Arşivden hırsım,
Kurallı öfke karalamaları.
Soluğumda gizli şeytanı bul ! ibresi
Güya azıcık kabus bulaştıracaktım, hayale.
Sarı kravatlı çocuk / güneş başını yaslayınca pencereye,
Sapanla dağıt, gen bilmecesini
"resimdeki",
tırnak işaretine takılmasaydı,
ikinci cümleydi...
koyu harflerle çıkarttılar sesini dışarıya...
kulaklarına kadar dolu sağır odaları sürüklediler dar koridordan...
duvarların yüce körebesini tanımalıydı!...
Fazlaydı...
Beyazı silkeledi çocuk, eteğinden.
Yakasında,
tek camlı küçük pencerenin amblemi...
ayağı aksayan güneş düşdü dışardan göğsüne.
Kim yakasında taşır,
Ellerine göç eden kafiledeydim
Parmaklarını katladın.
Sızdı iliklerime, kahır
Dizlerimi dayayıp çölüne, bekledim
Dirseklerimden tutup çeken bedevi, öldü.
Küreği sırtında taşımayan, gömemezdi
İki cümle sonra git...
Bir uzun hava ardın.
Bir yarım söz...
Eğri bir gök,
Ve birer eksik düş.
Kuyu sonrası...
Önce ,gülüşündeki feri indirirler ceplerine...
Kimse hırsızı görmez!.
Çalınan ortadadır ,kayıp yok!.
Karanlık ,en iğneliyici yeriyle boşalır matarandan...
Az güneşe çıkıp ,çok hırslanmayı öğrenirsin!.
Yitik olgular ,dandik cümleler ,kısır sebebler...
Birde ölmek var, sende! bilirmisin...
Tanıyormusun?
hani soğuk bir şey,
gök ne zaman nefesini tutsa,
boğulupta avuçlarıma yürüyen bulut kadar cansız, birde...
bir şey...
Yanağında penceresi kırık odalarda kaldın...
Güneş büyüyemedi soğuk ellerinde.
rüzgarı tutamadın, günlügünün bir kenarında...
Gülüşünün çukuruna ittiğin kör sözleri,
körebe saatinde buldular,
Kuşkulu indi gece, sırtıma
İlk, Soru işaretiyle tanıdım cümlemi!.
Kimdi gölgeme, ayaklarını silkeleyen?
Neresiydi, o eskitilmiş yanağının sürgün memleketi?
Ücra sırıtmaların...
Kalabalıksız yankıların, acemi ustası nerede?
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!