… El sallıyor, kanat çırpıyor ve asla sayılamayan yüzlerce noktadan oluşan gözlerinle gülümseyip, az önce sınıflandırdığım insanlara doğru yolculuğa çıkıyorsun, çocukluk düşlerini emanet ederek bana… Çocukluğum, geçici aldığım emaneti kıskanıyor ve onun yanına koyuyorum, şimdi iki çocuk, iki düş, şımarma mevsiminde papatyalar takıyorlar birbirlerinin saçlarına ve bendeki çocuk kıskanıyor başındaki sarılı, beyazlı taçları, en çokta sana yakıştığını düşünüp, annesine sakladığı papatyaları, sağ dizi yerde, sol elini yana açarak, hafifçe eğilip sağ eli ile sana sunuyor kırlardan topladıklarını, bir centilmen oluyor çocukluğum, sen utangaçlığında kabul edip alıyor, lolita kıvamında buseler koyuyorsun çocukluğumun masum yanaklarına…

…………… Vaftiz töreninde ağlayan çocuğa veriyorsun balonlardan birini ve kelebek kanatlarını, saklı kimliksiz bir rahibeye dönüştürürken… Hiç bilmediğin, gitmediğin bir kente doğru havalanıyor, rüzgarın akışına bırakıyorsun özgür yüreğinin üzerindeki ışıltılı kanatlarını çırpmadan, yorulmadan, usul ve sessiz süzmektesin yabancısı olduğun kenti, gökyüzünden kuş uçumu mesafeye inerken… Gecenin gözlerinden, balonlardan birini mum yaparak, yakarak, aydınlatıyorsun rotanı, kent ışıldıyor, sen hiçbir yerini bilmediğin sokakların içinde, kırmızı taneli dut ağacının yaprağında soluklanıyorsun, vişne renkli balonları yüreğin gibi özgürleştirerek…

Devamını Oku
Olgun Ekinci

......... Susmayı beceremeyen ölümcül düşlerden uzanırken gün geceye, ya git ya da öldürme demiştim giderken... Öldürmekse zaman şimdi ya gitmek neydi sevgili? Tüm faili meçhul doğumların kuvöze yatırılmış zanlılarıyız cinsiyeti belli olmayan erken doğumlarda...

......... Esir geliriz dünyaya, esir yaşar esir gelişiriz acıkmışlığımız ana memelerindeki süte endekslidir, altımıza bağlanan bezleri bile seçme şansımız yokken, ıssız ve çıplak ölmüş tenlerimizin bile gömüleceği yeri seçme şansımız yoktur... Küllerimle savrulmayı seçsem yerine gelir mi isteğim?

......... Vadideki nehirlerden denize ulaşan sal yapmıştım yalnızlığımla yolculukta bilemezdim denize ulaşıp seninle özgürleşeceğimi... Özgürlük sevdam olup gözlerinde açtığım mavi mavi yelkenler yaptım, ikimize ait olan okyanuslarda ve her yeni güne yeni mavi yelkenler açar serinleten sularına bırakırdık vira diyerek düşlerimizi...

Devamını Oku