Benim Kadınım
Sensiz geçen her an, gecem nefessiz,
Dünya dönmez, zaman susar sessiz.
Kalbim düşer dipsiz kuyulara,
Arar seni her dua, her satıra.
O yemyeşil gözlerin, ışıkla dolu,
Onlarda kaybolmak ömrümün yolu.
Okyanusa düşen bir damla gibi,
Sana varmak isterim her gece, gizli.
Benim kadınım… bahar olurdu yüzün,
Gülüşünle uyanırdı içimin özü.
Şimdi adını fısıldasam yanarım,
Hayalini düşündükçe tutuşurum, kanarım.
Sensizliğin adı ezberimde saklı,
Yastığımda kokun eksik, yarım, ıssız aklı.
Ama yine de severim seni ben,
Kendimden çok, her şeye rağmen.
Bir sır gibi büyüttüm seni içimde,
Kimselere anlatmadım, kaldın derinimde.
Bir dua gibisin, dokunulmaz, kutsal,
Kalbime kazındın, ebedî ve masal.
Gülüşünle doğardı içime güneş,
Şimdi gözlerinle iner karanlık, ateş.
Ama hâlâ içimdesin gizli bir yerde,
Bir çocuk gibi ellerini ararım her seherde.
Benim kadınım… mucizeydi her an,
Kimi zaman sessiz, kimi zaman fırtınadan.
Sen inandığım en gerçek şeydin,
Şimdi eksikliğinle yüreğimde derin.
Bu şiir sana, mabedimden geliyor,
Gözyaşım her damlada seni söylüyor.
Ve bil ki — her şey geçse de,
Ben seni sevmekten hiç geçmedim işte.
Selene ile Endymion gibi kaderimiz,
Kavuşmasak da ölümsüz sevgimiz.
Yıldızlara yazıldı aşkımız sessiz,
Göğün defterinde kalır, hiç silinmez izimiz.
Kayıt Tarihi : 7.7.2025 00:13:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bir zamanlar, göklerin kıyısına değen bir göl vardı — gümüşten bir ayna gibi, dolunayın bembeyaz nefesini yutar, sabahlara saklardı. Gölün kıyısında bir kulübe; kulübede bir adam vardı: Düşler Gezgini. O, gündüzleri yalnız bir yolcuydu — otların arasından geçer, insanların düşlerini dinler, geceyi haritalandırırdı. Gözleri, uzakların rüyalarını çekip alır; elleri, dokunduğu her şeyi hafifçe büyülerdi. Gökte ise bir varlık duruyordu: Ay Tanrıçası. Onun adı gecenin en eski şarkısına yazılıydı. Saçları ay ışığında çözülür, her adımı yıldızları titreştirirdi. O, gökten inerken bir gülüş bırakıyor; yeryüzüne bakarken eski tanrıların unuttuğu şarkıları mırıldanıyordu. İlk Karşılaşma bir tesadüf değildi. Düşler Gezgini bir gece gölün kıyısında uyuklarken, ay ışığı saçlarına düştü. Uykunun perdesi aralandı; gözlerini açtı ve orada gördü: yemyeşil gözler, bir bahar gibi içini aydınlatan bir yüz. O an şiir başladı: “Sensiz geçen her an, gecem nefessiz…” Onun sesi yoktu ama bakışı konuşuyordu. O yemyeşil gözlerde kaybolmak isteyen Gezgini, kendini okyanusa düşen bir damla olarak hayal etti — küçücük ama sonsuzluğa doğru çekilen. Tanrıça, ona ilk dokunuşunda dünyayı farklı bir ışıkta gösterdi; parmak uçları göğe iz bıraktı, rüzgâr saçlarını taradı. Bütün bunlar rüya mıydı, yoksa kaderin yazdığı gerçek bir mucize mi? Aşk büyüdü; fakat tanrısal düzende bir düğüm vardı. Göğün yasaları, yıldızların kuralları Gezgini’nin ölümlü bedeniyle Tanrıça’nın ölümsüz ışığını tam olarak birleştirmeye izin vermiyordu. Her sabah, Tanrıça göğe çekilir, Gezgini uyanır; elleri boş, yastığında onun kokusu eksik. Ve işte şiirin diğer satırları ağızdan dökülürken aklına düşer: “Yastığımda kokun eksik, rüyalarımda sesin yankılanmıyor…” Hasret bir serap gibi uzadı. Gezgini, kadını için bir mabed inşa etmedi; içinin en kutsal odasını ona ayırdı. Orada sessiz dualar — saklı bir dua gibi — gömülüydü. Gülüşüyle güneşi doğuran kadının yokluğunda, onun gözleri bir karanlık, bir ateş oldu. Ama ne karanlık ne ateş sevdayı yıkabildi. Her gece, tanrıça tekrar iner; rüyanın kıyısında buluşurlar. Bedenleri ayrıdır ama ruhları el ele gezer. Bir gece, gölün yüzünde dolunay o kadar parlaktı ki, Gezgini kaldığı kulübeden çıktı ve suya baktı. Ay Tanrıçası rüyasında ona şöyle fısıldadı: “Benim kadınım… bu şiir sana, kalbimin en derin mabedinden.” O ses, Gezgini’nin içinde yeni bir ant içerdi: kavuşamamak onların cezası değil, aşkın şekliydi. Vuslatın yokluğu onların ebediliğini yazdı. EFSANENİN SONU VE ŞİİRİN DOĞUŞU Yıllar geçse de, Düşler Gezgini şiirlerini yazdı; her dize bir yıldızın izini taşıdı. İnsanlar onun dizelerinde kayboldu; bazıları bu sözleri güfte gibi mırıldandı, bazıları geceleri göle gelip gölün yüzünde bir çift gölge gördü: biri uyuyan bir erkeğin, diğeri gökten inmiş parlak bir kadının. Onların aşkı göğün defterine kazındı: “Selene ile Endymion gibi kaderimiz, kavuşmasak da ölümsüz sevgimiz.” Şiir, öykünün kendisi oldu — hem hatıra, hem tapınak, hem de sürgün. Okuyan her yürek, Düşler Gezgini’nin o yemyeşil gözlü kadına duyduğu hasreti, onun için büyüttüğü saklı duasını hisseder. Ve gecenin en sessiz anında, gökyüzüne bakan birisi bulursa kendini, belki o da bir damla olur; okyanusa düşen ama bir parıltı olarak sonsuza dek kalır.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!